Yasak Olmayan Hazlar

Storytel

Ben Okurum

Yasak Olmayan Hazlar

Ben Okurum

Merhaba, ben Deniz Yücebaşarır. Kitaplar hakkında konuşmayı, dinlemeyi ve tabi okumayı sevenlerin podcastine hoş geldiniz. Ben Okurum başlıyor.

Hello, I am Deniz Yücebaşarır. Welcome to the podcast for those who love to talk about, listen to, and of course read books. I Read is starting.

Wild'ın bakışına göre büyük sanat, ki Wild daima edebi sanatlara bariz bir ayrıcalık tanır, kendimizi unutmamıza, mantıklı, anlaşılır, uyumlu, yasalara riayet eden, aşırı çekingen ve açıklamaya meyilli taraflarımızı unutmamıza olanaklanır.

According to Wilde's perspective, great art—which he always grants a clear privilege to literary arts—allows us to forget ourselves, to forget our rational, comprehensible, harmonious, law-abiding, overly timid, and explanation-prone aspects.

Ve bu unutuş başka şeyleri de mümkün kılar. Öte yandan Wild'ın görüşüne göre sanatçı kendini ne unutur ne de bütünüyle kaybeder.

And this forgetfulness enables other things as well. On the other hand, according to Wild's view, the artist neither forgets themselves nor completely loses themselves.

Sanat ilhamla doğmaz.

Art is not born from inspiration.

Sanatçı bilinçli ve amaçlıdır. Tek yapması gereken diğer insanları unutmaktır.

The artist is conscious and purposeful. The only thing they need to do is forget other people.

Wild'ın sanatçısı bu anlamda hem bilinçli hem de ne yaptığını bilen biridir. En azından salt bir propagandacı olmayı istemez. Gerçi elbette Wild'ın kahramanları paradoksal bir şekilde daima fazla bilgiçtir.

The artist of Wild is both conscious and knows what they are doing in this sense. At least, they do not want to be merely a propagandist. However, of course, the heroes of Wild are paradoxically always overly knowledgeable.

Üstelik de genellikle bu aşırı bilgiçlik onları felakete sürükler. Dorian Gray kendini öldürür, Lord Henry Wattons'a öldürmez.

Moreover, this excessive pedantry usually leads them to disaster. Dorian Gray kills himself, but does not kill Lord Henry Watton.

Wild dilin gücünün öylesine farkındadır ki dilin esas itibariyle istenmeyen sonuçlarıyla tanımlandığını gayet iyi bilerek onu daima dikkatli ve hesaplı kitaplı kullanmaya çalışır.

He is so aware of the power of the wild tongue that he always tries to use it carefully and calculatedly, knowing very well that it is fundamentally defined by its undesired consequences.

Dilin yaptığı etki Wild'ın anahtar sözcüklerinden birini kullanırsak açıklanamaz ama belirleyicidir.

The effect of language is unexplainable but determinant if we use one of Wild's keywords.

Örneğin By W.H.'in portresinde Sempozyum'un Platon'un en kusursuz çünkü en şiirsel diyaloğu olduğu belirtilir.

For example, in the portrait of By W.H., it is stated that the Symposium is Plato's most perfect dialogue because it is the most poetic.

Bu diyalog insanların üstünde tuhaf.

This dialogue is strange for people.

Bir tesire yol açmaya sözlerini, düşüncelerini ve yaşam tarzlarını renklendirmeye başlamıştır.

It has begun to color the words, thoughts, and lifestyles that lead to an influence.

Platon'un kelimeleri insanların sözlerini, düşüncelerini ve yaşam tarzlarını renklendirerek onların renk algısını geliştirmiştir.

The words of Plato have enriched people's words, thoughts, and lifestyles, thereby enhancing their perception of color.

Ancak Wild bu etkinin nasıl bir şey olduğunu anlatmaya çalışsa da tuhaf tesir sözündeki tuhaf kelimesi tanım gereği seçeneklerini ucu açık ve sıra dışı tutar.

However, although Wild tries to explain what this effect is like, the word "strange" in the phrase "strange effect" by definition keeps its options open and unconventional.

Tuhaf Wild için ve bir zamanlar idoli olan Potter için.

For strange Wild and for Potter, who was once his idol.

Ve başka anahtar kelimedir.

And it is another keyword.

Garip, yabancı, tekinsiz anlamlarını taşır tuhaf.

The word "weird" carries meanings of strange, foreign, and uncanny.

Dil adeta aşinalığı içinde bizi yabancılaştırır.

Language, in a way, alienates us within the familiarity.

Bir tarafta propaganda, diğer taraftaysa esrarengiz gizemli nesneler vardır.

On one side there is propaganda, and on the other side, there are mysterious enigmatic objects.

Denebilir ki Wild kendi paradoksal tarzıyla daima gizemli nesnelerin propagandasını yapıyordu.

It can be said that Wild was always promoting mysterious objects in his paradoxical style.

En önemli gizemli nesne ise dilin kendisi ve tuhaf tesiriydi.

The most important mysterious object was the language itself and its strange effect.

Ahlaklı bir propaganda değil de gizemli bir nesneler.

Not a moral propaganda, but a mysterious collection of objects.

Bu nesne olarak görürsek hayatlarımızın ahlak hakkındaki konuşmalarımızı saymıyoruz bile daha tatmin edici olacağı ima ediliyordu.

If we see it as an object, it was implied that our discussions about morality in our lives would be even more satisfying, not to mention.

Tartışmalı bir iddia elbette.

It is certainly a controversial claim.

O zaman ahlakı niçin kullandığımız ve farklı ahlaklarımızın bizi ne tür hazlara dahil edebileceği konusunda daha samimi bir şaşkınlığa kapılırdık.

Then we would be genuinely astonished about why we use morals and what kinds of pleasures our different moralities can involve us in.

Ve kullandığımız farklı dillerin ne tür hazları olanaklı kılacağını daha çok merak ederdik.

And we would be more curious about what kinds of pleasures the different languages we use could enable.

Eleştirmen Linda Dowling,

Critic Linda Dowling,

100 yılın sonunda Victoria döneminde,

At the end of 100 years in the Victorian era,

Dil ve Yozlaşma adlı kitabında

In his book titled "Language and Corruption"

Wilden retoriği hakkında şöyle der.

He says the following about Wilden's rhetoric.

Wilden retoriği edebi dilin otonom hayatını betimler.

Wilden's rhetoric describes the autonomous life of literary language.

Böylesi bir dilin insan hayatı ve bilinci üzerinde yapabileceği tehlikeli etkilere dair ipuçları sunar.

It offers clues about the dangerous effects such a language can have on human life and consciousness.

Burada yazarın tanımladığı tehlike elbette geleneksel ahlaka yöneliktir.

The danger described by the author here is certainly directed towards traditional morality.

Edebi dilin bu tehlikeli otonom hayatı dilin kulağa kanun kaçağı gibi gelmesine neden oluyor.

The dangerous autonomous life of literary language causes it to sound like a lawbreaker to the ear.

Dowling'in atıfta bulunduğu,

what Dowling refers to,

Böylesi bir dilin tehlikeli etkileri ise Wilde açısından hayati bir öneme sahip olacaktı.

The dangerous effects of such a language would be of vital importance for Wilde.

Üstünde ''girmek kesinlikle yasaktır'' diye yazan bir tabela görseniz bir kapıda açmak gelmez mi içinizden?

If you saw a sign that said "No Entry Allowed," wouldn't you feel compelled to open the door?

O kapının arkasında sizi nelerin beklediğini merak etmez misiniz?

Aren't you curious about what awaits you behind that door?

