1: Serdar Kuzuloğlu

Storytel

Nasıl Olunur

1: Serdar Kuzuloğlu

Nasıl Olunur

İzlediğiniz için teşekkürler.

Thank you for watching.

Konuşmacı Serdar, şimdi bu programda konuşacağız. İyi bir konuşmacı nasıl olunur? Hoş geldin.

Speaker Serdar, we will talk about this program now. How to become a good speaker? Welcome.

Hoş bulduk, teşekkürler. Programda hayırlı olsun.

Thank you, it's good to be here. Congratulations on the program.

Çok teşekkür ederim. Pek çok programın ilk konuğu oluyorsun çünkü çok iyi konuştun ve çok iyi çalıştığın için değil mi?

Thank you very much. You are the first guest of many programs because you spoke very well and worked very hard, right?

Öyle mi acaba? Ben de çok böyle panik oluyorum çünkü yani sanki programın algısı ve kaderi benimle belirlenecekmiş gibi hiç istemediğim sorumluluklar ama çok teşekkür ederim.

Is that so, I wonder? I get very panicky too because it feels like the perception and fate of the program will be determined by me, with responsibilities I definitely don't want, but thank you very much.

Bilirler.

They know.

Böyle bir şeyde akla gelmek çok mutluluk.

It's a great joy to come to mind in such a thing.

Çok güzel. Bir de şöyle bir şey düşündüm. Yani Serdar çok sağ olsun pek çok arkadaşın var. Onlar için gidiyorsun ve çalışıyorsun. Bu çok önemli bir şey.

Very nice. I also thought of something like this. I mean, Serdar, thank you very much, you have many friends. You go and work for them. This is a very important thing.

O programın formatına göre hamburger hakkında da konuşacaksın. Çalışıyorsun bunun için ya da bir sosyoloji felsefe programına katılıyorsan da öyle programlar var mı bilmiyorum ama şu anda öyle bir komedi bir şey söyledim.

According to the format of that program, you will also talk about hamburgers. You are working on this, or if you are participating in a sociology philosophy program, I don't know if such programs exist, but right now, I've just said something comical.

Yani televizyonda olmuyor.

So it's not on television.

Televizyonda olmuyor ama onlar için de çalışıyorsun.

You're not on television, but you're working for them too.

Tabii ki.

Of course.

Bu sunan insan için.

For this presenting person.

Bu sunan insan için muhteşem bir kolaylık. Ama özellikle seninle bu programda şunu konuşmak istedim. Senin konuşmacı niteliğin üzerine. Neden? Şimdi mesela bu TED gibi konuş. Böyle bir kitap çıktı. Daha önce TED söyleşilerini, TED konferanslarını hepimiz biliyoruz. Bunların çok izlenmesi benim için çok normal. Çünkü çok yaratıcı fikirler ediniyoruz.

This is a great convenience for the person presenting. But especially, I wanted to talk about this with you in this program. About your qualities as a speaker. Why? Now, for example, speak like this is a TED talk. A book like this has come out. We all know the TED talks and TED conferences. It is very normal for them to have a lot of views for me. Because we gain very creative ideas.

Ama kitabının okunması hele Türkiye'de mesela ben de Storytel'den dinledim.

But listening to the book, especially in Turkey, for example, I listened to it on Storytel too.

Yani okumamıştım. Belki de almazdım ama dinlemek kolay ya. Storytel'den mis gibi onu dinledim. Gördüm ki ne kadar etkili ve güzel. Yani benim kendi hayatımda bir vatandaş olarak da kullanabileceğim formüller veriyor. Ve demek ki çok meraklısı var.

So I hadn't read it. Maybe I wouldn't have, but listening is easy. I listened to it on Storytel and it was great. I saw how effective and beautiful it is. It provides formulas that I can use in my own life as a citizen. And it seems that there are many curious people about it.

Seni de onun için böyle konuk etmek istedim ki sen bize formüllerini söyle bir. İkincisi pek çok para verip gittiğimiz konferans var. Ve çok kötü konuşmacılar var. Nasıl oluyor da oluyor.

I wanted to host you in this way so that you could share your formulas with us. Secondly, there are many conferences we attend after paying a lot of money. And the speakers are very poor. How does that happen?

Onu da merak ediyorum. Yani deliriyorum. Yani para verip de Allah'ım gitti ama paralar.

I'm curious about that too. I mean, I'm going crazy. I mean, I paid money, but oh my God, the money is gone.

Paramızı da rezil olduk.

We’ve embarrassed ourselves with our money too.

Gerçekten öyle. Yani bakıyorsun adamın CV'sine. Bir dolu güzel şey. Sonra ya böyle mi konuştu bu? Hiçbir çalışmadı diyorsun. Nasıl iyi konuşmacı olunur Serdar?

It's really like that. You look at the man's CV. A bunch of nice things. Then you think, did he really speak like this? You say he has never worked at all. How does one become a good speaker, Serdar?

Evet. En zor soruyla başladık.

Yes. We started with the hardest question.

Tabii böyle bir bulut halinde bir soru sormayayım. Ama sen gazetecilikten mi?

Of course, I shouldn't ask a question in such a vague way. But are you from journalism?

Anladım. Ben hani benim...

I understand. I mean my...

Toparlamam şöyle olsun o zaman.

Let me summarize it this way then.

Şimdi iyi bir konuşmanın yani serbest düzende düşünüyorum böyle bir kronolojik önem sırası gözetmeden.

Now I'm thinking of a good speech in a free format, without considering such a chronological order.

Şimdi iyi bir konuşma deyince herkesin kafasında canlanan farklı şeyler var.

Now, when we say a good speech, there are different things that come to everyone's mind.

Mesela iyi bir ses tonu olabiliyor bazen bazı insanlar için. İyi bir konuşma işte güzel bir ses tonu, iyi vurgulamalar efendim işte telaffuzların güzel bir anlaşılabilir.

For example, a good tone of voice can sometimes be important for some people. A good speech has a nice tone of voice, good emphasis, and clear pronunciation that is easy to understand.

Bu iyi bir konuşma. Bazısı için iyi bir konuşma senin demin kötü konuşmalar dinliyoruz dediğinin öyle olduğunu zannediyorum. İçeriği iyi konuşmalar.

This is a good speech. I think for some, a good speech is like what you just said about listening to bad speeches. The content is good speeches.

Yüzde yüz.

One hundred percent.

Yani mesela bu biraz şey gibi zarfa değil mazrufa bakma yani zarfın içindekinin zarfın şekli şemali rengi kokusundan daha önemli olduğuna dair.

So, for example, this is a bit like looking at the content rather than the envelope, meaning that what is inside the envelope is more important than its shape, design, color, or smell.

Şüphesiz ki konuşmada yani bir insan çıkıp bir şey anlatıyorsa iyi anlatan yani çok kötü...

Certainly, if a person is speaking and telling something, a good speaker is someone who tells it well, otherwise it's very bad...

...bir şekilde anlatmıyorsa anlattığı çok belirleyicidir. Yani çok ilginç bir şey anlatıyorsun mesela hiç kimsenin bakmadığı bir perspektifle bakıyorsun.

...if it is not explained in a certain way, what is being explained is very definitive. In other words, you are telling something very interesting, for example, you are looking at it from a perspective that no one else is looking at.

Hiç kimsenin dikkat etmediği noktalara vurgu yapıyorsun ama telaffuzun kötü mesela aksanlı bir dilin var ya da bazı kelimeleri yanlış telaffuz ediyorsun.

You emphasize points that no one pays attention to, but your pronunciation is poor; for example, you have an accent or you mispronounce some words.

Bunlara gönül katlanır ama her ikisi de kötüyse korkunç bir şey ama günün sonunda şunu söylemek lazım her istisnasız her şeyde olduğu gibi...

You can endure these, but if both are bad, it's a terrible thing; however, at the end of the day, one must say this, as with every single exception...

...bir şeyde iyi olmak pratik işi. Yani bu doğuştan gelen bir kabiliyet değil. Bu çocuk zaten işte bilmem neyken de böyle hayır öyle bir şey yok.

Being good at something is a matter of practice. It's not an innate ability. This child was already like this while doing whatever, no, there is no such thing.

İnsanların eğilimleri olabiliyor. Mesela dışa dönük çocuklar oluyor, içe kapanık çocuklar oluyor falan.

People can have inclinations. For example, there are outgoing children, there are introverted children, and so on.

İşte kendi küçük dünyasında yaşayan çocuklar oluyor veya işte ne bileyim müziğe, müzik enstrümanlarına ilgili meraklı bir çocuk oluyor.

There are children who live in their own little world, or, I don't know, there is a curious child who is interested in music and musical instruments.

Bazısının eline enstrüman veriyorlar ve virtüöz oluyor onlar on sene sonra.

They give some of them an instrument, and ten years later, they become virtuosos.

Bazılarının öyle bir küçüklük hevesi olarak kalıyor. Anılarını da anlatıyor. Ben de mandolinini çok severdim diyor.

For some, it remains as a desire for such smallness. They also tell their memories. They say they loved their mandolin very much.

Konuşma bizim gündelik pratiğimizde yaşamsal çıktılarımızdan biri. Konuşarak anlaşıyoruz ırk olarak ve sadece bize has bir özellik.

Speech is one of our vital outputs in our daily practice. We understand each other as a race through talking, and it is a characteristic unique to us.

Fakat çok kısıtlı yaptığımız bir şey. Yani çok az kelimeyle çok az şey için ve birbirinin tekrarı şekillerle...

However, it is something we do very limited. I mean, with very few words for very few things and in forms that repeat each other...

...kuruyoruz konuşarak. Birincisi bu pratik. İkincisi hepsinden de önemlisi konuşacak bir şeylerin olması.

...we are drying by talking. The first is that this is practical. The second and most importantly is having something to talk about.

Yani iyi konuşmak işte çok fit bir vücudun var, süper kıyafetler giyindin, çok güzel vurgular yaptın çok bilmem ne ama ne anlattın güzel kardeşim.

So you speak well, you have a very fit body, you're wearing super clothes, you made great emphases, but what did you actually convey, dear brother?

Günün sonunda böyle bir şey var. İnsanların beklentisi. Dolayısıyla bu iş zihni doldurma işi.

At the end of the day, there is such a thing. The expectation of people. Therefore, this job is about filling the mind.

Yani konuşmacı olmak diye bir şey bence yok.

I don't think there is such a thing as being a speaker.

Konuşacak kadar kafanın bir şeyle dolması var. Bu yazarlıkta da böyle, bu işte efendim sanatta da böyle.

Your mind needs to be filled with something to be able to speak. It's the same in writing and also in art, my friend.

Yani bir insan neden heykeltıraş oluyor? Mermere çok iyi şekil verebildiği için değil.

So why does a person become a sculptor? Not because they can shape marble very well.

Mermere şekil vererek ifade etmek istediği bir şey olduğu için.

Because it expresses something by shaping the marble.

Bir insan neden kitap yazıyor? Bir kitap yazacak kadar bir şeyle dolduğu için ve bunun insanlar için önemli olduğunu düşündüğünden.

Why does a person write a book? Because they are filled with something enough to write a book and they think it is important for people.

Konuşma da böyle bir şey. Sizin zihninizi ne kadar...

Speech is like this. How much does it...

Ne kadar doldurduğunuzla ilişkili, neyle doldurduğunuzla ve karşıdakilerin bu birikimle ne kadar ilgilendiğiyle ilgili.

It is related to how much you filled it, with what you filled it, and how much the others are interested in this accumulation.

Dolayısıyla nasıl iyi konuşmacı olunur? Özeti zihni çok iyi doldurarak, çok iyi pratik yaparak yani çok fazla pratik yaparak ve istisnansızlar işte olduğu gibi o işe çok özenerek.

So how does one become a good speaker? In summary, by filling the mind very well, by practicing a lot, that is, by practicing extensively, and by showing great care for the job, just as the exceptions do.

Yani ben yan iş olarak arada da bir konuşma yapan ve çok iyi olan.

So I am someone who occasionally speaks as a side job and is very good at it.

Çok çok az insan tanıyorum.

I know very few people.

Bunlar ya mesela efsanevi kimlikler oluyor.

These are often legendary identities, for example.

Zaten hani sırf kendi anılarını anlatması yeterli olan figürler oluyor.

There are already figures whose mere narration of their own memories is sufficient.

Ya da işte dediğim gibi o şanslı çok küçük azınlık oluyor.

Or as I said, that lucky few become a very small minority.

Ama mesele bu işe kendini adayacaksın, çok iyi zihnini dolduracaksın ve çok fazla pratik yapacaksın sahnede ya da sahne arkasında evinde yalnız odanda ayna karşısında.

But the point is you have to commit yourself to this work, fill your mind with a lot of knowledge, and practice a lot either on stage or backstage, in your room at home, in front of a mirror.

Bu arada ara özetlerin de şahane oldu.

By the way, your interim summaries were wonderful too.

Ara özet yapmakta iyi konuşmada var mı?

Is there a skill in summarizing and speaking well?

Ben şimdi sen konuşurken yazıyorum sonunda belki özetleriz desen zaten ara özet yaptın.

I'm writing while you're talking now, so maybe we can summarize it at the end, but you've already made a summary in between.

Peki şunu merak ediyorum.

Well, I'm curious about this.

Sen gazetecisin daha önce yaptığın işler de var orası da ayrı.

You are a journalist; you have had previous work as well, that's a separate matter.

Ben eski gazeteci demiyorum böyle artık hani medyamızı eski seyrededik.

I'm not saying I'm an old journalist anymore, you know, we used to watch our media differently.

Bizim mezunlukta öyle bir şey var değil mi mesela gerçekten eski futbolcuyu anlayabiliyorum da eski gazeteci çok zor bir şey.

There is something like that in our graduation, isn't there? For example, I can really understand a former football player, but a former journalist is very difficult.

Evet evet bence olamaz olmamalı da zaten.

Yes, yes, I don't think it can be, and it shouldn't be anyway.

Gazetecisin.

You are a journalist.

Ama bu taraftan konuşmacı olma işine nasıl, ne zaman geçtin sen?

But how and when did you start speaking from this side?

Çok ilginç ya bak bunu bana kimse sormadı.

That's very interesting, no one has ever asked me this.

Ben de şimdi sorduğun anda hatırladım ne ilginç bir şey kayıtlara geçiriyoruz.