Hatta bir takıntı haline bile gelebilir zamanla.

It can even become an obsession over time.

Ah geçsem o kapıdan.

Ah, if only I could pass through that door.

Tehlikeli de olsa kim bilir nasıl hazlar bekliyordur beni.

Who knows what pleasures await me, even if they are dangerous.

Yasak, gizemli ve tam da bu yüzden çok zor.

Forbidden, mysterious, and that is exactly why it is very hard.

Bu kapıda bir şey yok.

There is nothing at this door.

Çekici, o yabancı dünyada.

Engaging, in that foreign world.

Kapının üstünde hiçbir şey yazmasaydı, uyanacak mıydı o merak içimizde?

If nothing had been written on the door, would that curiosity awaken within us?

Kapı ve kapının arkasındaki dünyanın vaatleri tam da o kelimede yatıyor işte.

The promises of the door and the world behind it lie exactly in that word.

Cazibesi tam da o kelimede.

Its charm is precisely in that word.

Yasak.

Forbidden.

Yasaklar mı belirliyor yoksa bizim şu hayatta neden zevk alacağımızı?

Do restrictions determine what we will enjoy in this life, or do we?

Ben okurumun bu bölümünde Galler doğumlu psikanalist yazar Adam Phillips'in

In this section of my reading, I will discuss the Welsh-born psychoanalyst and writer Adam Phillips.

Yasak olmayan hazlar kitabından yola çıkarak bu soruların etrafında dönüyoruz efendim.

We are circling around these questions based on the book of pleasures that are not forbidden, sir.

Tabi başka sorular da çıkıyor karşımıza.

Of course, other questions also arise before us.

Phillips bu kitapta yasak ve kuralların hayatımızda oynadıkları kilit rolün üstünde duruyor.

Phillips emphasizes the key role that prohibitions and rules play in our lives in this book.

İnsanın kuralları koyan kendisi olduğu halde yasakları yıkmaya olan eğilimi üzerinden

Despite being the one who sets the rules, a person's tendency to break the prohibitions.

hazlar konusunda nasıl da kafamızın karıştığını, öz denetimin, öz eleştirinin, itaatkarlığın,

how confused we are about pleasures, self-control, self-criticism, and obedience,

nasıl da hazlığın yerine aldığını, bizzat haz haline geldiğini ortaya koyuyor.

It demonstrates how you have replaced pleasure with pleasure itself.

Ortaya koyuyor yanlış kelime mi oldu acaba?

Is "ortaya koyuyor" the wrong phrase, I wonder?

Yasak olmayan hazlar öyle giriş, gelişme, sonuç, savlar, kanıtlar, örneklerle falan ilerleyen bir kitap değil çünkü.

It's not a book that progresses with such things as introduction, development, conclusion, arguments, evidence, and examples, because it deals with pleasures that are not forbidden.

Bitirdiğinizde kafanız asla netleşmiyor.

When you finish, your mind never becomes clear.

Okuma serüveni boyunca da öyle.

It's the same throughout the reading journey.

Serüven kelimesini özellikle kullandım.

I specifically used the word adventure.

Adam Phillips'le çıkılan her yolculuk biraz dolanbaçlı ve maceralı, bilen bilir.

Every journey taken with Adam Phillips is a bit winding and adventurous, those who know, know.

Bilenin de bilmeyenin de onun tuzaklarına düşmesi de kaçınılmazdır.

It is inevitable for both the knowledgeable and the ignorant to fall into its traps.

Hele kitaplarının albenili başlıklarına kanıp da,

Especially being deceived by the alluring titles of the books,

o başlıkların vaat ettiklerini bulacağını sananlar fena halde yanılır.

Those who think they will find what those headlines promise are terribly mistaken.

Başlarken ne kadar soru varsa zihinlerde, kitabın kapağı kapatıldığında en az iki katına çıkmıştır sorular.

As many questions as there are in minds at the start, the number of questions has at least doubled by the time the book's cover is closed.

Yani yine kafa karışıklığı garantili bir kitapla karşınızdayım.

So I'm back with a book guaranteed to cause confusion.

E malum, biz ben okurumcular severiz biraz kafamızın karışmasını.

Well, you know, we those who read like a bit of confusion.

Yakışır yani bize.

It suits us, you know.

Konuğumuz mu?

Is our guest?

Dedim Adam amcamızı anlasa anlasa bir meslektaşı anlar.

I said, if anyone understands our uncle, it would be a colleague.

Bu iş beni aşar.

This job is beyond me.

Çaldım psikoterapist Agi Haydın'ın kapısını.

I knocked on the door of psychotherapist Agi Haydın.

Sordum, herkes bayılıyor sizin konuşmalarınıza.

I asked, everyone is crazy about your speeches.

Biraz da Adam Phillips hakkında konuşur musunuz ben okurumda?

Can you talk a bit about Adam Phillips? I read his work.

O da dedi, neden olmasın?

He said, why not?

Ve işte böylece birazdan dinleyeceğiniz ilginç, ufuk açıcı sohbet çıktı ortaya.

And thus, the interesting and enlightening conversation you will hear shortly came into being.

Sizinle Adam Phillips'in yasak olmayan hazlar kitabını konuşmak için bir araya geldik ama

We came together to talk about Adam Phillips' book on permissible pleasures, but...

ben Phillips'le ilgili araştırma yaparken bir cümleye rastladım ve bir ben okurum bölümüne rast başlamak için

I came across a sentence while researching about Phillips, and I found a section to start reading.

güzel bir cümle olduğunu düşünüyorum.

I think it's a beautiful sentence.

Önce onunla ilgili fikrinizi soracağım.

First, I will ask for your opinion about him.

Bu cümle Adam Phillips'in.

This sentence is Adam Phillips'.

İnsanın sevdiği kitapları okumasının bilinç altında bariz bir tetikleyici etkisi olduğunu düşünüyorum.

I believe that reading the books loved by a person has a clear triggering effect in their subconscious.

Bu kitaplarda onlar hakkında düşünmeyi sürdürmemizi sağlayan, önemsediğimiz bir şey var.

There is something in these books that keeps us thinking about them, something we care about.

Yalnızca bir boşluğu doldurmamıza yarayan fetiş unsurları değiller.

They are not just fetish elements that help us fill an empty space.

Daha ziyade düşünmeden edemediğimiz ve tekrarlayan rüyalar gibiler, diyor.

"They are more like recurring dreams that we can't help but think about," he says.

Bu onun yazdıklarına, hayata, belki biraz da psikiyatriye,

This is about what he/she has written, life, and maybe a bit about psychiatry.

psikiyatrik anlamdaki bakışına da bir şeyler söyleyen bir cümle gibi geliyor bana.

It sounds to me like a sentence that says something about the psychiatric perspective.

Ve ben okuruma çok yakıştığını düşündüğüm için size önce bunu sorayım dedim.

And since I think it suits my reader very well, I wanted to ask you this first.

Siz kitapların hayatımızdaki yeri hakkında ne düşünüyorsunuz?

What do you think about the place of books in our lives?

Ve Adam Phillips'in bu yaklaşımını bir okur ve bir meslektaşı olarak nasıl değerlendirirsiniz?

And how do you evaluate Adam Phillips' approach as a reader and a colleague?

Çok şey söylüyor.

It says a lot.

Bilginin değersizliğiyle ilgili bir şey söylüyor, dolaylı yolda.

It says something about the worthlessness of knowledge, indirectly.

Dilin ne kadar belirleyici olduğuna vurgu yapıyor.

It emphasizes how determinative language is.

Ama üstü örtük çok değişik bir yazar Adam Phillips.

But Adam Phillips is a very different writer, though implicitly.

Yani bir kurgu, bir roman, öykü yazarı olsa tamam olur derdik.

So if they were a fiction, novel, or short story writer, we would say that's fine.

Ama psikanaliz hakkında yazan, psikanalizle ilgili keskin bilgiler, net tanımların olduğu bir alanda böyle yazmak çok kolay değil.

But it is not easy to write like this in a field where sharp insights and clear definitions regarding psychoanalysis exist.

Dil ne demektir?

What does language mean?

Dil aslında yasaklayan demektir, belirleyen demektir.

Language actually means to prohibit, it means to define.

Dili değiştirmek yazar demektir.

Changing the language means to be a writer.

Herkes yazardır aslında, herkesin bir öyküsü vardır.

Everyone is actually a writer; everyone has a story.

Dolayısıyla her insan yazardır.

Therefore, every person is a writer.

Ama bir de iyi yazarlar vardır.

But there are also good writers.

İyi yazar ne demektir?

What does it mean to be a good writer?

Dili değiştiren yazar demektir.

It means the author who changes the language.

Dili değiştirmenin en kolay yolu kurgudan geçer.

The easiest way to change the language goes through fiction.

Ama düz yazıyla dili değiştirmek kolay değildir.

But it is not easy to change the language with plain writing.

Ne bileyim bir Garcia'nın, Orhan Pamuk'un, Elif Şafağ'ın, Umberto Eco'nun dili değiştirmesi kolaydır.

I don’t know, it’s easy for a Garcia, Orhan Pamuk, Elif Şafak, or Umberto Eco to change the language.

İçinize çekersiniz, okur gömülür, ondan sonra başına ne geldiğini anlamaz.

You inhale it, the reader gets immersed, and then they do not realize what happens to them.

O bir kitap alır, hayatım daha güzel olacak diye başına iş açar.

She buys a book and gets into trouble, thinking her life will be better.

Ama düz yazıyla bunu yapmak zordur.

But it's difficult to do this in plain writing.

Bir yazarı okuduğunuzda yabancılık hissini gidermek için kitabı bir kere okursunuz.

When you read a writer, you read the book once to alleviate the feeling of unfamiliarity.

Eğer iyi biri okursanız, önce kitabı laf olsun diye okursunuz, yabancılık hissi geçsin diye.

If you read a good book, you read it at first just for the sake of it, to overcome the feeling of unfamiliarity.

İkinci okumanızda anlamak için okursunuz.

You read to understand in your second reading.

Deneme yazıyorsanız bunu başarmanız çok zordur.

If you are writing an essay, it is very difficult to achieve this.

Edwin Phillips şöyle bir yazar, okuru...

Edwin Phillips is such a writer, the reader...

Bir konunun çevresinde dolaştırıyor diyebilir miyiz?

Can we say that it is going around a subject?

Okuru...

It reads...

Afarizmalarla tuzaldır.

It is healed with aphorisms.

Önce afarizmalarla içeri çeker.

First, it pulls you in with aphorisms.

Çünkü konuyu bilmeyen birini afarizmalarla hikayeye çekebilirsiniz.

Because you can draw someone who doesn't know the topic into the story with aphorisms.

Bir de kurgu yok elinizde.

You also don't have any fiction on hand.

Yani aslında bilinen isimlerin cümlelerine çok başvuruyor diyebiliriz herhalde değil mi?

So we can say that they actually frequently rely on the sentences of well-known names, right?

Kendisi de çok afarizma kullanıyor.

He uses a lot of aphorisms himself.

Afarizmaları kullanarak okurunu avlıyor.

He is capturing his reader by using aphorisms.

Sonra okurunun zaaflarını kullanmak için psikanalizin iddialarının tam tersine argümanlar sunuyor.

Then he presents arguments that are completely contrary to the claims of psychoanalysis to exploit the weaknesses of the reader.

Mesela...

For example...

Yasak olmayan hazlar gibi bir şeye davet ediyor.

It invites you to something like forbidden pleasures.

Orada çeşitli yazarlardan, tarihsel süreçlerden, anekdotlar, iddialar, niçeden vesaire onlardan örnekler getiriyor.

There, examples from various writers, historical processes, anecdotes, claims, reasons, etc., are brought in.

Sonra baştan çıkarıyor.

Then he/she seduces.

Şimdi bir düz yazı yazan birinin bunu yapması çok zordur.

It is very difficult for someone who writes prose to do this now.

Edwin Phillips bir yazar mıdır?

Is Edwin Phillips a writer?

İyi bir yazar mıdır?

Is he a good writer?

Buradan karar verebiliriz.

We can decide from here.

İyi bir yazar ne demektir?

What does it mean to be a good writer?

İyi bir yazar dili değiştirebilen kişi demek.

A good writer is someone who can change the language.

Burada lisandan bahsetmiyorum sizin bildiğiniz ve tahmin edebileceğiniz gibi.

I'm not talking about language here, as you know and can guess.

Dili değiştirmek yasak olanı yeniden tanımlamak demek.

Changing the language means redefining what is forbidden.

Mesela Nabokov Lolita'yı yazarak pedofiliyi Halit Ziya Uşaklıgil 1901'de galiba Servet Fünun'da yayınlanmıştı.

For example, Nabokov wrote Lolita, while Halit Ziya Uşaklıgil had published it in Servet-i Fünun in 1901, I suppose.

En sesli Aşk-ı Memnu'yla yasak aşk halka yedirmişti.

The loudest Aşk-ı Memnu had fed the forbidden love to the public.

Dili değiştirmişti.

He had changed the language.

Yasak olanın yasak değilmiş gibi algılanmasını sağlamıştı.

It had made the forbidden be perceived as if it were not forbidden.

Bu arada Aşk-ı Memnu Türkiye'de en çok seyredilen dizi.

Meanwhile, Aşk-ı Memnu is the most-watched series in Turkey.

Evet ikisi de.

Yes, both of them.

Şimdi çapkınlarla kötü yazarlar arasında bir benzerlik vardır.

There is a resemblance between womanizers and bad writers.

Çapkınlar sürekli yasak olanı arzularlar ve o hazzı elde edebilmek için birilerini baştan çıkarırlar.

Flirts constantly desire what is forbidden and seduce someone to obtain that pleasure.

Ama o baştan çıkardıkları kişi bir insan olduğu için belgeni düşünelim.

But since that person they seduced is a human, let's consider your document.

Arabesk her zaman doğruyu söyler.

Arabesque always tells the truth.

Ama huzura ve mutluluğa ulaştırmaz.

But it does not lead to peace and happiness.

Tanrım kötü kullarını sen affetsen ben affetmem der.

My God says, "If you forgive your wicked servants, I will not forgive."

Juanito'da gardiyan etme beni ziyan der.

Juanito says don't make me a guardian, it's a waste.

Kötü yazarlar aslında yasayı temsil ederler.

Bad writers actually represent the law.

Yasanın koruyucusudurlar.

They are the protectors of the law.

Gelenekleri temsil ederler.

They represent traditions.

Sadece isyan edebilmek için mevcutu korumak zorundadırlar.

They must maintain the status quo just to be able to rebel.

O yüzden kötü yazarlarla çapkınlar aynı kategoride.

That's why bad writers and womanizers are in the same category.

Evet.

Yes.

Aynı sınıftadırlar.

They are in the same class.

Ama iyi yazarlar dili değiştirirler.

But good writers change the language.

Nabokov ve Halit Ziya Uşaklıgil gibi.

Like Nabokov and Halit Ziya Uşaklıgil.

Çünkü asla dokunulmayacak iki yasak vardır.

Because there are two taboos that shall never be touched.

Bir pedofili, iki ensest.