I just remembered what an interesting thing we are recording as you asked.

Şimdi biz gazetecilikte yaptığımız iş sürekli bir şeyler okumak.

Now, the work we do in journalism is always reading something.

Bu kimi zaman basın bülteni oluyor, kimi zaman işte kitap makale oluyor, kimi zaman vesaire vesaire ve basın toplantılarına gidiyorsun ya da röportajlara gidiyorsun.

Sometimes it's a press release, sometimes it's a book article, sometimes it's this and that, and you go to press conferences or interviews.

Karşındaki insanlar seninle konuşuyor, derdini kendi işte nispince anlatmaya çalışıyor.

The people in front of you are talking to you, trying to express their troubles in their own way.

Ve bir noktadan sonra o kadar fazla şeyle doluyorsun ki aslında birçok konu hakkında karşında konuşandan daha fazla şeye sahip oluyorsun.

And at a certain point, you become so filled with so many things that you actually have more knowledge about many subjects than the person speaking to you.

Çünkü karşında konuşan sadece işin kendisini ilgilendiren tarafıyla ilişkiliyken sen çok daha geniş bir perspektifle dünyaya bakıyorsun ya da kendi ilgi odağına bakıyorsun.

Because the person speaking in front of you is only concerned with the aspect of the job that affects them, while you are looking at the world from a much broader perspective or focusing on your own interests.

Ve onun aslında anlattığı şeyde...

And what he actually talks about...

Onun bazen de anmak istemediği rakipleriyle birlikte birleştiğinde ne kadar lezzetli bir içerik olduğunu fark ediyorsun ve o onu anlatıyor, öbürü onu anlatıyor.

You realize how delicious the content is when it sometimes comes together with rivals he doesn't want to mention, and one describes it, the other describes it.

Sen onu alıp haberleştiriyorsun, bir kürasyon, bir derleme, bir oluşum yaratıyorsun vesaire.

You are taking it and reporting on it, creating a curation, a compilation, a formation, and so on.

Sonra bir gün bir halkla ilişkiler şirketinin genel müdürü, hatta buradan adını da analım ya Şebnem Çamaş.

Then one day, the general manager of a public relations company, let's even mention her name, Şebnem Çamaş.

Benim delin.

I'm my own.

Del adlı bilgisayar şirketinin bir toplantısına davet etti.

He invited me to a meeting of the computer company called Dell.

Onlar delin halkla ilişkilerini yürütüyorlardı.

They were managing their public relations.

Dedim ne yapacağım ben yani davet ediyor.

I said what am I going to do, I mean he is inviting.

Şimdi şöyle bir gazeteci niye davet edilir?

Why is such a journalist invited now?

Gel seyret ve bunun haberini yap.

Come watch and report this.

Ya işte bir konuşma yapmanı istiyoruz falan filan.

Well, we want you to give a speech and so on.

Dedim ne konuşacağım?

I said, what will I talk about?

İşte dedi bu teknoloji ne oluyor, ne bitiyor falan anlat.

"Here, he said, explain what this technology is, what's happening, and so on."

Gazetede ne yazıyorsan çık sahnede onu anlat.

Whatever you write in the newspaper, go on stage and tell that.

Tamam dedim.

Okay, I said.

Fakat o kadar...

But that much...

O kadar acayip bir şey ki.

It's such a strange thing.

Şimdi bunu ilk defa yapacak herkes bunları düşünür.

Now everyone who will do this for the first time will think about these things.

Mesela ben kime konuşacağım?

For example, who will I talk to?

Karşımdaki insanların bilgi düzeyi ya da ilgi alanı ne?

What is the knowledge level or area of interest of the people in front of me?

O oturumun sebebi, amacı ne?

What is the reason and purpose of that session?

Ben hangi rolle ve sayıkla orada bulunuyorum?

What role and purpose am I there with?

Ne giyineceğim?

What will I wear?

Bak bu da çok önemli bir şey.

Look, this is also a very important thing.

Çünkü biz gazeteciler çok da öyle üstümüze başımıza özen gösteren bir meslek grubu değilizdir.

Because we journalists are not really a profession that pays much attention to how we present ourselves.

Yani parlamento muhabiri değiliz.

So we are not parliament reporters.

Mesela bayağı bugün işte casual dediğimiz spor hatta salaş şeyler giyiniriz.

For example, today we wear casual, sporty, and even baggy clothes.

Televizyoncular öyle değildir mesela.

Television people are not like that, for example.

Ama gazeteciler böyledir.

But that's how journalists are.

Neyse ne giyeceğim falan filan bilmem ne.

Whatever, I don't know what I'm going to wear and so on.

Ve ne kadar konuşacağım ve neyi konuşacağım bilmiyorum.

And I don't know how much I will talk and what I will talk about.

Çünkü ilk defa bir şey konuşacağınız zaman ilk defa yemek yapan ya da ilk defa bir işte kara kalemle bir şey çizmek isteyen insanın o gelgiti var.

Because when you're talking about something for the first time, there’s that turmoil of someone cooking for the first time or someone wanting to sketch something with a pencil for the first time.

Her şeyi yapabilirsiniz ama ilk ne olmalı?

You can do anything, but what should be first?

Bir de sen bunu sahnede yapıyorsun.

You do this on stage, too.

Aynen.

Exactly.

Mesela bir şiire ya da bir romana ilk başlangıç cümlesi gibi kafanda bir şey var ama neresinde başlıyor?

For example, you have something in your mind like the first opening sentence of a poem or a novel, but where does it start?

Veya neresinde bitecek falan.

Or where it will end, etc.

Neyse konuşmayı yaptım.

Anyway, I had the conversation.

Bütün bunları şey kafamda netleştirdim falan.

I have clarified all of this in my mind and so on.

Şebnem dedi ki kaç para istiyorsun peki dedi.

Şebnem said, "How much money do you want?" Well, she said.

Ne parası dedim.

I said what money.

E dedi bedava mı konuşacaksın dedi.

He said, "Are you going to talk for free?"

Bu arada bak ne enteresan tesadüf adını analım.

By the way, look what an interesting coincidence, let's mention his name.

Londra'da yaşıyorum.

I live in London.

Şimdi Şebnem ailesiyle.

Now with Şebnem's family.

Şebnem aynı zamanda benim ilk telifli yani ücretli dışarıya yazı yazdıran da kadındır.

Şebnem is also the first woman who had my work published and paid for outside.

Büyük kadın hayatımda.

The big woman in my life.

Yıl kaç?

What year is it?

90.

90.

Bu ilk dışarıya böyle yazdığım yazının bir parasal karşılığı olduğunu öğrenmem.

Learning that this first piece I wrote outside has a monetary value.

Galiba 97-98 mi ne öyle bir şey.

I suppose it was around 97-98 or something like that.

Bu konuşma olayı da 2000'lerin başında mıydı?

Was this conversation event also in the early 2000s?

İnan hatırlamıyorum.

I swear I don't remember.

Bakarım mutlaka kayıtlıdır ajandamda.

I'll check, it must be recorded in my planner.

Ama şöyle oldu.

But here’s what happened.

Sonra ben tabii bu konuşma bir kere oldu.

Then of course this conversation happened just once.

Belki bir kere daha birisi davet etmiştir ve o defter orada kapandı.

Maybe someone invited them one more time and that notebook closed there.

Benim bu işe girişim şöyle oldu.

My involvement in this job started like this.

Çok hızlıca bir özet geçeyim.

Let me quickly give a summary.

Gazetecilik yaparken Radikal Gazetesi'ndeyken bir gün beni o zamanlar Doğan TV Holding olan

One day while I was working as a journalist at Radikal Newspaper, I was approached by what was then Doğan TV Holding.

ve bizim Doğan Yayın Holding'in en büyük.

and the largest of our Doğan Publishing Group.

Alt iştiraki olan grup dijital dönüşüm projeleri için çağırdı.

The group with a subsidiary has called for digital transformation projects.

İşte biz dijitalleşmek istiyoruz.

Here, we want to digitize.

Gazete, radyoları, televizyonları bilmem neleri internete geçireceğiz.

We will transition newspapers, radios, televisions, and whatever else to the internet.

Bu projeyi sen yürü tamam seve seve geçtim.

You take over this project, I willingly resign.

Geçtikten sonra ben bir sene içerisinde onu yapamadığımı anladım.

After a year, I realized that I couldn't do it.

Çünkü orası hani ayrıca bir programda ne olur anlatmayı çok.

Because it's a place where it would be very much explained what happens in another program.

Nasıl yapılmaz.

How not to do it.

Yani aynen aynen ben orada bir patron şirketinde dahi.

So exactly, exactly, I'm even in a company as a boss there.

Patron bir şeyi delicesine istediğinde nasıl yapılamayacağını öğrendim.

I learned how to do something when the boss wanted it desperately.

Ve bunu Türkiye'nin en profesyonel insanlarından öğrendim.

And I learned this from the most professional people in Turkey.

Yani ben yüzme bilmeyen biri olarak pirana havuzuna atıldım.

So I was thrown into the piranha pool as someone who doesn't know how to swim.

Öyle söyleyeyim.

Let me put it this way.

Neyse bir sene sonra oradan ben ayrıldım.

Anyway, I left there a year later.

Müsaade istedim.

I asked for permission.

İşlerimi devrettim.

I transferred my business.

Ve cebimdeki üç kuruş parayla ki o da sadece Ikea'dan altı tane masa ve sandalye almaya yetti.

And with the three pennies in my pocket, which were only enough to buy six tables and chairs from Ikea.

Ben o kadar bir paradan söz ediyorum.

I'm talking about that much money.

Bugün çarpın.

Multiply today.

Ikea endeksiyle bir ajans kurdum.

I established an agency with the Ikea index.

Ve arkadaşlara dedim ki arkadaşlar bakın ben çok güzel şeyler var kafamda.

And I told my friends that I have many beautiful things in my mind.

Orada yapamadım burada yapmak istiyorum.

I couldn't do it there, I want to do it here.

Ama param yok kazanırsak bölüşeceğiz.

But I don't have any money; if we win, we will share it.

Ama çok güzel şeyler yapacağız.

But we will do very beautiful things.

Çoluğa çocuğa anlatacağız.

We will explain it to the children.

Var mısınız dedim.

I said, are you in?

Hiç olmadık insanlar hiç olmadık işlerini bırakıp geldiler benim yanıma.

People I never expected left their unexpected jobs and came to me.

Hiç olmadık paralarla çalıştık.

We worked with money we never had.

Sonra kazandık birlikte bölüştük.

Then we won and shared it together.

Harcadık yedik çok da eğlendik.

We spent, ate, and had a lot of fun.

Sonrasında ben illallah dedim.

Then I said "I surrender to Allah."

Çünkü ilk defa hayatımda Doğan TV Holding'de gazeteden ayrılıp Doğan TV Holding'e geçtiğimde kariyer oyunlarını taht oyunlarını öğrendim.

Because for the first time in my life, when I left the newspaper to join Doğan TV Holding, I learned the career games and power plays.

Yani böyle Game of Thrones ve House of Cards'ı bir arada yaşadım öyle söyleyeyim.

So, I lived through something like Game of Thrones and House of Cards at the same time, let me put it that way.

Sonrasında ajans dünyasında ilk defa gerçek anlamda daha önceden şirket kurdum ama hep böyle kendimle ilgiliydi.

Afterwards, for the first time in the agency world, I actually set up a company before, but it was always about myself.

İlk defa gerçek anlamda.

For the first time in a true sense.

Girişimim oldu 2008 yılında ve maaş ödeme, personel çalıştırma, şirket, dükkan idare etme, efendim bunun vergisiyle uğraşma, tahsilatıyla uğraşmayı öğrendim ve tövbe ettim.

I started my venture in 2008, and I learned about salary payments, employing personnel, managing a company and a shop, dealing with taxes, and handling collections, and I repented.

Saçı sakalı orada arttım zaten.

I already grew my hair and beard there.

Dedim ki artık ben hiç kimsenin sorumluluğunu üstlenmek istemiyorum.

I said that I no longer want to take responsibility for anyone.

Çünkü uykularım kaçıyor.

Because I can't sleep.

Şunu söyleyeyim çocuklarımın doğduğu sene ben iş yerine bornozumu da götürdüm.

Let me tell you, the year my children were born, I also took my bathrobe to work.

Anlatabiliyor muyum?

Can I explain it?

Yani terlik pijama götürmeyi geçtim.

So I didn't even mention taking slippers and pajamas.

Diş fırçası değil yani.

So it's not a toothbrush.

Onlar zaten standart.

They are already standard.

Onlar çok önceden başladı.

They started a long time ago.

Ben artık orada yıkanıp üstümü değiştirip güne devam ediyordum ve dedim ki ne oluyor ya?

I was already washing up there, changing my clothes, and continuing with the day, and I said, what's going on?

Ne oluyor?

What's happening?

Dedim ve sonra dedim ki ben bundan sonra hayatımda tek başıma ne yapabileceksem onu yapacağım.

I said, and then I said that from now on, I will do whatever I can do alone in my life.

Ve o yolda yürümeye karar verdiğinde ben dedim en iyi ne yapıyorum?

And when she decided to walk that path, I said what am I doing best?

Ya ben yazı yazmayı çok seviyorum.

I really love writing.

Okumayı çok seviyorum.

I love reading very much.

Ben konuşmayı çok seviyorum.

I really love talking.

Ve o zamanlar Türkiye'de konuşmacılık dediğimiz şey kaç senesinden bahsediyorum?

And what year am I talking about when I refer to what we called speaking in Turkey?

2009 tabii 2009.

Of course, 2009.

Bu seviyede değil.

It's not at this level.

Şimdi bugün herhangi bir otele gidin özellikle büyük şehirlerde kapıdaki tabelalara bakın.

Now, go to any hotel today, especially in big cities, and look at the signs at the door.

Etkinliklere bakın.

Look at the events.

O etkinliklerin hepsinde birileri bir şeyler yapıyor.

Someone is doing something in all those events.

Tabii havaalanında çıkışta bekleyen adamlar vardır ya.

Of course, there are men waiting at the airport exit.

Aynen öyle.

Exactly.

Dolayısıyla böyle bir doğru dürüst sektör yok.

Therefore, there is no proper sector like this.

2-3.

2-3.