One pedophile, two incestuous.

İkisini de topluma yedirmişlerdir.

Both have been assimilated into society.

Anlatabilmişler ve okunabilmişler.

They have been able to explain and been able to read.

Ve bir çağ atlatıyorlar aslında böyle yaptıkları zaman.

And they are actually making a leap forward by doing this.

Dili değiştiriyorlar.

They are changing the language.

İyi bir şey ya da kötü bir şey anlamında söylemiyorum.

I'm not saying it in a good or bad way.

Evet evet anlıyorum.

Yes, yes, I understand.

Ama burada dilin ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz.

But here we understand how important language is.

O zaman bizim bilinç dışımız Laka'nın söylediği gibi dil gibi yapılanmıştır.

Then our unconscious is structured like language, as Laka said.

Dille oynayabilen yazarlar her şeyi değiştirebiliyorlar.

Writers who can play with language can change everything.

Adam Phillips'ın da böyle mi olduğunu düşünüyorsun?

Do you think Adam Phillips is like this too?

Adam Phillips bunu nasıl yapıyor?

How does Adam Phillips do this?

Bir, insanların zaaflarına yükleniyor.

One is taking advantage of people's weaknesses.

Ne bileyim ilgi arayışı, işte yasak olmayan hazlar baştan çıkarıyor.

I don't know, the search for interest, well, pleasures that aren't prohibited are tempting.

Başlıklarla.

With titles.

Evet ve aforizmalarla.

Yes, and with aphorisms.

Önce içeri çekiyor.

First, it pulls inside.

Ama Adam Phillips asla ki bu yüzden çok eleştirilmez.

But Adam Phillips is never criticized for this reason.

Bu söylediklerin psikanalizle uyuşmuyor diye.

What you are saying does not align with psychoanalysis.

Gerçeği bir yerde vurguluyor.

It emphasizes the truth somewhere.

Mesela bugün tartışacağımız kitapta öyle yerleştiriyor ki bu söylediğini.

For example, in the book we will discuss today, he places what he says in such a way.

İnsanların nasıl büyüyeceklerini öğretemeyebiliriz.

We cannot teach people how to grow.

Ama büyümek için mutlaka unutmanız gereken şeyler vardır diyor.

But there are things you definitely need to forget in order to grow, he says.

Bazı kelimelerden de söz ediyor değil mi orada?

Aren't some words mentioned there too?

Devam ediyor.

It continues.

Dar ve sıkı olan her şey cezbeder ve baştan çıkarır seni.

Everything that is narrow and tight attracts and seduces you.

Bu kurallar.

These are the rules.

Kümesinden kurtulduğumuzda diye uyarır Nietzsche.

Nietzsche warns that we will be free when we escape from the coop.

Benzer bir başka kurallar kümesini benimseyip onu yeni diye adlandırmaya meylederiz.

We tend to adopt another set of similar rules and call it new.

Özgürlüğümüz o eski hapisliğin sadece başka bir biçimi olabilir.

Our freedom may just be another form of that old captivity.

Ve vazgeçemediğimiz ya da üstesinden gelemediğimiz şey yasaya duyduğumuz arzudur.

And what we cannot give up or overcome is the desire we have for the law.

Bizi yerli yerinde tutacak dar ve sıkı bir şeye duyduğumuz arzu,

The desire we have for something narrow and tight that will keep us in our place,

sanki belli bazı yasa türlerine yönelik arzumuz asla gerçekten değişmediğinden,

It seems that our desire for certain types of laws has never truly changed.

yasalar da hiç değişmiyor gibidir.

It seems that the laws never change either.

Kendimize karşı duyduğumuz korkuyu asla layıkıyla alt edemeyiz.

We can never truly overcome the fear we feel towards ourselves.

Oyun oynuyor okuyucusuyla.

It plays with its reader.

Baştan çıkarıyor, çıkarıyor, çıkarıyor.

Teasing, teasing, teasing.

Yasak olan hazları elde edebilirmişsiniz gibi tartışıyor.

She argues as if you could obtain forbidden pleasures.

Burada seçtiği karakterler çok ilginç.

The characters he/she chose here are very interesting.

Kendine, arkasına aldıkları.

Themselves, what they have taken behind.

Tabii, tabii.

Of course, of course.

Arkada çok sağlam ekip var.

There is a very strong team behind.

Çok sağlam ekip var.

There is a very strong team.

Ondan sonra da psikanalizin doğrusunu söylüyor.

After that, he tells the truth about psychoanalysis.

Yani aslında ben şöyle düşünüyorum.

So actually, I think like this.

Böyle bir başlıktan, yasak olmayan hazlar başlığından beklediğimiz bir kitapla karşı karşıya değiliz bir yandan da.

On one hand, we are not facing a book that we would expect from such a title, the title of unprohibited pleasures.

Yani şunu kastediyorum.

So I mean this.

Çoğunlukla popüler psikoloji kitaplarında ya da kişisel gelişim kitaplarında olduğu gibi

Like in most popular psychology books or personal development books.

böyle bir net bir anlatım yok burada.

There is no clear explanation like this here.

Konunun çevresinde dolaşan, okurun bazen kaybolmasına el veren,

Circling around the topic, sometimes allowing the reader to get lost,

hatta kaybolmasını sağlayan bir anlatımı olduğunu düşünüyorum ben.

I think there is even a narrative that causes it to disappear.

Net savları ileri süren değil.

Not one who puts forward clear arguments.

Tam dediğiniz gibi böyle küçük şaşırtmacalı cümlelerle etrafından dönüyor.

Just as you said, he is circling around with such little puzzling sentences.

Sıkça konudan sapıyor o metinler.

Those texts often stray from the subject.

İçinde kaybolmak da mümkün.

It is also possible to get lost in it.

Ama bir şekilde de o üslupla sizin ufkunuzu açıyor diyebilirim.

But in a way, I can say that style broadens your horizon.

Kendisi de denemeleri psikanaliz seanslarına benzer.

His attempts are similar to psychoanalysis sessions.

Benzetmiş, benzetiyormuş.

He/she has compared, he/she is comparing.

Denemeler hem sohbetvari hem de kolayca anlaşılır yazılardır ve bence bu ikisinin de avantajlarını taşırlar.

Essays are both conversational and easily understandable writings, and I think they possess the advantages of both.

Öyküde olduğu gibi serim, düğüm ve sonuç kısımları olması gerekmez.

In a story, there may not necessarily be a beginning, climax, and conclusion like there usually are.

Denemeler başıboş dolaşabilir, kıvrılıp bükülebilir diyor.

It says that attempts can roam freely, can twist and turn.

Ben anlatımını gerçekten burada tarif ettiğini düşünüyorum.

I really think you are describing your narration here.

Böyle başıboş dolaşıyormuş gibi yapıp tam da dediğiniz gibi sonra böyle küçük hedefe atışlar yaptığını düşünüyorum.

I think he pretends to wander aimlessly like this and then makes such small target shots just as you said.

Ne dersiniz?

What do you say?

Kesinlikle öyle.

Absolutely so.

Bunu niye yapıyor bilmiyorum.

I don't know why he/she is doing this.

Niye böyle yapıyor?

Why is he/she doing this?

Niye böyle anlatmayı tercih ediyor?

Why does he/she prefer to explain it this way?

Bir yazarı nasıl okursunuz?

How do you read an author?

İyi bir okur.

A good reader.

Ne yapar?

What does he/she/it do?

Ne bileyim Garcia'yı okuyacaksa büyülü gerçeklik nedir?

What do I know, if he's going to read Garcia, what is magical realism?

Onunla ilgili bilgi edilir önce.

Information will be provided about him/her first.

Kimi nereye yerleştireceğim?

Who will I place where?

Şimdi Edwin Phillips'i nereye yerleştirebiliriz?

Where can we place Edwin Phillips now?

Psikanalitik okuryazarlığı olanların okuyabileceği bir yazar aslında.

He is actually a writer that those with psychoanalytic literacy can read.

Yalom, Türkiye'den de örnek verebiliriz.

We can also give an example from Turkey.

Engin Geçtan, Talat Parman çok örneği var.

There are many examples of Engin Geçtan and Talat Parman.

Ama hiçbiri Edwin Phillips gibi psikanalitik.

But none are as psychoanalytic as Edwin Phillips.

Psikanalize değil de sanki bir edebiyatçı, bir sosyolog yazmış gibi yazıyor.

It feels like it's written more by a literary figure or a sociologist rather than by a psychoanalyst.

Doğru, evet.

Correct, yes.

Önce iddianın tersini savunmaya başlıyor.

First, he starts to argue the opposite of the claim.

Evet, evet. Tersten gidiyor.

Yes, yes. It's going in reverse.

O kadar tersten gidiyor ki mesela bilmiyorum sizin de dikkatinizi çekti mi?

It's going in such a reverse way that, for example, I don't know if you've noticed it too?

150 sayfalık bir kitaptan söz ediyoruz.

We are talking about a 150-page book.

Ta 124. sayfada şöyle bir cümle var.

There is a sentence like this on page 124.

Bu kitap yasak olmayan hazların yasak olanlara nazaran haz konusunda bize anlatacak daha fazla ya da en azından başka şeyleri olup olmadığını konu alıyor.

This book addresses whether pleasures that are not forbidden have more to tell us about pleasure compared to those that are, or at least if they have different insights.

Yani normalde böyle bir kitapta ne yaparsınız?

So what do you normally do in such a book?

Bir ön söz olur bazen.

Sometimes it serves as a preface.

Bazen hadi ön söz olmasın giriş bölümünde bu cümle orada yer alır.

Sometimes let there be no preface, this sentence is included in the introduction section.

Yani en fazla 4. 5. sayfada yer alacak cümleyi aslında kitabın amacı olan yani neyi amaçladığını anlatacağı cümleyi ta 124. sayfada söylüyor.

In other words, it mentions the sentence that will actually appear on the 4th or 5th page, which describes the purpose of the book, all the way on page 124.

Oraya kadar bu kitabın amacı şu ben şunu yapmayı planlıyorum yok aslında.

The purpose of this book up to that point is not actually to say, "I plan to do this."

Yok, evet.

No, yes.

Çok acayip bir yöntem bu.

This is a very strange method.

Tamamen okudu.

He/she read it completely.

Kur adına konuşuyor.

He is speaking on behalf of the exchange rate.

Çünkü eğer kurguyu kullanmıyorsanız baştan çıkaracak yöntemlerinizin olması lazım.

Because if you are not using the plot, you must have methods to seduce from the start.

Çok ilginç.

Very interesting.

Yani bir de yasak olmayan hazlar nelerdir sorusuna bir yanıt da vermiyor aslına bakarsanız bir yandan da.

In fact, it doesn't provide an answer to the question of what pleasures are not forbidden on the other hand, either.

Hani orada da el yordamıyla ilerlemeniz gerekiyor.

You need to proceed there with the help of your hands as well.

Yani psikanalizi hiç bilmeyen insanları aforizmalarla tuzağa düşürüyor.

So it traps people who know nothing about psychoanalysis with aphorisms.

Sonra insanın zaafı olan arzularla onları savunarak onları savunan anekdotlar sunuyor.

Then it presents anecdotes that defend them by defending them with desires, which are the weaknesses of man.

Hiçbir zaman kendi adına konuşmuyor.

He never speaks for himself.

Konuşmuyor.

He/She is not speaking.

Hiç, evet.

Yes, never.

Hep başkalarından dinleler devşirerek.

They always gather information by listening to others.

Niyetçeden şuradan buradan.

From the intent, from here and there.

Ondan sonra tam siz kıvama geldiğinizde lafı...

After that, just when you reach the perfect consistency...

Oturtuyor yerine.

Sitting instead.

Adam Phillips 1954 yılında Galler'in Cardiff şehrinde dünyaya geldi.

Adam Phillips was born in 1954 in the city of Cardiff, Wales.

Kalabalık bir Yahudi ailesinde büyüyen Phillips'in küçük bir çocukken en büyük tutkusu tropikal kuşlardı.

Growing up in a large Jewish family, Phillips' greatest passion as a small child was tropical birds.

Ergenliğe adım attığı günlerde ise hayatının bundan sonrasında ona hep eşlik edecek olan

In the days she stepped into adolescence, the thing that would always accompany her in the rest of her life would be

başka bir çocukken en büyük tutkusu tropikal kuşlardı.

When he was another child, his biggest passion was tropical birds.

Başka bir çocukken en büyük tutkusu tropikal kuşlardı.

As another child, his biggest passion was tropical birds.

Başka bir tutku geldi yerleşti yüreğine.

Another passion came and settled in your heart.

Edebiyat.

Literature.

Oxford Üniversitesi St. John's College'da İngiliz Edebiyatı eğitimi almaya da böyle karar verdi.

She also decided to study English Literature at St. John's College, Oxford University.

Okuma merakı 17 yaşındayken karşısına Carl Jung'un Anılar, Düşler, Düşünceler adlı kitabını çıkardığında ise başka bir ateş düştü içine.

Her curiosity for reading ignited a different fire within her when she encountered Carl Jung's book "Memories, Dreams, Reflections" at the age of 17.

Psikoterapiyi tıptan çok bir şiire yakın bulan Phillips bu alanda okumayı sürdürdü.

Phillips, who finds psychotherapy to be much closer to poetry than medicine, continued to study in this field.

Ne zaman ki bu sefer de Venekut'un kitabı Oyun ve Gerçeklik geçti eline artık mesleğini seçti.

When the book "Play and Reality" by Venekut came into his hands this time, he had already chosen his profession.

Eğitimini tamamlamasının ve Pakistan asıllı ünlü İngiliz psikanalist Mesut Han'la 4 yıllık psikanalizin ardından 1990'dan 1997'ye kadar Londra'daki Charing Cross Hastanesi'nde çocuk psikoterapisti olarak çalıştı.

After completing her education and undergoing 4 years of psychoanalysis with the famous British psychoanalyst of Pakistani descent, Mesut Han, she worked as a child psychotherapist at Charing Cross Hospital in London from 1990 to 1997.

İngiliz SGK'sı NHS'de 17 yıldan sonra bürokrasiden yılarak ama aklı kalarak Notting Hill'deki muayenehanesini açtı.

After 17 years in the bureaucracy of the English NHS, he opened his practice in Notting Hill, while still retaining his intellect.

Bu arada edebiyat ve yazı da hayatında her zaman önemli bir rol üstlendi.

Meanwhile, literature and writing have always played an important role in his/her life.

1988'de yayınlanan ilk kitabı Venekut'tan başlayarak hep ilginç konular üzerine kendine has üslubuyla okurların ilgisini çekmeyi başardı.

Starting with his first book Venekut published in 1988, he managed to capture the readers' interest with his unique style on interesting topics.

Bugüne kadar yayınlanan 25 kitabından birkaçını saymak gerekirse bizim esas kızımıza haricinde öpüşme, gıdıklanma ve sıkılma üzerine, flört üzerine, tek eşlilik, kaçırdıklarımız, yaşanmamış hayata övgü, ilgi arayışı, hep vaat hep vaat, iyileşmek üzerine ilk akla geçmişti.