Bir tane konuşmacı ajansı var ve bir tanesi de benim şimdi çalıştığım ajansım.

There is one speaker agency, and one of them is the agency I am currently working with.

Onlar da daha yeni kuruluyorlar.

They are just being established as well.

Karı koca küçücük ve böyle bir bilinmezlik içerisindeler.

The husband and wife are in a tiny and such an uncertainty.

Dedim ki arkadaşlar ben de böyle şeyler yapmak istiyorum.

I said, friends, I want to do things like this too.

Ama bunu yani şunu söyleyeyim şeyim şuydu motivasyonum.

But let me say this, my motivation was this.

Ben sadece işimi yapmak istiyorum.

I just want to do my job.

Yani para, tura, sözleşme, tahsilat, fatura falan bunlarla uğraşmak istemiyorum.

I don't want to deal with things like money, currency, contracts, collections, invoices, and so on.

Ben konuşmak istiyorum.

I want to talk.

Konuşacağım şeyler.

Things I will talk about.

Var.

There is.

Beni muhataplarımla buluştun.

You brought me together with my counterparts.

Tamam.

Okay.

Ve birlikte büyüdük.

And we grew up together.

Ve şunu söyleyeyim.

And let me say this.

İtiraf edeyim buradan.

I'll confess from here.

İlk defa da kayıtlara geçsin.

Let it be recorded for the first time.

Ben bu kararı verdiğimde yani ben artık kendi başıma yürüyeceğim dediğimde benim ikizlerim doğmuştu.

When I made this decision, that is, when I said I would walk on my own, my twins had been born.

Prematüre ve acayip bakıma muhtaçlar.

They are premature and need special care.

Çok yüksek maliyetli bir bakıcı giderimiz var.

We have a very high-cost caregiver expense.

Çok yüksek giderlerimiz var.

We have very high expenses.

Eşim ücretsiz izinde, doğum izinde falan.

My spouse is on unpaid leave, on maternity leave and so on.

Ve benim şöyle ya buradan böyle söylemek garip olabilir ama ben bir pro severim.

And it might sound strange to say it like this from here, but I am a pro lover.

Bir tane prom ve 34 lira param kalmıştı hayatta.

I had one prom and 34 lira left in my life.

Tamam mı?

Is it okay?

Dedeyecek dedim evet.

I said yes to what he would say.

Yani hani züğürtlük ve bohemlik arasındaki çizgiyi anlatmak için bir tane prom yani hayatta en sevdiğim ve en keyif aldığım şeye dair.

So, it's like a prom to describe the line between being broke and being bohemian, about the one thing I love and enjoy the most in life.

Bir atımlık kurşunum var ve 30 küsür lira param var.

I have a bullet for one shot and I have over 30 lira.

Bir tane bile pro alamayamayam o parayla yemek yiyemem falan filan.

I won't even be able to get a single project, I can't even eat with that money, and so on and so forth.

Ve iki tane çocuğum var.

And I have two children.

Ve taksimetre fena işliyor.

And the taxi meter is not working properly.

Ama dişimi sıktığımda hiç olmadık böyle kapılar açıldı.

But when I gritted my teeth, doors I never expected opened up.

Çok enteresan bir süreç yerleşti ve bu işe başladım.

An interesting process took place and I started this job.

Ve bu işin Türkiye'de dünyadan bahsetmiyorum.

And I'm not talking about the world in this job in Turkey.

Türkiye'deki profesyonelleşmesine hem şahitlik ettim.

I have witnessed its professionalization in Turkey.

Hem çok katkıda bulundum.

I have contributed a lot.

Bunu bilen bilir.

Those who know know this.

Hani belki sahnede beni dinleyen bilmez bilmem ne yapmaz ama çok da emek çektim.

Well, maybe those who listen to me on stage don't know or don't care, but I've worked very hard.

Ve lafı çok uzatmış olabilirim.

And I may have prolonged the conversation a lot.

Böyle kötü bir huyum var.

I have such a bad habit.

Yok ama şu şunu da nasıl olunur zaten.

There isn't, but how can one become this anyway?

Yani bunu merak ediyoruz.

So we are curious about this.

Bu kolay değil.

This is not easy.

Çünkü yani şöyle söyleyeyim.

Because, let me put it this way.

Bakın benim başladığım zaman da benim medya dünyasında bir ismim var ama.

Look, I had a name in the media world when I started as well.

Bunun konuşmalara tahvil edilebilir bir durumda.

This is in a state that can be converted into conversations.

Bunun bir durumu yok.

There is no situation for this.

Çünkü ben aktaran kişiyim.

Because I am the one who conveys.

Bir şeyi anlatan kişi değilim.

I am not the person who tells something.

Böylesine konuşmalar yok.

There are no conversations like this.

Dediğim gibi.

As I said.

O dönemde ne vardı biliyor musunuz?

Do you know what there was at that time?

Türkiye'de 5-10 tane büyük konferans vardı.

There were 5-10 big conferences in Turkey.

Yani firmaların etkinlikleri yoktu.

So the companies had no events.

İşte marka konferansı.

Here is the brand conference.

Yok efendim Brand Week falan filan.

No, sir, Brand Week and so on.

Böyle büyük konferanslar vardı.

There were such large conferences.

Ve onların içerisinde 5-10 tane konuşmacı olurdu.

And there would be 5-10 speakers among them.

Vesaire.

Et cetera.

Böyle bir sektör yoktu.

There was no such industry.

Bu konuşmacı ajansları böyle yoktu.

There were no agencies like this speaker.

Ve firmaların böyle bir beklentisi yoktu.

And the companies did not have such an expectation.

Böyle bir çabası, motivasyonu yoktu.

He had no such effort or motivation.

Ben bunların içerisinde oldum.

I have been a part of these.

Ama bugün olmak çok daha zor.

But being today is much harder.

Çünkü bugün çok fazla etkinlik var.

Because there are too many events today.

Konuştuğunu iddia eden çok fazla insan var.

There are many people who claim to be speaking.

Benim ajansımda bile geçen sordum.

I even asked about it at my agency.

Kaç konuşmacınız var diye.

How many speakers do you have?

200'ün üzerinde olduğunu söyledi.

He said it was over 200.

200 konuşmacı.

200 speakers.

Ama tabii şöyle mesela.

But of course, like this for example.

İşte ben sağlıklı yaşam ile ilgili bir şey konuşmadım.

Here, I didn't talk about something related to healthy living.

Bir şey dinlemek istiyorum.

I want to listen to something.

Tamam şunlar şunlar.

Okay, these ones.

İşte efendim ben dünya ekonomisi ve ekonomik trendler hakkında bir şey bu.

Here you go, sir, this is something about the world economy and economic trends.

Ama günün sonunda ne aklınıza gelse en az bunun sadece benim ajansımda 25-30 belki 100 konuşmacısı var.

But at the end of the day, whatever comes to your mind, at least there are 25-30, maybe 100 speakers just in my agency.

Şimdi bunların arasından sıyrılacaksınız.

Now you will stand out from among them.

İsim yapacaksınız bilmem ne.

You will make a name, I don't know what.

Ve bunu iğrençleşmeden yapacaksınız.

And you will do this without becoming disgusting.

Çünkü en kolayı iğrençleşerek yapmak.

Because the easiest way is to become disgusting.

Ve hiçbir faydasını gören ekmeğini yiyen.

And none who benefits from it eats his bread.

Ben ne de rastlamadım.

I haven't encountered that either.

Yani sürekli kendini pazarlama.

So, constantly marketing yourself.

Sürekli kendini anlatma.

Stop constantly explaining yourself.

Sürekli kendini övme vesaire.

Constantly bragging about oneself, etc.

Tabii bu işin içerisine girince.

Of course, once you get involved in this job.

Yani şey açısından söylüyorum.

I mean, in terms of that thing.

Yanlış anlaşılmasın.

Don't get me wrong.

Söylediğimi yaşadığım için.

Because I live what I say.

Ben Türkiye'nin en çok konuşan konuşmacılarından biriyim.

I am one of the most talked-about speakers in Turkey.

Dolayısıyla en fazla bu tip etkinliklerde yer alan.

Therefore, they are mostly involved in events of this type.

Ve en fazla başka konuşmacılarla.

And mostly with other speakers.

Haşır neşir olan insanların.

People who are in contact.

Sahiden insanların bir sahne yüzü var.

Indeed, people have a face for the stage.

Bir de sahne arkası yüzü var.

There is also a backstage face.

Ve bazen o ikisi arasında öyle bir uçurum var ki.

And sometimes there is such an abyss between those two.

Şizofrenik bir duruma dönüşebiliyor.

It can turn into a schizophrenic situation.

Ve ben şeye inanıyorum.

And I believe in that.

Ben seyircinin, izleyicinin, takipçinin bunları hissettiğine adım gibi eminim.

I am as sure as my own foot that the audience, the viewer, the follower feels these things.

Kendimden biliyorum.

I know it from myself.

Ben seninle burada nasıl konuşuyorsam.

I am talking to you here just like this.

Mikrofonlar kapandıktan sonra da böyle konuşuyorum.

I still talk like this even after the microphones are turned off.

Sahnede de böyle konuşuyorum.

I talk like this on stage as well.

Benim herhangi bir başka yüzüm yok.

I have no other face.

Zaten başka bir yüzü yönetecek enerjim de yok.

I don't have the energy to manage another face anyway.

Zihnim bu kadarına yetiyor.

My mind can only handle this much.

Ve ben bununla çok mutluyum, memnunum.

And I am very happy with this, I am pleased.

Ve insanlar bununla mutlu ve memnun olan insanlara da ulaşabiliyorum.

And I can reach people who are happy and satisfied with this.

Ama ben burada gülücükler dağıtıp.

But I'm here spreading smiles.

Arka planda Nemrut, Nobran bilmem ne birisi olsam.

In the background, if I were someone like Nemrut, Nobran or whatever.

O yansır işte şeye.

It reflects on the thing.

Yani konuşmacı olmanın içerisinde zihni doldurmak kadar.

So, it's just as much about filling the mind as it is about being a speaker.

Zihni doldurmak kadar.

As much as filling the mind.

Kendi ismini duyurmak da var.

There is also the part of making your own name known.

Yani bir konu konuşulduğunda.

So when a topic is discussed.

Bir masa etrafında beş kişi bir şey hakkında konuşuyorsa.

If five people are talking about something around a table.

Akla senin isminin gelmesi lazım.

Your name should come to mind.

Ve bu seneler alıyor.

And this takes years.

Benim kaç senemi aldı?

How many years did it take me?

Dört senemi aldı.

It took four years of my life.

Dört sene.

Four years.

Ve ben başka hiçbir şey yapmadan bunun için uğraştım.

And I worked for this without doing anything else.

Çünkü şöyle bir durum var.

Because there is a situation like this.

İnsanlar diyor ki mesela.

People say that for example.

İşte biz şöyle bir etkinlik yapacağız.

Here is the event we will organize.

Serdar Kuzuloğlu gelip konuşabilir mi?

Can Serdar Kuzuloğlu come and speak?

Yani Serdar Kuzuloğlu gelip orada konuşabilmek zorunda.

So Serdar Kuzuloğlu has to come and speak there.

Ne şart yani ne istisnayla başka bir yerde konuşmuyorsa.

What condition, I mean under what exception, is he not speaking elsewhere?

Bak ben üç aydır kendime tatil yazıyorum.

Look, I've been planning a vacation for myself for three months.

Üç aydır.

For three months.

Ben serbest meslek erbabıyım tamam mı?

I am a freelancer, okay?

Üç aydır tatil yapamıyorum.

I haven't been able to take a vacation for three months.

Çünkü bütün tatil olarak koyduğum yere ajans diyor ki.

Because the agency says that I put it in a place called holiday.

Serdar Bey ne olur çok rica ettiler.

Mr. Serdar, please, they begged you a lot.

Şunu yapamıyorum.

I can't do that.

İyi diyorum hadi yapalım.

I'm saying it's good, let's do it.

Çok da mutluyum ayrıca.

I am also very happy.

Yani işini dünyada yaptığı işi.

So the work he does in the world.

Benim kadar.

As much as me.

Seven ve benim kadar saygı duyan.

Respectful as both you and I.

Ne kadar insan var bilmiyorum ama.

I don't know how many people there are, but.

O insanların hepsi işlerinde başarılı.

All those people are successful in their jobs.

Ben çok seviyorum ya.

I love it so much.

Çok seviyorum.

I love you very much.

Ve bunun hakkını verebilmek için de çok uğraşıyorum.

And I am working hard to do justice to this.

İnsanlar bana işte soruyorlar.

People ask me at work.

E-mail atıyorlar bilmem ne.

They are sending an email, I don't know what.

Ya bakıyorum daha bana.

Yeah, I'm still looking at you.

Bu konuları sorarken kurduğu cümleler bile.

Even the sentences he/she constructs while asking these questions.

Kendini ifade etmekten uzak.

Distant from expressing oneself.

Birazdan belki gireriz.

Maybe we'll join in a little while.

Ben sahneye çıkacağım.

I will go on stage.

Çıkıp o seyirciye bakılan ilk anı anlatmak isterim.

I want to describe the first moment of looking out at the audience.

Dünyada başka hiçbir şeye benzemiyor.

It resembles nothing else in the world.

Hani diyor ya oyuncular.

You know what the players say.

Tiyatro er meydanı.

The theater is the arena of courage.

Ben benim tiyatrocu arkadaşlara diyorum.

I am telling my actor friends.

Oğlum gel ben sana kaş göz bıyık yapayım.

Son, come here and let me draw your eyebrows and mustache.

Çık bakayım o sahneye.

Come out to that stage.

Ben seni orada göreyim.

I'll see you there.

Benim yaptığım işte diye.

It's about the work I do.

Konuşuruz sonra.

We'll talk later.

Bir de senin bir konuşmacı olarak.

And you as a speaker.

Skalan çok geniş sanki.

It seems like your scale is very wide.

Bir gün kozmetik çalışanlarına.

One day to the cosmetics employees.

Başka bir gün klima tamircilerine konuşabiliyorsun mesela.

For example, you can talk to the air conditioner repairmen another day.

Değil mi?

Isn't it?

Elbette elbette.

Of course, of course.

Hatta şöyle bunların hepsine ben sürekli çalışıyorum.

In fact, I am constantly working on all of these.