If we were to mention a few of the 25 books published to date, apart from our main girl, the first that comes to mind are those on kissing, tickling, and boredom, flirting, monogamy, what we've missed, praise for the life that hasn't been lived, the search for attention, always promises, and healing.

Bu kitabı Venekut'tan başlayarak hep ilginç konular üzerine kendine has üslubuyla okurların ilgisini çekmeyi başardı.

This book, starting from Venekut, has managed to capture readers' attention with its unique style on interesting topics.

Bu kitabın sonuna geldikten sonra bu kitabın sonuna geldikten sonra bu kitabın sonuna geldikten sonra bu kitabın sonuna geldikten sonra bu kitabın sonuna geldikten sonra bu kitabın sonuna geldikten sonra bu kitabın sonuna geldikten sonra bu kitabın sonuna geldikten sonra bu kitabın sonuna geldikten sonra bu kitabın sonuna geldikten sonra bu kitabın sonuna geldikten sonra bu kitabın sonuna geldikten sonra bu kitabın sonuna geldikten sonra bu kitabın sonuna geldikten sonra bu kitabın sonuna geldikten sonra bu kitabın sonuna geldikten sonra bu kitabın sonuna geldikten sonra bu kitabın sonuna geldikten sonra bu kitabın sonuna geldikten sonra bu kitabın sonuna geldikten sonra bu kitabın sonuna geldikten sonra bu kitabın sonuna geldikten sonra bu

After reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book, after reaching the end of this book.

Çok zor tam da bu sebeplerden dolayı ama böyle işte bazı cümleler bize yol göstersin diye düşündüm.

It's very difficult precisely for these reasons, but I thought that some sentences should guide us.

Birinci bölüm yasak koyma meselesiyle ilgili bir bölüm ve Adam Phillips burada Oscar Wilde'dan çok besleniyor.

The first section is about the issue of prohibition, and Adam Phillips draws heavily from Oscar Wilde here.

Oscar Wilde'dan yola çıkıyor hatta diyebiliriz.

It even starts with Oscar Wilde, we could say.

Bir şeyi yasaklamak onu unutulmaz hale getirir fikriyle yola çıkıyor.

It starts with the idea that banning something makes it unforgettable.

Ve bu bölümde başkaları için yaşamakla başkalarıyla beraber yaşamak meselesini tartışıyor.

And in this chapter, he discusses the issue of living for others versus living together with others.

Aslında bu bölümün ana kahramanları Oscar Wilde, Nietzsche ve Freud.

Actually, the main characters of this section are Oscar Wilde, Nietzsche, and Freud.

Nedir onları yasaklar ve haz konusunda bir araya getiren ya da işte Adam Phillips nasıl bir araya getiriyor diye de sorabiliriz tabii ki bu soruyu.

What is it that prohibits them and brings them together regarding pleasure, or we could also ask how Adam Phillips brings them together.

Adam Phillips'in bunu bilmemesi mümkün değil.

It is impossible for Adam Phillips not to know this.

Kuramsal olarak hani psikanalizde bastırılan hep geri döner.

Theoretically, what is repressed in psychoanalysis always returns.

Yani yasak olmayan hazlar dediğimiz şey aslında yasak olan hazların ikamesidir ama değilmiş gibi yapıyor.

So the pleasures we call permissible are actually substitutes for the forbidden pleasures, but it pretends as if they are not.

Kitapta uzun bir süre...

In the book for a long time...

Uzun bir süre bunu yapıyor.

He has been doing this for a long time.

Tıpkı bir romancı gibi.

Just like a novelist.

Bu da yaşam öyküsü ve aldığı eğitimle ilgili olabilir.

This could also be related to life story and the education he/she has received.

Yani bu riski niye alıyor?

So why is he taking this risk?

Bir bildiği var.

He/she knows something.

Evet.

Yes.

Nasıl bağlıyorsunuz yaşam öyküsüne?

How do you connect to the life story?

Çok önemli bir yazar.

A very important writer.

Yani dili değiştiriyor.

So it is changing the language.

Dili değiştirmek için bu dile hiç uyum sağlayamayacak insanları, bu dili hiç bilmeyen insanları, psikanalizin dinini hiç bilmeyen insanları önce içeriye çekiyor sonra lafını yapıştırıyor.

To change the language, it first pulls in people who will never adapt to this language, people who do not know this language at all, and people who have no knowledge of the religion of psychoanalysis, and then it puts them in their place.

Yani buradan kastınız şu mu?

So what you mean by this is?

Mesela Oscar Wilde'la içeriye alıyor.

For example, he gets Oscar Wilde inside.

Nietzsche'yle yolu hazırlıyor ve Freud'a varıyor.

He prepares the way with Nietzsche and arrives at Freud.

Mesela hani aslında yaptığı yani izlediği yol öyle gibi geldi.

For example, it actually seemed like the path he was taking or watching.

Bilmiyorum katılır mısınız?

I don't know if you will participate?

Evet.

Yes.

Tam da öyle.

Exactly so.

Değil mi?

Isn't it?

Oscar Wilde daha popüler bir kimlik.

Oscar Wilde is a more popular identity.

Daha yani herhangi bir okuyucunun da ilgilenebileceği bir isimle başlayıp felsefe ve sonra da psikanalize geçiyor.

It starts with a name that any reader might be interested in, then moves on to philosophy and then to psychoanalysis.

Biraz da tam da sizin söylediğiniz gibi böyle bir yol izlemiş gibi.

It seems like they have taken a path just as you mentioned.

Aslında Edwin Phillips insanın kişiliğini güç karşısında aldığı pozisyon olduğunu çok iyi.

Actually, Edwin Phillips knows very well that a person's character is defined by the stance they take in the face of adversity.

Çok iyi bilen bir yazar.

A writer who knows very well.

Ama bilmiyormuş gibi yapıyor.

But he’s acting like he doesn’t know.

Zaten itaatkarlık bölümünde de bunu açıyor biraz değil mi?

It already opens this up a bit in the obedience section, doesn't it?

Evet.

Yes.

Yavaş yavaş orada da yapıyor.

They're slowly doing it there too.

Çok ilginç bir yazar yani.

He is a very interesting writer.

Ben yazın tarihini çok iyi bilen biri değilim.

I'm not someone who knows the history of writing very well.

Ama benim okuduğum yazarlar arasında okuruna tuzak kuran çok az yazar vardır.

But among the authors I have read, there are very few who set traps for their readers.

Biraz da tabii psikoterapi ve psikanaliz meselesiyle ilintili yazarlara baktığınızda da herhalde buraya geliyorsunuz değil mi?

When you also look at writers related to the issues of psychotherapy and psychoanalysis, you probably come to this point, right?

Tabii.

Of course.

Çünkü psikanalize hakkında yazmak kolaydır.

Because it is easy to write about psychoanalysis.

Basit.

Simple.

Çünkü psikanaliz ne kadar karmaşık görünse de aslında onun terminolojisini anladığınızda çok basit bir kuramdır yani.

Because psychoanalysis, no matter how complex it seems, is actually a very simple theory once you understand its terminology.

Uygulaması ve kendinizde değişiklik yapmanız zorluklar içerebilir ama anlaması kolaydır yani.

The application and making changes in yourself may involve difficulties, but it is easy to understand.

Okur için anlaması kolaydır mı?

Is it easy for the reader to understand?

Herhangi bir okur için de mi anlaması kolaydır sizce?

Do you think it is easy for any reader to understand?

Bir psikanaliz için de kolaydır.

It is also easy for a psychoanalysis.

Okur için de kolaydır.

It is also easy for the reader.

Psikanaliz o kadar karmaşık bir dili yok.

Psychoanalysis doesn't have such a complex language.

Sadece inkar ettiğimiz bir dil olduğu için eksikliğimizi, yetersizliğimizi, değersizliğimizi,

Because it is a language we simply deny, our lack, inadequacy, and worthlessness,

inkar ettiğimiz bir dili olduğu için sık sık unuturuz.

We often forget a language we deny.

Sanki çok karmaşıkmış gibi gelir.

It seems like it's very complex.

Dil, Chomsky'ye göre başka bir şeydir.

Language is something else according to Chomsky.

Benzerlikler falan filan.

Similarities and so on.

Ama psikanalizde dil daha basit işler.

But in psychoanalysis, language operates more simply.

Annenin arzusunun yerine babanın arzusunu koymaktan geçer.

It involves replacing the mother's desire with the father's desire.

Yerine geçenler ve yer değiştirenler.

The ones who replace and the ones who switch places.

Metaforlar ve metonimler.

Metaphors and metonyms.

Psikanaliz için dil çok basit dikkat ederseniz.

For psychoanalysis, the language is very simple, if you notice.

Yine Adam Phillips'e döneceğim.

I will return to Adam Phillips again.

Freud'a göre ahlak kendimizi korumak uğruna kendimizi aşırı basitleştirmemizin ürünüdür, diyor Phillips.

According to Freud, morality is a product of us overly simplifying ourselves in order to protect ourselves, says Phillips.

Psikanaliz bu koruma kalkanına karşı bir seçenek üretmeye çabalamıştır, diyor.

Psychoanalysis has tried to produce an alternative against this protective shield, he says.

Belli has türleri, önceden yasak olanlar geri kazanılmalıdır, diyor.

He says that certain types, those that were previously banned, should be recovered.

Bazı kelimeler de unutulmalıdır, diyor.

She says that some words should also be forgotten.

Sizce de toplumda genel geçer olandan başka bir ahlak üretmek mümkün müdür?

Do you think it is possible to produce a different morality than the one generally accepted in society?

Mevzu ahlakla ilgili değil.

The issue is not related to morality.

Ama oraya götürülmektedir.

But it is being taken there.

Mesela dili değiştirmek ne demektir?

For example, what does it mean to change the language?

Dil çünkü kısıtlayıcı bir şeydir.

Language is a restrictive thing.

Dil bir şeyin kenarını kıvırmak demektir.

Language means to bend the edge of something.

Bir şeyin kenarını kıvırttığınızda onu eksiltmek demektir.

When you bend the edge of something, it means to reduce it.

Sembole girmek demektir.

It means to enter into the symbol.

Şimdi bir ben var, bedenim.

Now there is only me, my body.

Bir de aynada gördüğüm bir imge var.

There is also an image I see in the mirror.

Bir de ona verdiğim simge var.

There is also the symbol I gave him/her.

Agah.

Informed.

Dört harften oluşuyor.

It consists of four letters.

Aslında agah anlamsız bir şey.

Actually, "agah" is a meaningless thing.

Sıçma sapan harflerden oluşuyor.

It consists of nonsensical letters.

Ama ben...

But I...

O gerçek bedenim.

That is my real body.

Aynada gördüğüm şey.

What I see in the mirror.

Yani sizin bana baktığınızda gördüğünüz şey.

So, it's what you see when you look at me.

Ama onun ne olduğunu bilmiyorum.

But I don't know what it is.

Onunla bedenim ve bu simgeyi mıhladığımda dile giriyorum.

When I intersect with it and nail this symbol, I enter the tongue.

Dil bu demek.

This is what language means.

Dil aslında bir kayıp demek.

Language actually means a loss.

Kayıp.

Lost.

Kayıp demek değil mi?

Doesn't it mean loss?

Ne anlamda?

In what sense?

Her anlamda.

In every sense.

Şöyle ki bir gerçek var.

There is a truth like this.

Bir imge var.

There is an image.

Ben ona simge geliştiriyorum.

I am developing a symbol for her.

Bu dört harfin benimle hiçbir ilgisi yok aslında.

These four letters have nothing to do with me, actually.

Rastlantısal bir şey yani.

It's just a coincidence.

Onu ona mıhladığımda rahatlıyorum.

I feel relaxed when I pin him down.

Kolaylaştırıyorum işimi değil mi?

I'm making my job easier, right?

Anlamış gibi yapıyorum evet.

I'm pretending to understand, yes.

Dolayısıyla oradaki dil belirleyici bir şey haline geliyor.

Therefore, the language there becomes a determining factor.

Tanrılar da buna yüklenir.

The gods are burdened with this too.

Mesela pagan tanrıları, paganlar.

For example, pagan gods, pagans.

Onların tanrıları çoktur.

They have many gods.

Her işte biri meşgul olur.

Everyone gets busy with something.

Ama semavi dinlerdeki tanrı tektir.

But in celestial religions, God is one.

Kıskanç bir tanrıdır o.

He is a jealous god.

Sadece ben varım der.

It says, "I am the only one."

Kısıtlar.

Constraints.

Dili vardır.

It has a language.

Yani yasaklayan dildir aslında.

So it is actually the language that prohibits.

Dolayısıyla yazarlar ve sanatçılar bu açıdan önemlidir.

Therefore, writers and artists are important from this perspective.

Çünkü o dili değiştirdiklerinde biz enseste bile ikna olabiliyoruz.

Because when they change the language, we can even be convinced of incest.

Hem de muhafazakar bir toplum olarak aşkı memnun bilmiyormuş gibi yaptığımız yasak aşk.

As if we don't consider love fulfilling, even as a conservative society, we engage in forbidden love.

Aslında derinleştirirsek enseste.

Actually, if we delve deeper, it is incest.

Dil dediniz, sanat dediniz.

You said language, you said art.

Biraz sanatla ilgili konuşalım istiyorum.

I want to talk a little about art.

Çünkü Oscar Wilde aracılığıyla başlıyor dedik ya hikayeyi.

Because we said the story starts through Oscar Wilde.

Orada da sanat ve sanatçı meselesini çok irdeliyor.

There, the issue of art and the artist is also examined in depth.

Sanatçı meselesini çok irdeliyor.

The artist issue is being examined very thoroughly.

Sanatçının kitleyi umursamaması gerektiğini, sırf kendi hazzı için üretmesi gerektiğini söylüyor.

He says that the artist should not care about the masses and should produce solely for their own pleasure.

Başka insanların isteklerini göz önüne aldığında bu sanata bir sabotajdır diye düşünüyor.

He thinks it's sabotage to this art when considering the desires of other people.

Ve bunu da büyümeye de bağlıyor aslında.

And he actually ties this to growing up as well.

Yani oradan gelip, sanattan gelip anne çocuk ilişkisine varan bir durum var orada.

So there is a situation that comes from there, from art, leading to the mother-child relationship.

Ve burada şöyle çok kilit bir cümlesi var.

And here is a very key sentence.

Sanat bizi yoldan çıkarır diyor.

It says art leads us astray.

Oscar Wilde'la da ilintili yine.

It's also related to Oscar Wilde.

Ben burada biraz...

I am here a bit...

Şunu da yani bu sanatın gücü ve sanatçının nasıl olması gerektiği meselesini biliyorum.

I also know the issue of the power of this art and how the artist should be.

Yine temel konu o değil.

The main issue is not that again.

Ama yine de bunu da konuşalım istiyorum.

But I still want to talk about this too.

Çünkü otokrasilerde genellikle sanata ve sanatçıya bu cümleyi düşündüğümüz zaman ilk önce sanata ve sanatçıya saldırılmasının ya da bir tehdit olarak algılanmasının da ne kadar haklı olduğunu da görmüş oluyoruz bir yandan değil mi?