Ki bir gün bana gelip de hani mesela şimdi atıyorum benim düzenimde şöyle Mart, Nisan, Mayıs'ı dolduruyoruz.

One day you could come and say, for example, now I'm filling in March, April, May in my schedule.

Önümde zaman oluyor ama o sürecin içerisinde her zaman boşluğum yok hazırlanacak.

I have time ahead of me, but I don't always have the space to prepare within that process.

Önceden hazırlarım yani bir şey olursa diye.

I prepare in advance, just in case something happens.

Ve bak ajandamı açtım mesela.

And look, I opened my planner, for example.

Şimdi bu kaydı yaptığımızdan önceki tarihten geriye dönerek.

Now going back to the date before we made this record.

Sektörleri söyleyeyim.

Let me tell you the sectors.

Bir büyük Türkiye'de ve yurt dışında hizmet veren holdingin yöneticilerine konuştum.

I spoke to the managers of a large holding company serving in Turkey and abroad.

İçinde Hint yöneticiler var.

There are Indian administrators inside.

İngiliz yöneticiler var.

There are English managers.

Japon yöneticiler vardı.

There were Japanese managers.

Onun öncesinde bir yazılım şirketine.

Before that, to a software company.

Onun öncesinde bir kozmetik şirketinin perakende dağıtım sahiplerine.

Prior to that, to the retail distribution owners of a cosmetic company.

Onun öncesinde bir kombi üreticisinin teknik ekibine.

To the technical team of a boiler manufacturer before that.

Kombi diyemedim.

I couldn't say "combi."

Onun öncesinde.

Before that.

Dur bu ne sigortaya?

Stop, what is this insurance?

Emeklilik sigortası çalışanlarına.

Retirement insurance for employees.

Onun öncesine bir otomotiv firmasına.

Before that, to an automotive company.

Onun öncesine bunun bir muadili yok.

There is no equivalent to it before that.

Mecbur söyleyeceğim.

I have to say it.

Şişe cama.

Bottle to glass.

Onun öncesine iki otomotiv konuşmacısına, telekom operatörüne, lojistik firmasına, bankaya, ilaç şirketine, enerji şirketine dönüyorum.

I am returning to two automotive speakers, a telecom operator, a logistics company, a bank, a pharmaceutical company, and an energy company before that.

Böyle hafta hafta.

Such a week by week.

Sardar bravo.

Well done, Sardar.

Bütün bu isimleri aslında podcast yaptığımız için söylüyoruz.

We are mentioning all these names because we are actually doing a podcast.

Söyleyebilirdin ama.

You could have said it.

Öyle mi ha?

Is that so?

Kusura bakma.

Sorry.

O anında nasıl çevirdiğine ve cep telefonundan şu anda bakıyor ajandasına.

At that moment, he is looking at his agenda on his mobile phone and how he translated it.

O anında nasıl sektör sektör söyleyebildiğine.

How she was able to say it sector by sector in that moment.

Kusura bakma işkence ettim belki ama izledim seni böyle.

I'm sorry if I tortured you, but I watched you like this.

Yani şeyi söyleyeyim.

So let me say this.

Bu insanların eğitim seviyeleri farklı, sektörleri farklı, ilgi alanları farklı, bizzat firmalarının iştigal alanları farklı.

These people's education levels are different, their sectors are different, their areas of interest are different, and the fields of activity of their own companies are different.

Benim çağrıldığım etkinliklerin temaları, konseptleri bambaşka.

The themes and concepts of the events I am invited to are completely different.

Ya mesela bir gün Bursa'da tesisatçılara bir konuşma yaptırdım.

For example, one day I had a speech given to plumbers in Bursa.

Madem isim söyleyebiliriz söyleyeyim.

Since we can mention names, let me say it.

Vailo Pompa diye bir şirket varmış.

There is a company called Vailo Pompa.

Alman pompa şirketi bunlar.

These are German pump companies.

127 yıldır yanlış hatırlamıyorsam pompa üretiyor ve sadece pompa üretiyor.

If I'm not mistaken, it has been producing pumps for 127 years and only produces pumps.

Ve dünya lideriymiş falan.

And supposedly he is a world leader.

Bir gittim böyle gayet de hoş hanımefendiler var yöneticileri falan filan.

I went there and there were quite pleasant ladies, the managers and so on.

Ya bir muhabbetler var.

There are some conversations going on.

Sahneye çıktılar dev ekranlarda.

They appeared on stage on giant screens.

İşte diyor ki.

Here it says.

Yapay zekalı işte şey yeni pompa sistemlerimiz katı partikülü.

Our new pump systems with artificial intelligence handle solid particles.

Katı partikül dediği de yani ne olduğunu anladınız değil mi?

What they call a solid particle, you understand what it is, right?

Tesisattan geçen katı partikül.

Solid particle passing through the installation.

Hani defi hacetten söz ediyor.

He speaks of the matter of defi.

Onları animasyon yapmışlar.

They have made them into an animation.

Parçalıyor falan filan.

It's breaking apart and so on.

Ve mühendisler not alıyor.

And the engineers are taking notes.

Hani teknik mühendisler falan.

You know, technical engineers and such.

Ya dedim biraz önce benim.

I just said mine a little while ago.

Seviyorum mühendisini biliyor musun?

Do you know that I love the engineer?

Dedim biraz önce ne yaşadık dedim ya.

I said what we just experienced a little while ago.

Bu hanımefendiler ne anlattılar.

What did these ladies talk about?

Siz neyin notunu aldınız bana.

What note did you take for me?

E şimdi bakıldığında mevzu ne biliyor musun?

So now that we look at it, do you know what the issue is?

Mevzu şu.

The issue is this.

İnsanlığın bazı kadim alt metinleri var.

Humanity has some ancient subtexts.

Bazı evrensel endişeleri, merakları, korkuları ve umutları var.

They have some universal concerns, curiosities, fears, and hopes.

Bunları anlamak lazım.

These things need to be understood.

Yani bugün mesela benim işim kabaca teknoloji ve trendler özünde, ekseninde.

So today, for example, my work is roughly centered on technology and trends.

Dünyanın ve içerisinde yaşayan insanların.

The world and the people living in it.

İnsanların hangi yöne doğru gittiğini ilgili olan, meraklı olanlara tercüme etmek.

Translating for those who are curious about the direction people are heading.

Benim işimin aşağı yukarı özeti bu.

This is roughly a summary of my job.

Sardar aslında benim mesela bu programı yapma nedenlerimden biri de mesela nasıl olunur?

Sardar, actually one of my reasons for doing this program is, for example, how to become one?

Şimdi hepimiz belli bir yaşa geliyoruz.

Now we all reach a certain age.

Birden mesleksiz, işsiz, ne yapacağımızı bilemez bir halde kalabiliyoruz.

Suddenly, we can find ourselves in a situation where we are unskilled, unemployed, and don't know what to do.

Bir taraftan genç, çok yeni gelen bir kuşak var.

On one hand, there is a young, very new generation.

Yani buna 9 yaşındaki çocuktan da bahsedebiliriz.

So we can also mention a 9-year-old child.

Ya da 12 yaşındayız.

Or we are 12 years old.

Ya da 18 yaşında, üniversiteden yeni mezun olmuş insanlar.

Or 18 years old, people who have just graduated from university.

Hepimiz ne yapacağımızı merak ediyoruz.

We are all curious about what we will do.

Nasıl değişebiliriz?

How can we change?

Nasıl olabiliriz?

How can we be?

Senin konuşmalarında bunu yani bir kombi şirketine de yapıyor olabilirsin.

You could be doing this in your conversations as well, meaning with a boiler company.

Ya da işte elektronik bir şeyler yapan insanlara yapıyor olabilirsin.

Or you might be working with people who make electronic things.

Ama bir yol açıyor, bir zihin açıyor.

But it opens a way, it opens a mind.

Zaten bu programda ilk sen konuş onun için de istedim.

I wanted you to speak first in this program anyway.

Yani biz sadece seninle şunu öğrenmiyoruz.

So, we are not just learning this with you.

Nasıl konuşulur değil.

It's not how to talk.

Baştan sona seni bayağı kesmeden dinliyorum ki.

I’m listening to you without interrupting from start to finish.

Burada sebatı öğreniyoruz.

We are learning perseverance here.

Pişme meselesini, bekleme meselesini, kendini oturtmayı öğreniyoruz değil mi?

We are learning about cooking, waiting, and how to settle ourselves, right?

Yani belli bir süre beklemeyi ve çalışmayı, samimi olmayı.

So, waiting and working for a certain period of time, being sincere.

Bütün bunların bir süreci var ve biz genellikle...

Everything has a process, and we usually...

Ya biz hep bu raftaki ürüne odaklanıyoruz ya.

Either we are always focused on this product on the shelf.

Evet, evet.

Yes, yes.

Hani bu şey gibi geliyor.

It feels like this thing.

İşte sürekli kafelerde çalışan bir beyaz yakalının kafe açma hayali gibi.

It's like the dream of a white-collar worker who constantly works in cafes to open a cafe.

Tezgahın öte tarafına dair hiçbir bilgisi yok.

He has no information about the other side of the counter.

Ve o onun için kafesiydi.

And it was his cage.

Ve o gördüğü kısmından ibaret.

And that is all there is to what he saw.

Yani işte arkada mutfakta sandviçi yapan elemanın peyniri sürekli kırpıp eve götürmesinden dolayı oluşan fire.

So, it is the loss caused by the guy in the back making sandwiches constantly trimming the cheese and taking it home.

Tahsilatı yapamadığı kamyoncu falan filan.

The truck driver, etc., that he couldn't collect from.

Bunlara hiç bilgisi yok.

They have no knowledge of these.

Biz mesela hani konuşma.

For example, we don't talk.

Şimdi konuşma nedir?

What is speech now?

Bakın.

Look.

Şöyle birazcık hani storytelinde şemsiyesine ve izleyici kalibresine sığınarak.

Just a little bit, you know, sheltering under its umbrella and viewer caliber on Storytel.

Neil Post'un dünyanın en önemli iletişim kuramcılığı.

Neil Post is one of the most important communication theorists in the world.

İletişim bilimcilerinden biri ve Türkçe'ye televizyon öldüren eğlence diye çevrilen muhteşem bir kitabı var.

One of the communication scholars has a magnificent book translated into Turkish as "The Entertainment that Killed Television."

Ve o kitabında bu Marshall McLuhan'ın da yine Kanadalı iletişim bilimci üstünde çok durduğu görsellik çağından bahsediyor.

And in that book, he talks about the visual age that Marshall McLuhan, the Canadian communication scholar, also emphasized very much.

Yani görsellik çağı görerek, seyrederek, bakarak yani litografik çağdan yani kitapları okumak yerine video olarak televizyonda izliyorlar.

So they are experiencing the age of visuality by seeing, watching, and looking, meaning they are consuming content on television as videos instead of reading books, which is the lithographic age.

İzleyerek bir şeyleri alma.

Don't take things by watching.

Mesela storytelde bunun işte sese dayalı bir uzantısı.

For example, this is a sound-based extension of storytelling.

Yani insanlar dinleyerek bir şeylere vakıf olmaya çalışıyorlar.

So people are trying to become aware of things by listening.

Bu görsellik çağının tabii ki önemli bazı alt kırılımları var.

This visuality has some important subcategories of course.

Mesela görünürlük.

For example, visibility.

Yani görsellik çağında görünürlük diye bir şey var.

So in the age of visuals, there is something called visibility.

Ve sen görünüyorsan varsın.

And if you are visible, you exist.

Var olanlar görünür.

The existing are visible.

Görünenler var olur.

What is seen exists.

Görünmeyenler var olmaz.

The unseen do not exist.

Dolayısıyla sen sahneye çıktığın zaman varsındır ve olmuşsundur, pişmişsindir.

Therefore, when you step onto the stage, you exist and you have become, you are ready.

Yani bugün etrafımda konuşmacı olmak isteyenler ki bazen işte benim ajansımla da başka ajanslarla da muhabbet ediyoruz.

So today there are people around me who want to be speakers, and sometimes we chat with my agency and other agencies as well.

Diyor ki her gün kimlerin başvurduğunu inanamazsınız ve çoğunun aslında yani anlatacak bir şeyi de yok.

He says you wouldn't believe who applies every day, and most of them actually have nothing to say.

Ama sadece o sahnede olmak istiyor.

But she just wants to be in that scene.

Ve ben denk geldiklerime diyorum ki o sahnede gömülen gördüm ben ya.

And I tell those I come across that I saw someone buried on that stage.

Yani bazılarını ben gördüm.

So I saw some of them.

Yani o sahne, o an, böyle çizgi filmlerdeki gibi bir daire çizilse, oyulsa ve o içine düşse diye dua edenleri gördüm.

So I saw those who prayed for a circle to be drawn like in cartoons, so they could fall into it.

Bizzat sahnedekilerin o hallerini gördüm.

I personally saw the states of those on stage.

Çünkü bak şöyle anlatayım müsaadenle.

Because let me explain it this way, if you allow me.

İşin görünmeyen tarafı.

The unseen side of the job.

Bir kere bu işin en başta torpili yok.

First of all, there are no connections in this job.

Torpili yok tamam mı?

No favoritism, alright?

Yani seni kimse bilmem kimin oğlu, kızı, yeğeni bilmem nesi diye çağırmaz.

So no one will call you someone's son, daughter, nephew, or whatever.

Çünkü sana sahneyi dolayısıyla etkinliğini, markasını, gününü emanet ediyor.

Because it entrusts you with the stage, therefore its event, its brand, its day.

Bir saatliğine de olsa.

Even if it's just for an hour.

Üstelik emanet ettiği gibi üstüne para veriyor sana.

Moreover, he gives you money on top of what he entrusted to you.

Ve bir beklentisi var.

And there is an expectation.

Ve bunun torpili yok.

And there is no nepotism in this.

Ve senden en az istediği kadar performans bekliyor.

And he expects as little performance from you as possible.

Bu çok önemli.

This is very important.

İkincisi teksin ya teksin.

The second one is singular or it's singular.

Bak bunu kimse düşünmüyor.

Look, no one thinks about this.

Orası bir tiyatro gösterisi değil, bir film değil, dizi değil.

That's not a theater show, not a movie, not a series.

Teksin.

The text.

Teksin sadece senin performansına bağlı.

The text depends solely on your performance.

Sesin düşemez.

Your voice cannot fall.

Hareketlerin saçmalayamaz.

Your actions cannot be nonsensical.

O sahneyi dolduracaksın.

You will fill that stage.

İnsanların ilgisini toplayacaksın.

You will attract people’s attention.

Vesaire.

Et cetera.

Bak bu çok önemli.

Look, this is very important.

Mesela geçenlerde Medyascope'da Sevim Gözay'ın programında Nedim Saban konuk oldu.

For example, recently Nedim Saban was a guest on Sevim Gözay's program on Medyascope.

Çok enteresan bir şey söyledi.

He said something very interesting.

Baya şok oldum.

I was quite shocked.

Hiç o açıdan düşünmemiştim.

I had never thought about it from that angle.

Neden tek kişilik gösteriler var diyor.

Why does it say there are solo shows?

Neden bu kadar arttı?

Why has it increased so much?

Ben mesela hep maddi imkanlardan.

For example, I always focus on material possibilities.

İmkanlardan, fiziksel şartlardan diyorum.

I'm talking about the possibilities and physical conditions.

Hayır.

No.

Çok ilginç bir tespit yaptı.

He made a very interesting observation.

Çünkü yanına kendisine inanan ikinci bir kişi bulamıyor.

Because he cannot find a second person who believes in him.

Düşünebiliyor musun?

Can you imagine?

Böyle bir şey var bugün.

There is such a thing today.

Yani tiyatro bugün öyle bir durumda ki yanına kendine, sana inanan ve seyirciye kendini gösterecek olan birini bulamıyorsun.

So, theater is in a situation today where you can't find someone next to you who believes in you and will show themselves to the audience.

Bizim işte zaten o yok.

It's not already there in our job.

İki kişi konuşma diye bir şey yok.

There is no such thing as a conversation between two people.

Tamam mı?

Is that okay?

Karagöz Hacivat temsili gibi değil bu.

This is not like a Karagöz Hacivat performance.

Bir kişi çıkıyor bir şey anlatıyor.

Someone is coming out and telling something.

Ve en önemli...

And most importantly...

En önemlisi bizi davet edenle dinleyenler farklı.

Most importantly, the one who invites us and the listeners are different.

Bak bunu çok az kişi düşünür.

Look, very few people think about this.

Tabii tabii tabii.

Of course, of course, of course.

Bir CEO seni görmüş, biliyor, tanıyor, takip ediyor.

A CEO has seen you, knows you, recognizes you, and is following you.

Seninle aynı kitapları okuyor.

He/She is reading the same books as you.

Tabii ya da işte diyelim ki bir insan kaynakları yöneticisi veya bir bilmem ne yöneticisi beni çağırıyor.

Of course, or let's say a human resources manager or some sort of manager is calling me.

Mesela çalışanları tarafından ultra nefret edilen, korkunç böyle şeytani bir karakter.

For example, a character that is ultra hated by employees, a terrible and diabolical one.

Ve senden bir şey istiyor ama çalışanlar yani seni dinleyenler yani o an sahnedeki gerçekler.

And they want something from you, but the workers, meaning the listeners, meaning the realities on stage at that moment.

Gerçek müşterin bambaşka şeyler duymak istiyor.

Your real customer wants to hear completely different things.

Bunun dengesini kurmak çok zor.

It's very difficult to establish the balance of this.

Ben bunun üzerine çok kafa yorduğum için bence yani o her iki cenahın da derdini anlayıp birbirine de satır aralarında fark ettirmeden aktarabildiğim için önemli.

I think it is important because I have thought a lot about this, and I can understand the concerns of both sides and convey them to each other without them noticing in between the lines.

Ve aynı sebepten dolayı bak yine oyuncu arkadaşlarla sohbet ederken çok dile getirdiğim bir konu.

And for the same reason, it's a topic I've mentioned a lot while chatting with my fellow players.

Bizi kimse talep etmiyor.

No one is requesting us.

Bizi izleyicilerimiz talep etmiyor.

Our audience doesn't demand us.

Yani...

So...

Bazı durumlarda evet oluyor.

In some cases, yes it happens.

Mesela soruyorlar kim dinlemek istersiniz?

For example, they ask who would you like to listen to?

İşte diyorlar nina örnek gelsin.

Here they say let an example come for Nina.

Nilayı çağırıyorlar falan.

They are calling Nilay and so on.

Bu bir case ama bu bir şey.

This is a case but this is something.

Nadiren.

Rarely.

Nadiren olan bir şey.

A rarely occurring thing.

Genelde başka daha üst düzeyde bu kararlar veriliyor.

Generally, these decisions are made at a higher level.

Ve sen seni çağırmamış, talep etmemiş.

And you have not called or requested yourself.

Yani benim durumumda biraz tanınırlığın avantajı da olabilir ama fark etmiyor yine o kadar.

So in my case, a bit of fame might be an advantage, but it doesn't really matter that much anyway.

Seni tanımamış, talep etmemiş, çağırmamış, istememiş.

He/She has not recognized you, not requested you, not called you, not wanted you.

Ve yüzlerce kişinin karşısına oturuyorsun.

And you sit in front of hundreds of people.

Kolları kavuşmuş, kaşlarını çatmışlar.

They are standing with their arms crossed and their brows furrowed.

Ve sana şöyle bakıyorlar.

And they look at you like this.

Bu adam niye çıktı ki?

Why did this man come out?

Bu adam bizim işimizden, bizim sektörümüzden ne anlar ki?

What does this man understand about our work, our industry?

Niye bu adamı çağırdılar ki?

Why did they call this man?

Vesaire.

Et cetera.

İşte dışarıda yemek yeseydik, sigara içseydik, sohbet etseydik vesaire gibi bir tane alternatif hayalle senin karşına geçiyorlar.

"Here, they present you with an alternative fantasy, like if we had eaten outside, smoked, chatted, and so on."

Ve sen sana ayrılan genellikle 45 dakika 1 saat içerisinde...

And you usually have 45 minutes to 1 hour allocated to you...

Önce buzları kırmaya çalışıyorsun.

First, you are trying to break the ice.

Arkadaşlar ben buraya size bir şey satmaya, bir şey anlatmaya, kendini pazarlamaya gelmedim.

Friends, I did not come here to sell you something, to tell you something, or to market myself.

İki, sizin işlerinizi size öğretecek değilim.

I'm not here to teach you your jobs.

Benim başka bir derdim var ve bunun sizin işinizde faydalı olacağını düşünüyorum.

I have another concern, and I believe this will be helpful in your work.

Sonra da mesajımı veriyorum.

Then I’m sending my message.

Ve bütün bu buzu kırıp bunu yapmak zorundasın.

And you have to break all this ice and do this.

Bu çok çok önemli bir ayrım.

This is a very, very important distinction.

Mesela tiyatroya insanlar nasıl gidiyor?

For example, how do people go to the theater?

Bilet alıyor ya.

He is buying a ticket.

Yani önceden para veriyor.

So he/she is paying in advance.

İçeriği de istiyor sadece seni de.

They want the content, not just you.

Ve satın alıyor seni.

And he/she is buying you.

Mesela gidiyor işte atıyorum ne bileyim işte Ferhan Şensoy'un tiyatrosuna gidiyor.

For example, it's going like this, let's say, I don't know, it goes to Ferhan Şensoy's theater.

O Ferhan Şensoy'a gidiyor.

It is going to Ferhan Şensoy.

Ferhan Şensoy'u zaten satın almış zihninde.

He has already bought Ferhan Şensoy in his mind.

Biletini de almış gidiyor.

He has bought his ticket and is going.

Ben şeyi ya bak nereden aklıma geldi.

I just remembered something, look where it came to my mind from.

Ferhan Şensoy'un gittiğimiz bir oyununda şeyi gördüm.

I saw something at a play of Ferhan Şensoy that we attended.

Ferhan Şensoy sahne perde açıldı.

The curtain has opened for Ferhan Şensoy.

Elinde tefle çala çala çıktı.

She came out playing the flute in her hand.

Önümdeki adam kahkahalardan yere yıkıldı.

The man in front of me fell to the ground from laughter.

Daha adam hiçbir şey yapmadı.

The man hasn't done anything yet.

Ve o kadar çok...

And so much...

Dedi ki Ferhan Şensoy'un da dikkati dağıldı ve aradı.

He said that Ferhan Şensoy's attention was also distracted and he called.

Hani bir de ön sıralardayız biraz.

We're also a little bit in the front rows.

Ben üçüncü sırada mıyım neyim?

Am I in third place or what?

Karanlıktan tam da seçemiyor.

He can't quite make it out from the darkness.

Hani hangi kim bu adam?

Who is this man?

Bana bir gösterin gibi aradı.

He/She called me as if to show me something.

Hepimiz parmağımızla gösterdik adama.

We all pointed at the man with our finger.

Yani bu bu bu diye.

So, this this this.

Ama Ferhan'ki şeylerde de dile kolay.

But it's not easy with Ferhan's things either.

Binin üzerinde gösteri yapmış.

They have staged a demonstration with over a thousand people.

Ben de gittiğimde mesela.

For example, when I go too.

Hani yılda bir kere gitmeye çalışıyorum ki onu yenileyim diye.

I try to go once a year to refresh it.

İnsanlar adamdan önce diyaloğu söylüyorlar.

People are saying the dialogue before the man.

Yani öyle de bir şey oluyor.

So that kind of thing happens too.

Ki onun da çok değiştirdiğine eminim.

I'm sure it has changed a lot too.

Benim de bir gittiğim bir daha gittiğimi tutmadı.

I went somewhere and it didn't hold that I went again.

Yani şunu söyleyeyim.

So let me say this.

İnsanlar bizi satın almıyorlar.

People are not buying us.

Bize para da vermiyorlar bizim izleyicilerimiz.

They don’t give us money either, our viewers.

Bazen bizi talep de etmiyorlar.

Sometimes they don't even ask for us.

Ve herkesin kafasının bir kenarında şu var.

And everyone has this at the back of their mind.

Şimdi bu adamın yaptığı da ne ki kardeşim?

What is this man even doing, brother?

Geliyor konuşuyor.

It's coming, it's talking.

Senden önce mesela bilmem ne departmanın müdürü kanserojen bir sunum yapmış oluyor.

For example, before you, the head of a certain department had given a carcinogenic presentation.

Ona öyle bir şey söylemiyor.

She doesn't say something like that to him.

Hani bize bunu niye anlattı falan.

Why did they tell us this, anyway?

Bunu dağıtsaydı e-mail ile powerpoint'ini biz bakardık zaten demiyor.

If he had distributed this, we would have already looked at his PowerPoint via email.

Ama senden öyle bir beklentisi var.

But there is such an expectation from you.

Ve en tehlikeli konulardan biri.

And one of the most dangerous topics.

Bu kişisel gelişimin altın çağında senden çıkıp dünyalarını değiştirmeni istiyorlar.

They want you to emerge in this golden age of personal development and change their worlds.

En baştan bertaraf ettiğim beklenti o.

That is the expectation I dismissed from the very beginning.

Ben kimsenin dünyasını değiştirmeye talip değilim.

I am not aspiring to change anyone's world.

Tabii ki söylüyorum.

Of course, I am saying.

Ben size mucize bir formül veremem.

I can't give you a miraculous formula.

Benim öyle on adımlık bir reçetem yok.

I don't have a prescription of that sort for ten steps.

Olsaydı zaten burada olmazdım.

If it were, I wouldn't be here.

Mesela bunu sahip olduğunu söyleyen de size yalan söylüyor.

For example, the one who says they own this is also lying to you.

Böyle bir insan profili yok.

There is no such person profile.

Ve en acısı ne?

And the saddest part?

Yine bu sebeplerden dolayı profesyonel konuşmacılıkta senin gerçekten konuşmak istediğin konular hakkında konuşma fırsatı yok denecek kadar az.

Again, for these reasons, there are almost no opportunities to talk about the topics you really want to discuss in professional speaking.

Öyle mi?

Is that so?

Tabii çünkü sana kimse şey demiyor ki Serdar Bey size bir saat ayırdık bize bir şeyler anlatın.

Of course, because no one is saying anything to you, Mr. Serdar, that we have set aside an hour for you to tell us something.

Böyle şeyler demiyor ki.

He doesn't say things like that.

Mesela geliyor diyor ki işte akıllı binalardaki yapı teknolojilerinin dönüşümünü bize anlatın diyor.

For example, they come and say, tell us about the transformation of building technologies in smart buildings.

Ama sen mesela onlara akıllı binaların müşterisinin profilinin nasıl değiştiğini anlatmak istiyorsun.

But you want to explain to them how the profile of the customers of smart buildings has changed.

Değil mi?

Isn't it?

Yani akıllı binadan kastının tuvalette de Wi-Fi çeksin ve USB portu olsun ki hani Fortnite oynarken tablette şarjı bitmesin falan diye.

So what you mean by a smart building is that the Wi-Fi should work in the bathroom and there should be a USB port, so that the tablet doesn't run out of battery while playing Fortnite and so on.

Düşünsene yani bunun böyle şeyi var, dertleri var.

Think about it, I mean there's this thing, they have troubles.

Öbür mühendis ama ne diyor mesela tesisatı nereden döndürelim?

The other engineer is asking, for example, where should we turn the installation?

İşte dış cephe kaplamasında 3D yazıcılarla yeni bir şeyler var.

Here, there is something new in the exterior cladding with 3D printers.

Sen onlara onu anlatıyorsun.

You are telling them about it.

Ama sen işin zihnen felsefe tarafındasın o daha şey geliyor.

But you are more on the philosophical side of the job, that seems more like it.

Ve yani sahnede görsellik olduğundan kendini de sunuyorsun.

And so, since there is a visual aspect on stage, you are presenting yourself as well.

Mesela ben geçen ay aralıklı oruca başladım.

For example, I started intermittent fasting last month.

Kaç?

How many?

6 kiloda verdim.

I lost 6 kilograms.

Niye biliyor musun?

Do you know why?

Çünkü sürekli insanlar bakıyor bazen nadiren çok keyifli yerindeyse Instagram'dan Twitter'dan falan paylaşıyorum konuşmalarını.

Because people are constantly watching, sometimes I rarely share their conversations on Instagram or Twitter if it's very enjoyable.

Bazen işte seyirciler bir şeyler çekmiş oluyor.

Sometimes the spectators at the event are filming something.

Evet.

Yes.

Onları tekrar.

Repeat them.

Ben de paylaşıyorum falan.

I'm sharing too, or something like that.

Ya muhabbet şu.

Oh, the love is like this.

O ceket ne abi?

What about that jacket, bro?

O ceket sana küçük.

That jacket is too small for you.

Yok gömlek.

There is no shirt.

Ya kardeşim ben manken değilim ki.

Well, brother, I'm not a model.

Ben vay kılıç aslan değilim.

I am not a sword lion.

Yani ben orada bir şov yapmıyorum sana.

So I'm not putting on a show for you there.

Ben bir şey anlatıyorum.

I am telling something.

Ve sana olan saygımdan ötürü kendi bilgim doğrultusunda güzel bir şeyler.

And out of my respect for you, I have something nice in accordance with my own knowledge.

Senin karşına güzel çıkmaya çalışıyorum.

I’m trying to look good in front of you.

Ama yani televizyonda onu çok görüyorum.

But I mean, I see him a lot on television.

O kadar az insan ne konuştuğunla ilgili ki.

It's about how few people care about what you talk about.

Ama insanlar senin işte ağzının çarpılmasına, dişinin rengine, üstünün başının ütüsüne, saçının tıraşına, kaşının gündemdesine.

But people focus on the way your mouth is crooked, the color of your teeth, the ironing of your clothes, the haircut, and the state of your eyebrows.

Ya sorma o kadar mutluyum ki podcast yapıyoruz ya.

Don't even ask, I'm so happy that we're doing a podcast!

O kadar çalışıyorum televizyon programı yapıyorum sonra da saçımdan bahsediyorlar.

I'm working so hard, making a television program, and then they're talking about my hair.

İşte aynen öyle ya.

Exactly like that.

Ya bu ne biçim bir şey değil mi?

What kind of thing is this, right?

Yani nasıl bir ruh hali?

So what kind of mood are you in?

Ve bir noktadan sonra da ne oluyor?

And what happens after a certain point?

Şimdi ben senede işte 150'nin üzerinde konuşma yapıyorum.

Now I give over 150 speeches a year.

Zaten o teknik kapasitem de o.

That is already my technical capacity too.

Ama her şey deforme oluyor.

But everything is deforming.

Bir kere anlar, objeler, hisler deforme oluyor.

Once understood, objects and feelings become deformed.

Oteller, uçaklar, havaalanları.

Hotels, planes, airports.

Ben sinirimden otel yatağı çekiyorum tamam mı?

I'm pulling a hotel bed from my nerves, okay?

Yani ve insanlara Instagram hikayelerimde anlatmak istediğim şey bu.

So this is what I want to tell people in my Instagram stories.

Bir şeye bu kadar maruz kalırsan her şey saçmalaşıyor.

If you are exposed to something this much, everything starts to get ridiculous.

Küçükken oynadığımız bir oyun vardı.

There was a game we used to play when we were kids.

Sen de belki yaparmıştın.

Maybe you would have done it too.

Mesela bir kelimeyi sürekli tekrar edersin.

For example, you keep repeating a word continuously.

Mesela diyelim ki fındık.

For example, let's say hazelnut.

Fındık, fındık, fındık, fındık, fındık, fındık, fındık, fındık.

Hazelnut, hazelnut, hazelnut, hazelnut, hazelnut, hazelnut, hazelnut, hazelnut.

100 defadan sonra.

After 100 times.

Hayır kendi kendine.

No, by itself.

100 defadan sonra fındığın manası değişirdi.

After a hundred times, the meaning of the hazelnut would change.

Hani mesela fındık.

For example, hazelnut.

Dık fındık, fındık, fındık, fındık.

Straight hazelnut, hazelnut, hazelnut, hazelnut.

Yani dık fına döner tamam mı?

So, does the straight edge turn, okay?

Veya böyle kafa karışır.

Or it gets confusing like this.

Yok biz oynamazdık.

No, we wouldn't play.

Ben oynardım.

I used to play.

Ben valla ben her boş anımda böyle birbirinden saçma şeylerle vakitlerimi doldurdum.

I swear, I've filled my time with such ridiculous things during every free moment I had.

Neyse yani günün sonunda mesela otel.

Anyway, at the end of the day, for example, the hotel.

Otel dediğiniz seyahat.

The hotel is what you call travel.

Seyahat dediğin şey ne?

What is it that you call travel?

Mesela uçağa biniyorsun.

For example, you are boarding the plane.

Seni bir lüks araba karşılıyor.

A luxury car is waiting for you.

Çok lüks bir otele götürüyor.

They are taking me to a very luxurious hotel.

Muhteşem bir oda.

A magnificent room.

Açık büfe yemek falan.

Buffet food and so on.

Tamam güzel.

Okay, beautiful.

Peki güzel kardeşim bunu tatil bağlamından çıkart.

Well, my beautiful brother, take this out of the context of the holiday.

Bir işkence.

A torture.

X-ray, havaalanı kontrolleri, check-in, check-out, koltuk, bin, boarding, transfer araçları.

X-ray, airport checks, check-in, check-out, seat, board, boarding, transfer vehicles.

Aynı oteller, aynı iğrenç açık büfe yemekleri.

The same hotels, the same disgusting buffet food.

Ya ben ev yemeğine hasretli kalıyorum bazen.

Sometimes I long for home-cooked meals.

Haftalarca evde yemek yiyemiyorum.

I haven't been able to eat at home for weeks.

Ondan sonra yani muhteşem bir tatil beldesine gidiyorsun ama tatile yönelik hiçbir şeyin yok.

After that, you are going to a magnificent holiday resort, but you have nothing for the vacation.

Ne denize girebiliyorsun, ne havuza, ne spaya, ne savunaya.

You can neither enter the sea, nor the pool, nor the spa, nor the defense.

Öyle bir vaktin de yok.

You don't even have that much time.

Odana giriyorsun.

You are entering the room.

Aşağı iniyorsun, konuşumunu yapıyorsun.

You're going down, you're doing your speech.

Odana çıkıp bir duş alıp üstünü değiştirip havaalanına geçiyorsun.

You go up to your room, take a shower, change your clothes, and head to the airport.

Ve bunun adı ne?

And what is this called?

Gezdin.

You walked around.

Allah Allah.

Oh my God.

Dün ben bu kayıttan.

Yesterday, I was from this record.

Hayat size güzel.

Life is beautiful for you.

Hayat size güzel Serkan Bey.

Life is beautiful for you, Mr. Serkan.

Dün bu kayıttan önce.

Before this recording yesterday.

Ankara'da bir konuşmadaydım.

I wasn't at a speech in Ankara.

Bir öğle yemeğinden sonra geçtim.

I passed after a lunch.

Dört uçağıyla bir saat otel odamda oturdum.

I sat in my hotel room for an hour with four planes.

Son konuşmayı hazırladım.

I have prepared the final speech.

Gece bir buçukta evdeydim.

I was at home at one-thirty in the night.

Aynı gün dönmek zorunda kaldım vesaire.

I had to return on the same day, and so on.

Ve aç.

And open.

Yani nispeten Türk Hava Yolları'nın yemekleri güzel oluyor.

So relatively, Turkish Airlines' food is good.

Onlarla abunuyorsun.

You are subscribing to them.

Ama bu.

But this.

Peki güzel yana ne?

So, what's the good side?

Şöyle.

Here it is.

Bak.

Look.

Bir de bu bozulmanın şeyi de var.

There is also the issue of this deterioration.

Mesela etkinlik de senin için bu.

For example, this is an event for you.

Mesela ben ne bir konser izleyebiliyorum artık.

For example, I can no longer watch a concert.

Ne bir temsil.

Not a representation.

Ne bir konferans.

Not a conference.

Çünkü sürekli gözüm şeyde.

Because my eye is always on it.

Mikrofonu aşağı kaydı.

He lowered the microphone.

Işık yanlış açıdan vuruyor.

The light is hitting from the wrong angle.

Reji bilmem nenin ses seviyesini ayarlamayı unuttu.

The control room forgot to adjust the sound level of something.

Yani her şey gitti kafamda.

So everything is gone in my mind.

Oysa çok beslendiğim şeyler.

However, they are things that I am very nourished by.

Güzel tarafı ne biliyor musun?

Do you know what the beautiful side is?

Güzel tarafı şu.

The nice side is this.

Bak.

Look.

Biraz önce ne anlattım?

What did I just explain?

Seni hiç.

Never you.

Hiç çağırmamış.

She/he has never called.

Çoğunlukla.

Mostly.

İstememiş.

He/She didn't want it.

Hatta içlerinde bazılarının sana uyuz olduğu bir kitlenin karşısına çıkıyorsun.

You're even facing a crowd where some of them are annoyed with you.

Ve hiçbir pratikleri yok karşında.

And they have no practice in front of you.

Tamam mı?

Is it okay?

Ve bir parantez açayım.

And let me open a parenthesis.

Bizim iş öyle pis iş ki.

Our job is such a dirty job.

Bak Demet Akalın bir albüm yapar.

Look, Demet Akalın makes an album.

10 yıl söyler.

It says for 10 years.

Coşkuyla katılırsın.

You participate with enthusiasm.

Ben bir konuşmayı aynı kitle ikinci defa yapayım.

Let me give the same speech to the same audience a second time.

Ayaklanma çıkar.

A rebellion breaks out.

Linç ederler beni.

They will lynch me.

Ben her seferinde o insanlara.

I always to those people.

Başka bir şey anlatmak zorundayım.

I have to tell you something else.

Ama gazetecilik de böyledir.

But journalism is also like this.

Elbette.

Of course.

Ama hani düşün.

But you know, think about it.

Sahne performansı.

Stage performance.

Bak Ferhan Şansoy 1800 tane şey yapabilir.

Look, Ferhan Şansoy can do 1800 things.

Ferhangi şeyler yapabilir.

He can do absurd things.

İşte efendim falanca grup çıkıp 20 sene önceki Erol Evgin çıkıp işte gelsen neler çektiğimi bir de bana sor şarkısını söyler.

Here you go, sir, that certain group comes out and sings Erol Evgin's song "Come and ask me what I've been through" from 20 years ago.

Ve biz hüngür şakır ona eşlik edebiliriz ve çok coşku duyarız.

And we can accompany it with loud sobs, and we feel a lot of excitement.

Ben yapabilir miyim?

Can I do it?

Olmaz.

It won't do.

Yenilemek ve geliştirmek zorunda.

It must be renewed and improved.

Şimdi bu parantezi kapatayım.

Now let me close this parenthesis.

Böylesine zorlukların ardından sahneye çıkıyorsun.

You are stepping onto the stage after such difficulties.

Bir şey anlatıyorsun.

You are telling something.

Ve o insanlar seni alkışlıyor ya.

And those people are applauding you, you know.

Onun tatminini anında alıyorsun ya.

You get his satisfaction instantly, right?

Bu işin güzelliği o.

That's the beauty of this job.

Yani alkışlarla yaşıyorum muhabbetine getirmek istemiyorum ama.

I don't want to bring it to the conversation of living with applause, but.

Yani şöyle söyleyeyim.

Let me put it this way.

Mesela benim karşımdaki etrafımdaki insanların çoğu mesela bir şey yapıyor.

For example, most of the people around me are doing something.

Bunun sonucunu mesela gün sonunda alıyor.

For example, he/she receives the result of this at the end of the day.

En şanslısı ay sonunda alıyor.

The luckiest one gets it at the end of the month.

Çeyrek sonunda alıyor.

He gets it at the end of the quarter.

Mesela 3 ay sonra ya da yıl sonunda.

For example, in 3 months or at the end of the year.

Performans raporlarıyla alıyor.

He/she is taking it with performance reports.

Benim o anda ya.

I am at that moment.

Ben bir şey için uğraşıyorum, uğraşıyorum, uğraşıyorum.

I'm striving for something, striving, striving.

Ve sahnede kanter içinde yüreğim pır pır atarak 150 nabızla yapıyorum, ediyorum.

And on stage, with my heart racing at 150 beats per minute, I am doing it, I am making it happen.

Sakin görünmeye çalışarak.

Trying to appear calm.

Ve sonrasında ben karşılığını görüyorum.

And then I see the consequence.

Ve bu insanların samimi hissi.

And the sincere feeling of these people.

Beğenmediyse alkışlamaz.

If he didn't like it, he won't applaud.

Sonra gelip sonrasında muhabbet etmez.

Then they come and don't chat afterwards.

Sohbet etmez.

Doesn't chat.

Ve o kadar fazla, o kadar çeşitli insanlara dokunup bunu yapabiliyorum ki.

And I can touch so many, so diverse people and do this.

Bunun tatmini milyar dolarlık.

The satisfaction of this is worth billions of dollars.

Servet ya.

It is wealth.

Yani metroda gidiyorum insanlarla tanışmışız bir yerlerde, kesişmişiz bir yerlerde muhabbet ediyoruz.

So I'm on the subway, and we've met people somewhere, we've crossed paths somewhere, and we're chatting.

Sahnede muhabbet ediyoruz.

We're having a chat on stage.

İşte başka yerlerde çok sayıda insana dokunup onların, onlarla aynı frekansı yakalayabilmek ve onlara bir şey verebilmek.

Here, it's about reaching a large number of people in different places, connecting with them on the same frequency, and being able to offer something to them.

Bu muhteşem bir his.

This is an amazing feeling.

Bir de seni şöyle görüyorum.

I also see you like this.

Paylaşımcı görüyorum ne olursa olsun.

I see you as a sharer no matter what.

Çünkü senin işini yapanlar sonuçta sen satıyorsun diyeceğim.

Because I'll say that ultimately, those who do your job are selling because you do.

Ama anlayacaksın kaba olmasın.

But you will understand, let's not be rude.

Yani bilgini, çalışmanı, deneyimini, okuduğun şeyleri, bütün bu birikimini satıyorsun, anlatıyorsun.

So you are selling your knowledge, your work, your experience, everything you have read, all this accumulation.

Ama bunda da çok cömert davranıyorsun.

But you are being very generous in this as well.

Mesela senin blogun var.

For example, you have a blog.

Blogunda ara sıra yazdığın şeyler çok özenli.

The things you occasionally write on your blog are very meticulous.

Ara sıra diyorum eskisi kadar yazdığın için.

I occasionally say that you don't write as much as before.

O yüzden ara sıra yazıyorum zaten.

That's why I write occasionally.

Tabii tabii.

Of course, of course.

Çok özenli.

Very meticulous.

Mesela bu konuşmayla ilgili bir şeyler yazmışsın.

For example, you've written something related to this conversation.

Onu okuduğumda gördüm.

I saw it when I read it.

O kadar şahane.

So wonderful.

Yine ki onu okuyan insan bunu yapıp yapmayacağına en azından karar verir bir.

Still, a person who reads it at least makes a decision on whether to do it or not.

Burada analım ya onu.

Let's remember him here.

Senin telefonunda açıktı galiba.

It seems that it was open on your phone.

Benim blogumda msrdarka.com adresinde.

My blog is at msrdarka.com.

Tabii etkili sunuş yapma denilen mesele.

Of course, the issue called making an effective presentation.

Evet.

Yes.

Ben o yazıyı 2011'de yazdım.

I wrote that article in 2011.

Ve şöyle söyleyeyim.

And let me say this.

Benim blogumun en çok okunan 3 yazısından biri.

It is one of the three most read posts on my blog.

İkinci sırada şey geliyor.

The thing comes in second place.

Seyahate çıkarken bavul hazırlama rehberi gibi bir şey.

It's like a guide for packing a suitcase when going on a trip.

Ama bir sürü şey anlatıyorum.

But I'm telling a lot of things.

Bu yazıyı bulup okuyanlar.

Those who find and read this writing.

Yani bir konuşma yapacak olanlar ki o yüzden çok okunuyor.

So those who will give a speech, that's why it's read a lot.

Mailler, mesajlardan da onu anlıyorum.

I understand that from emails, even from messages.

Bir baktıklarında çok uzun bir tecrübeyi ve çok yaşanmış acı tatlı şeyleri bertaraf edecekler.

When they looked, they would eliminate a very long experience and many bittersweet things that had been lived through.

Seneler kazanırlar yani.

They gain years, that is.

Mesela orada şöyle şeyler söylüyorsun.

For example, you say things like this there.

Okumanın önemini zaten hepimiz biliyoruz ve söylüyorsun bunu da.

We all already know the importance of reading, and you say this too.

Kesinlikle.

Definitely.

İyi öykü, hikaye anlatmak, iyi öykü sahibi olmak çok önemli.

Having a good story, telling a story well, is very important.

Heyecanlı olmak, bak kötü bir şey gibi gelebilir ama o iş için heyecanlı olmak.

Being excited may seem like a bad thing, but being excited for that job.

Çok önemli.

Very important.

Anlatıcı için bir motivasyon meselesi, motive olmak o işe şahane.

It's a matter of motivation for the narrator; being motivated is fantastic for that job.

Mükemmeliyetçi olmayın, rahat olunu güzel anlatıyorsun ve orada çok büyük ayrıntılar var.

Don't be a perfectionist, stay relaxed; you're describing it beautifully and there are many great details in there.

Mesela öncesinden erken yatın, duş alın, ne bileyim işte prova yapın.

For example, go to bed early, take a shower, practice, you know.

Yani tamam bu basit bir şey de.

So, okay, this is a simple thing too.

Sunum slaydına bilgi yazmayın gibi bir şey var ve çok hoşuma gitti.

There's something like "don't write information on the presentation slide," and I really liked it.

Mutlaka karşılığı olsun.

There must be a response.

Hani para alın, parayla konuşun.

"Just take the money, talk with money."

Tabii kesinlikle.

Of course, definitely.

Yani özellikle şu hoşuma gitti.

So especially this part I liked.

Ücretli etkinlikte ücretsiz konuşmayın.

Do not speak for free at a paid event.

İdeal sunum süresi 30 dakika.

The ideal presentation duration is 30 minutes.

Yani işte şöyle değişiyor kitleye göre.

So it changes according to the audience like this.

Mesela 15 diyen var, 18 diyen var, 30 diyen, 1 saat diyen.

For example, some say 15, some say 18, some say 30, some say 1 hour.

Bu biraz içerikle.

This is a bit content.

İlgili bir şey.

A relevant thing.

Mesela ben genellikle 1 saat konuşuyorum.

For example, I usually talk for 1 hour.

Benim ortalama...

My average...

Biz de 1 saate yaklaştık.

We are also approaching 1 hour.

Öyle mi? Hadi ya.

Really? Come on.

Çok özür dilerim.

I'm very sorry.

Çok uzatmışız belki podcast için ama.

Maybe we've prolonged it quite a bit for the podcast.

Ben genelde 1 saat konuşuyorum ama bu 1 saatlik sunum bir konu hakkında 1 saat değil.

I usually talk for 1 hour, but this 1-hour presentation is not about one topic for an hour.

Yani bu bir hikaye gibi bunun bir girişi gelişmesi sonucu oluyor.

So it's like a story with an introduction, development, and conclusion.

Hiçbir zaman bir temanın üzerinde 10 dakikadan fazla durmuyorum.

I never spend more than 10 minutes on a theme.

Mümkün değil yani.

It is impossible, then.

Bu çok uzun bir süre dikkat şey yapmak için.

This is a very long time to pay attention to something.

Orada kahvaltı, kıyafet.

There is breakfast, clothing.

Ortamı önden gör.

See the environment from the front.

Tabii.

Of course.

Tuvalete gir.

Go to the bathroom.

Tabii tuvalete girmek çok önemli ve tuvalete gir.

Of course, going to the toilet is very important, so go to the toilet.

Mesela erkekler için söylüyorum.

For example, I'm talking about men.

Tuvalete orada yazmış olmalıyım.

I must have written it there in the bathroom.

Pisuvarda çişini yapma.

Don't pee on the sidewalk.

Çişini yapacaksan kabine gir.

If you need to pee, go into the cabin.

Çünkü biraz sonra sahnede karşısına çıkacağın adamın yanında pisuvarda duran adam psikolojisi kötü bir şey.

Because the psychology of the man standing in the urinal next to the man you will face on stage a little later is a bad thing.

Maddus ayrıntı.

Item detail.

Tabii.

Of course.

Ne yaptın? Not mu ettin senelerce bunları? Sonra mı yazdın?

What did you do? Didn't you take notes on these for years? Did you write them down later?

Ya şöyle ben bunları yazmaya başladım.

Well, I started writing these.

Sonra taslak olarak...

Then as a draft...

Tuttum.

I held it.

Sürekli her konuşmada bir şeyler ekledim.

I kept adding things in every conversation.

Mesela sahneye çıkarken merdiven yüksekliğine bak.

For example, pay attention to the height of the stairs when going up on stage.

Çünkü asker bavulu gibi yere yığılanlar gördüm.

Because I have seen those who collapse on the ground like a soldier's duffle bag.

Yani sahneye çıkarken yere yapışmış bir konuşmacı.

So a speaker glued to the ground when stepping onto the stage.

Düşünün sana güldüm.

I thought I laughed at you.

Hayır bir de şöyle.

No, it's like this.

Tabii ki gülersin.

Of course you would laugh.

Çok insani bir tepki de.

It's a very human reaction as well.

Sonra konuşmasına da odaklanamıyorsun.

Then you can't focus on the conversation, either.

Sürekli adamın düşüşü aklına geliyor.

He constantly thinks about the man's downfall.

Ya da kadının düşüşü aklına geliyor falan.

Or the woman’s fall comes to mind or something.

Bir sürü trikler var.

There are a lot of tricks.

O yazının içinde işte hileler var.

There are indeed tricks in that writing.

Yani...

So...

Böyle toparlama safhasına geçtik gibi düşündüm.

I thought we had entered such a stage of consolidation.

Ama şunu söyleyeceğim.

But I will say this.

Toparla.

Clean up.

Toparlayacaksın.

You will get it together.

Hafıza.

Memory.

Bunu da unutmayalım.

Let's not forget this either.

Senin hep müthiş bir hafızan olduğunu düşünüyorum.

I always think you have an amazing memory.

Ben yalan mı bilmiyorum ama...

I don't know if it's a lie, but...

Büyük bir ilizyon o.

It's a big illusion.

İşte o ilizyonu nasıl sağlıyorsun onu da söyle.

Just tell me how you create that illusion.

Ben bunu çok iyi unutmamışım.

I haven't forgotten this very well.

Şöyle söyleyeyim.

Let me put it this way.

Ben biraz maymun iştahlıyım bilgiye karşı.

I have a bit of a voracious appetite for knowledge.

Evet evet ben de öyleyim.

Yes, yes, I am like that too.

O yüzden çok fazla şeyle ilgilenince en azından benim zihnim bunların hiçbirini hatırlayamıyor.

That's why when I get involved with too many things, at least my mind can't remember any of them.

Dolayısıyla sürekli not alıyorum.

Therefore, I am constantly taking notes.

Evernote diye bir uygulama kullanıyorum.

I use an app called Evernote.

Telefonumda ve bilgisayarlarımda, tabletimde.

On my phone, on my computers, on my tablet.

Sürekli aklıma gelenleri ve bulduklarımı oraya atıyorum.

I constantly throw in there what comes to my mind and what I find.

Konularına göre mi yapıyorsun?

Do you do it according to the subjects?

Yazıyorum tabii.

I'm writing, of course.

Hepsi kategorik.

They are all categorical.

Nedir başlıklar?

What are the titles?

Felsefe, sanat, gelişim, trend?

Philosophy, art, development, trend?

Gibi şöyle.

Like this.

Öyle ana başlıklar var.

There are such main headings.

Mesela işte benim ilgilendiğim ana başlıklar var.

For example, there are main topics that I am interested in.

Konular.

Topics.

Şimdi hiç açmayayım.

Now I won't open it at all.

2000 küsür tane şey var.

There are over 2000 things.

Bir yandan da internet sitelerinden ve pdf'lerden kırptıklarımı oraya...

On the one hand, I also put what I've clipped from websites and PDFs there...

...aktarıyorum.

...I am conveying.

Bir yandan da sürekli oradan buradan okuduklarımı, altını çizdiklerimi...

On the other hand, I constantly read what I've highlighted from here and there...

...mesela ben bir şeyin altını çizerken gazeteyi bile öyle okuyorum.

...for example, I read the newspaper that way even when I'm underlining something.

Sonra yırtıyorum, kırpıyorum.

Then I'm tearing, I'm trimming.

Uçakta yanımdakiler çok sinir oluyor.

The people next to me on the plane are very annoying.

Çar çırt çar çırt sürekli bir şey yırtan adam.

The man who constantly tears something, rip rip rip.

Onları hemen Evernote'a aktarıyorum.

I'm transferring them to Evernote right away.

Mesela işte çalışma psikolojisiyle ilgili bir şey okudum diyelim.

For example, let's say I read something related to work psychology.

Bir araştırma okudum.

I read a research study.

Ona hemen notlarımı ekliyorum.

I am adding my notes to him right away.

Ve o kabarıyor kabarıyor.

And it is swelling, swelling.

Sonra ben bir şey o konuda yapacağım zaman, yazacağım, konuşacağım zaman...

Then, when I do something about it, when I will write or talk...

...onun başına oturuyorum, bir tarıyorum ve...

...I sit at his/her head, I scan, and...

...onun üzerinden ilerliyorum.

...I am progressing through it.

Öyle bir hafızam yok bu kadar şeyi hatırlayacak kadar.

I don't have such a memory to remember so many things.

Şey, yani en başa dönmüş olduk dolayısıyla...

Well, I mean we've gone back to the beginning...

...mesele zihni ne kadar doldurdun.

...the issue is how much you have filled your mind.

Zihni, yani bunu şöyle düşünün.

Think of it like this: the mind.

Yemek yapacaksınız.

You will cook.

Hani bazısı aksini de iddia edebilir ama...

Some may claim otherwise, but...

...tezgahınız ne kadar büyükse, malzemeleriniz ne kadar iyiyse...

...the bigger your workbench, the better your materials...

...yemek yapma malzemeleriniz ve sebzeniz, meyveniz, baharatınız...

...your cooking ingredients and your vegetables, fruits, and spices...

...ne kadar bol, bereketli, bilmem neyse, lezzetliyse, tazeyse...

...no matter how abundant, fertile, whatever it is, delicious, fresh...

...o kadar güzel.

...so beautiful.

Şeyler ortaya çıkıyor ve bu yaptıkça elinizin de alışkanlığı ile...

Things are coming to light, and as you do this, it becomes a habit for you...

...o göz kararı ile kusursuzlaşıyor.

...it's perfecting itself by instinct.

Yani bu işin sırrı işine odaklanmak.

So the secret to this job is to focus on your work.

Keep walking.

Yürümeye devam et.

Başka bir özü yok ve şeyi de tabii burada hiç konuşamadık.

It has no other essence, and of course, we couldn't discuss that thing here either.

O çok sektörel bir taraf.

It's very sectoral.

Bizi dinleyenlerin çok ilgilendirmez ama...

It may not concern those who listen to us much, but...

...en büyük düşmanınız, en büyük şeyiniz meslektaşlarınız olacak.

...your biggest enemy will be your biggest thing, your colleagues.

Birçok meslekte olduğu gibi.

As in many professions.

Yani bugün ben mesela...

So today, for example, I...

...Instagram'da orada burada bir sürü konuşmacı arkadaşımızı takip ediyorum.

...I'm following a lot of speaker friends of ours here and there on Instagram.

Bir kısmı benim bizzat tanıdığım insanlar.

Some of them are people I know personally.

Ya Instagram'da çizdikleri profile bakıyorum.

I'm looking at the profile they drew on Instagram.

Yani Halil Cibra'nın ermiş şeyi, profili gibi.

So it's like the saintly thing of Halil Cibran, his profile.

Ben onların iş mesleklerini yaparkenki mevzularını biliyorum.

I know the topics they discuss while doing their jobs.

Diyorum ki ya bu insanlar hani hiç böyle bir tereddüte kapılmıyor mu?

I mean, don't these people ever have such a doubt?

Instagram karşısında böyle atıp tutarken falan filan.

While talking like this in front of Instagram and so on.

Yani neler gördüm öyle söyleyeyim.

So let me say what I've seen.

Ama işte bütün mevzu ne biliyor musun?

But you know what the whole issue is?

Şunu çok gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.

I can say this with great confidence.

Bu fikre geçenlerde şey oldum.

I recently came up with this idea.

Kapıldım.

I got carried away.

Bunun üzerine bir yazı yazacağım.

I will write an article about this.

Hiç kimseye göstermesem de yazacağım yani.

I will write, even if I don't show it to anyone.

Şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.

I can say this with a clear conscience.

Vicdanım şu açıdan rahat.

My conscience is at ease in this regard.

Ne yaptıysam hayatta şu güne kadar ve şu gün ne yapmaktaysam...

Whatever I have done in my life up to this day and whatever I am doing today...

...hiç başka bir insanın ekmeğinden çalarak...

...by stealing from another person's bread...

...yapmadım bunu.

I didn't do this.

Tamam mı?

Is it okay?

Ben kendi yolumu çizdim.

I paved my own way.

Kendi prensiplerimi koydum.

I set my own principles.

Kendim odamda gece gündüz çabaladım, çalıştım.

I worked day and night in my room.

Senelerce tırmaladım.

I struggled for years.

Düştüm kalktım, düştüm kalktım, düştüm kalktım.

I fell down, got up, fell down, got up, fell down, got up.

Buraya geldim.

I came here.

Hiç kimse diyemez ki Serdar Kuzloğlu benim elimden şu işi aldı.

No one can say that Serdar Kuzloğlu took this job from me.

Şu ekmeği aldı.

He took that bread.

Şunu aldı.

He/She took that.

Şurada önümü kesti.

It blocked my way over there.

Şurada arkamdan konuştu.

He talked behind my back over there.

Şurada beni kötüledi falan filan.

He was badmouthing me over there, and so on.

Ben birçok iş için bunları söyleyebilirim.

I can say these for many jobs.

Ve mevzu ne biliyor musun?

And do you know what the subject is?

İnsanlar...

People...

Hani bu belki problem...

Well, this might be a problem...

Programının en son bölümünde şöyle bir şey çıkacak.

In the latest episode of the program, something like this will come up.

Bazı insanlar kendilerine hayatta bir yol belirliyor.

Some people determine a path for themselves in life.

Ve kimseyi kafasına takmadan hiçbir eleştiriye...

"And without worrying about anyone, to any criticism..."

...yani menfi, hasetlik eleştiriye kapılmadan...

...that is to say, without falling into negative, envious criticism...

...kendini kurban etmeden yürüyorlar.

...they walk without sacrificing themselves.

Yürüyorlar, yürüyorlar, yürüyorlar.

They are walking, they are walking, they are walking.

Ve günün sonunda istedikleri noktaya ulaşıyorlar.

And at the end of the day, they reach the point they wanted.

Ve ulaşamasalar bile çok mutlu.

And even if they can't reach it, they are very happy.

Ve başarılı bir hayat sürmüş oluyorlar.

And they are leading a successful life.

Konuşmacı da olmak istesen böyle.

If you want to be a speaker, it would be like this.

Şef de olmak istesen böyle.

If you want to be a chef, be like this.

Pilot da olmak istesen böyle.

If you want to be a pilot, it should be like this.

İşinizi seven...

Those who love their work...

Yani işini seven, saygı gösteren insanların...

So, people who love their work and show respect...

...hayatta başarısız olma gibi bir lüksü yok.

...he does not have the luxury of failing in life.

Yani ben birçok insana bilinçaltında vermek istediğim mesaj şu.

So the message I want to convey to many people in their subconscious is this.

Bak bana saygı duymayabilirsin.

You may not have respect for me.

Ben saygın bir insan olmayabilirim.

I may not be a respectable person.

Aktardıklarıma da saygın olmayabilir.

What I have conveyed may not be respected.

Ama işime saygı duy.

But respect my job.

Yani benim işime saygı duy.

So respect my job.

Anlatabiliyor muyum?

Am I able to explain?

Çünkü sen büyük bir saygı duyuyorsun.

Because you have a great respect.

Yani şimdi burada geldi Serdar konuşuyor.

So now Serdar has come here and is speaking.

Önünde bir not defteri.

There is a notebook in front of you.

Zaten yaptığı işi bana anlatacak.

He will explain the work he does to me anyway.

Zaten çok da rahat olacağı bir ortam.

It will already be an environment where they will be very comfortable.

Zaten buna alışık.

They're already used to it.

Ama çalışmış, gelmiş.

But he/she has worked and come.

Yani çok büyük saygı duyuyorum.

I have a lot of respect.

Malzeme çok önemli tabii ki.

The material is very important, of course.

O malzemeyi sıkı tutmak için, iyi tutmak, renkli tutmak...

To hold that material tightly, to hold it well, to keep it colorful...

...dinamik tutmak için çok uğraşıyor.

...is making a great effort to keep it dynamic.

Lyon'da bir hal var.

There is a situation in Lyon.

İçinde meyve sebze satılıyor.

Fruits and vegetables are sold inside.

Başında bir taç, kral tacı var.

He has a crown on his head, a royal crown.

Resim, resim çizmişler.

They have drawn a picture.

Sonra bir Fransız arkadaşım dedi ki...

Then a French friend of mine said...

...malzeme kraldır.

...material is king.

Bu onu ifade eder.

This expresses it.

Yani içeride sen ne yemek yapıyorsan yap...

So whatever you want to cook inside, go ahead...

...içeriği iyi değilse hiçbir şey olmaz diyor.

He says that if the content is not good, nothing will happen.

Bu sana diyor.

This is telling you.

Senin içeriğin her zaman güzel.

Your content is always beautiful.

Yani ben seni çok keyif alarak dinleyen insanlardan biriyim.

So I am one of the people who enjoy listening to you very much.

Teşekkür ederim.

Thank you.

Yani bir Twitter iletindeyim.

So, I am in a Twitter post.

Senin de ya da Instagram postunda bile bir şeyler öğreniyorum.

I'm learning something even from you or your Instagram post.

Bu bizim için çok keyifli.

This is very enjoyable for us.

Buraya geldiğin için de çok mutluyum.

I am very happy that you came here.

İlk programa seninle başladığımız için de çok şanslıyız.

We are very lucky to have started the first program with you.

Bir dahaki programlar bu kadar uzun olmaz.

The next programs won't be this long.

Olmayacak.

It won't happen.

Ama çok iyi gittiğinden eminim dinleyiciler için.

But I'm sure it went really well for the listeners.

Götürdüğünden eminim.

I'm sure you took it.

Bana çok sayıda insan şey diyor.

Many people say things to me.

Arabada giderken sizin YouTube'a aktarılmış konuşmalarınızı...

While driving in the car, your conversations that were uploaded to YouTube...

...işte televizyon programlarınızı izliyorum falan diyor.

...he says that he watches your television programs and so on.

Yani mesela bizi İstanbul'da dinleyenler için kısa olabilir.

So, for example, it may be short for those listening to us in Istanbul.

Tabii tabii kısa.

Of course, of course, it's short.

Yani işte diyorsun ya...

So you’re saying...

...storytel dinleyicilerine özel şu bilgiyi de vereyim gibi bir şey söyledin.

"...let me also share this piece of information specifically for Storytel listeners."

Hani bir kitle profili çıkartıyorsun kafanda doğal olarak.

You naturally create a profile of a group in your mind.

Şimdi bizim için de öyle.

Now it's the same for us too.

Şimdi içinden bilgi aldığın her şey bizim için her şekilde dinlenebilir oluyor.

Now everything you get information from can be listened to in every way for us.

Ses kaydı iyi olmasa da sen bunu dinlersin.

Even if the audio recording isn't good, you'll listen to this.

Tabii ki.

Of course.

Garip arada bir şeyler olsa da.

It's strange even if there are things in between.

Çünkü içinden bir şeyler alıyorsun.

Because you are taking something out of it.

Bunu not tutarak dinleyen insan bile olabilir.

There may even be someone who listens to this while taking notes.

Bizler için kısa tabii ki.

It is short for us, of course.

Ama ortalama Türk insanına göre ben de ilk programda yapmak için yapıyorum.

But I'm doing it to do it in the first program, just like the average Turkish person.

Yoksa hiçbir şeyi kesmek istemiyorum.

Otherwise, I don't want to cut anything.

Daha o kadar çok şey var ki sana sormak istediğim.

There are so many more things I want to ask you.

İşte gazeteciliğin buradaki faydası var.

Here is the benefit of journalism in this context.

Normal vatandaş olarak biz nasıl bunları hayatımıza kuralım var.

As normal citizens, how can we establish these in our lives?

Değil mi?

Isn't it?

Yani iyi konuşmak hepimiz için önemli.

So, speaking well is important for all of us.

Yani ses tonu, iyi bir hikaye koymak, muhabbetin içerisine...

So, the tone of voice, putting a good story into the conversation...

...espriyle başlayayım diyorsun mesela değil mi o şeyle?

...you mean you want to start with a joke, right?

Mutlaka senin öyle esprili güleç...

You must be so humorous and cheerful...

...bir tarafında var, bir bilgiye, bir Anadolu'lu halle bir giriş yapıyorsun sen.

...there's one side, you're entering with a piece of information in a way that is very Anatolian.

Yani ne olursa olsun ne kadar kendin beyaz yakalı görünsen...

So no matter what happens, no matter how much you try to look like a white-collar worker...

...ve öyle insanlara konuşma yapıyor olsan da çoğunlukla...

...and even if you are giving a speech to such people most of the time...

...çok Türksün ve Anadolu'lu bir şekilde de giriyorsun.

...you are very Turkish and you enter in a way that is characteristic of Anatolia.

Yani o milletini tanımak denilen şeyin önemini de sende çok güzel görüyorum.

So I see the importance of knowing one's nation beautifully in you as well.

Bak bitiremeyeceğiz bu.

Look, we won't be able to finish this.

Vallahi çok teşekkür ediyorum.

I truly thank you very much.

Ben teşekkür ederim.

Thank you.

Çok gurur verici.

Very proud.

Senden bunları duymak.

Hearing this from you.

Dinleyicilerimiz için de umarım faydalı olmuştur.

I hope it has been beneficial for our listeners as well.

Yani nasıl oldum sorusunun cevabını şöyle vereyim.

So let me answer the question of how I became this way.

Çok emek verdim, çok saygı duydum, çok özendim.

I put in a lot of effort, I had a lot of respect, I was very envious.

Ve çok daha iyisini yapabilmek için de hala her gün, gece gündüz...

And to be able to do much better, still every day, day and night...

...bütün dünyanın en iyileriyle rekabet ediyormuşum ya da onlar beni notluyormuşum...

...it feels like I am competing with the best in the whole world or they are grading me...

...bana karne verecekmiş tedirginliğiyle çalışıyorum.

...I'm working with the anxiety that they are going to give me a report card.

Ve en iyisi olduğumu düşünmüyorum hiçbir şeyin ama en iyisi olmak için...

And I don't think I'm the best at anything, but to be the best...

...dünyada en çok çabalayanlardan biriyim.

...I am one of the ones who struggles the most in the world.

Şahanesin.

You are magnificent.

İngilizceye de soracaktım ama sormayacağım o zaman.

I was going to ask in English too, but I won't ask then.

İngilizce konuşma yaptın mı Sertan?

Did you give a speech in English, Sertan?

Yaptım, yaptım.

I did it, I did it.

En büyük hayallerinden biri oydu.

It was one of his biggest dreams.

Evet yaptım ama şöyle tabii ben dil işçisiyim günün sonunda.

Yes, I did that, but of course I'm a language worker at the end of the day.

Yazıyorum, konuşuyorum, ediyorum falan filan.

I am writing, I am speaking, I am doing things and so on.

Türkçe'ye hakimiyetin karşılığını İngilizce'de verme gibi bir böyle hep içinde şey oluyor ama olmuyor.

There is always something inside you like translating your mastery of Turkish into English, but it doesn't quite happen.

Yani bu dil öyle bir şey ki bazen aksanınla, bazen kullandığım bir deyimle, bir atasözüyle, bir terimle...

So this language is such that sometimes with your accent, sometimes with an expression I use, a proverb, a term...

...işin mahiyeti tamamen değişiyor.

...the nature of the job is completely changing.

Türkçesi dilinin ucuna geliyor, oradan Amerikancası yok aklında falan filan zor.

The Turkish language is on the tip of the tongue, but there's no American English in mind, and so on, it's hard.

Ama şu da var.

But there is also this.

İngilizce sunum yapacak için söyleyeyim bayağı teknik bir final oldu ama İngilizce öyle bir değil ki kimse sizden bir ana dili İngilizce olan gibi konuşma beklemiyor.

I want to say for those who will make a presentation in English that it ended up being quite technical, but English is not such that nobody expects you to speak like a native English speaker.

Günün sonunda sizi dinleyenlerin çoğu da o seviyede İngilizce bilmiyor oluyor zaten.

At the end of the day, most of those who listen to you don't know English at that level anyway.

Dolayısıyla İngilizceyi bir Esperanto gibi düşünelim.

Therefore, let's think of English as an Esperanto.

Dünyanın ortak bir dili.

A common language of the world.

Çingilizce gibi düşünün yani.

Think like in Çingilizce, that is.

Çinliler bile İngilizce konuşuyor.

Even the Chinese speak English.

Siz neden konuşamıyorsunuz?

Why can't you speak?

Daha rahat olalım.

Let's relax a bit more.

Serdar Kuzuloğlu'na çok teşekkür ediyoruz.

We thank Serdar Kuzuloğlu very much.

Nasıl olunur da iyi bir konuşmacı nasıl olunur'u anlattı.

He explained how to become a good speaker.

İyi bir insanda olmak gerekiyor.

You need to be a good person.

Uzun uzun anlattı.

He explained it in detail.

İyi ki anlattı.

I'm glad they explained it.

Çok teşekkür ediyorum.

Thank you very much.

Teşekkürler çok sağ olun.

Thank you very much.

Bu ilk yayının da umarım işte taksir altı affola diyelim.

I hope we can say this is the first broadcast, well, let's call it a minor offense.

Uzun ömürlü olsun, başarılar.

May you have a long life and success.

Çok sağ ol, teşekkür ederim.

Thank you very much, I appreciate it.

Teşekkürler.

Thank you.

Sağ olun, hoşça kalın.

Thank you, goodbye.

Teşekkür ederim.

Thank you.

Sağ olun.

Thank you.

Sağ olun, hoşça kalın.

Thank you, goodbye.

Continue listening and achieve fluency faster with podcasts and the latest language learning research.