Because in autocracies, we also see how justified it is to think of this sentence as being attacked first, or perceived as a threat towards art and artists, right?

Şimdi bunu popülist buluyorum.

I find this populist now.

Bu söylemi mi popülist buluyorsunuz?

Do you find this statement populist?

Evet popülist buluyorum.

Yes, I find it populist.

Çünkü dil neydi?

Because what was language?

Dil...

Language...

Annemin arzusunun yerine onun arzuladığı şeyi koymaktı.

It was to replace what my mother desired with what she wanted.

Çünkü üçüncü olmadan dile giremiyoruz.

Because we cannot enter the language without a third.

İki kişilik bir ilişkide dili olmaz.

In a two-person relationship, there is no language.

Böyle baktığımızda üçüncünün olması yasayı getiriyor.

When we look at it this way, the third one brings the law.

Dili getiriyor yani iletişimi getiriyor.

It brings the language, meaning it brings communication.

Yerine geçenler ve yer değiştirenleri getiriyor.

It brings those who take over and those who swap places.

Şimdi burada edebiyatçılar neyi değiştirir?

What do literary figures change here now?

Kime tapındığımı değiştirir.

It changes who I worship.

Neyin yasak, neyin yasak olmadığını değiştirebilirler.

They can change what is forbidden and what is not forbidden.

Ne bileyim oruç araoba.

I don't know, it's fasting.

İşte Fransızlardan etkilenmiştir.

It has been influenced by the French.

Atilla İlhan gözlerin gözlerime değdiğinde.

When your eyes touched my eyes, Atilla İlhan.

Ama buraya nereden gelebilirsiniz?

But where can you come from to here?

Aşk ve hisselden de gelebilirsiniz.

You can also come from love and emotion.

Bu bendeki aşk olmasa beş para etmez.

Without this love in me, it wouldn't be worth a dime.

Sonra ne bileyim Zülfü Livaneli kitabının kapağında Rene Marguerite'in tablosu vardır.

Then I know that there is a painting by Rene Marguerite on the cover of Zülfü Livaneli's book.

Aa 50 yaşından büyük Türkler Fransızlardan etkilenmiş.

Ah, Turks over 50 years old have been influenced by the French.

Onlar da Lacan'dan etkilenmiş.

They are also influenced by Lacan.

Ötekinin arzusu, ötekinin bakışı vesaire üzerinde.

On the desire of the other, the gaze of the other, and so on.

Ama burada değişmeyen bir şey var.

But there is one thing that remains unchanged here.

Benim tapınma biçimim.

My way of worship.

Edebiyatçılar sadece kime tapınacağımızı değiştirebilirler.

Literarians can only change whom we worship.

Yani diyelim ki filan tanrıya inanıyorsunuz.

So let's say you believe in a certain god.

Bunu değiştirdiler.

They changed this.

Dille değiştirdiler.

They changed the language.

Ama nasıl inanacağımız değişmez.

But how we believe does not change.

Lacan 69'da öğrenci sol hareketinin içinde yer alır.

Lacan is involved in the student left movement in '69.

Onlarla birlikte yürür.

He/she walks along with them.

Ama onlara şunu söyler.

But he tells them this.

Ben sizin tarafınızdayım.

I am on your side.

Sizinle birlikte yürüyeceğim der.

He/She says he/she will walk with you.

Ama şunu da bilmenizi isterim.

But I would also like you to know this.

Bir efendi arıyorsunuz.

You are looking for a master.

Önünde sonunda bulacaksınız der.

"You will find it eventually."

İnanma biçimimizi ve bağlanma biçimimizi değiştirmez.

It doesn't change the way we believe and the way we connect.

İnanma biçimimizi ve bağlanma biçimimizi sadece psikanaliz.

Only psychoanalysis shapes our way of believing and our way of attachment.

Freud psikoterapiyi psikanalizi şöyle tarif eder.

Freud defines psychotherapy as psychoanalysis like this.

Başka türlü elde edilemeyecek bilgi diye tarif eder.

He describes it as information that cannot be obtained in any other way.

Edebiyatçılar tanrıyı değiştirir.

Literati change God.

Psikanaliz tanrıya nasıl inandığımızı seçtiğimiz tanrıya o değişmiyor.

Psychoanalysis does not change the god we believe in; we choose that god.

Kolay bir şey de değil bu arada.

By the way, it's not an easy thing either.

İnsanın kişiliğinin değişmesi.

The change of a person's personality.

Hiç kolay bir şey değil.

It's not an easy thing at all.

Hatta genellikle de değişmez.

In fact, it generally doesn't change either.

Evet.

Yes.

Genellikle de imkansız diyebiliriz herhalde.

We can probably say it is generally impossible.

Ama bir yol.

But there is a way.

O yolu yürümek de belli değişiklikler katabilir herhalde.

Walking that path can probably bring certain changes as well.

Semptomumuzdan özgürleştirebilir.

It can free us from our symptom.

Tanımamızı sağlayabilir.

It can help us get to know each other.

Ben şöyle şöyle biriyim.

I am someone like this and that.

Şöyle şöyle olduğunda şöyle şöyle aşık olurum.

When this happens like this, I fall in love like that.

Aşık olduğum adamlara ve kadınlara şöyle bağlanıyorum gibi bir özgürlük sağlayabilir.

It may provide a kind of freedom that allows me to connect with the men and women I am in love with.

Ama çok da abartmamak gerek.

But it shouldn't be exaggerated too much.

O da öz eleştiriye girmez mi?

Doesn't that fall under self-criticism?

Şimdi bu kitapta bir de öz eleştirilir.

Now there is also self-criticism in this book.

Öz eleştiriyle ilgili bir bölüm var.

There is a section about self-criticism.

O öz eleştiriyi de abarttığınız zaman yine kendi kendinizi bir şekilde bağlıyor durumuna gelmiyor musunuz?

When you exaggerate that self-criticism, don't you find yourself in a situation where you somehow tie yourself up?

İşte psikanalizin kavramlarını kullanmadan konuşuyor Edwin Phillips.

Here, Edwin Phillips is speaking without using the concepts of psychoanalysis.

Bunu ya yayıncısı ve editörü çok uyanık bilemem.

I can't tell if the publisher and editor are very savvy about this.

Ya da kendisi benim çok ilerimde biri.

Or he is someone who is much ahead of me.

İnsanlara neyi nasıl anlatacağını çok iyi biliyor.

He knows very well how to explain things to people.

Edebiyatla çok ilgili ya bence biraz onun etkisi de var gibi geliyor bana.

I think he's really into literature, and I feel like that's having some influence too.

Ama bu yüzden çok tepki çekiyor.

But that's why it attracts a lot of reactions.

Evet olabilir tabii.

Yes, it could be.

Eminim o camiadan.

I'm sure it's from that community.

Tabii çok tepki alıyor.

Of course, it's getting a lot of reactions.

Ama çok kıymetli bir iş yaptığını düşünüyorum.

But I believe you are doing a very valuable job.

Ben de çünkü edebiyatla olan bağlantılar aslında klasik okuru daha çok içine çekiyor.

I do too, because the connections with literature actually draw the classical reader in more.

Ve dolayısıyla sonra oradan geldiği yolla daha çok kolay anlamamızı da sağlıyor gibi geliyor bana.

And therefore it seems to me that the way it comes from there also makes it easier for us to understand.

Ama siz diyorsunuz ki aslında psikanalizin dili çok basittir.

But you say that the language of psychoanalysis is actually very simple.

Tam tersine zorlaştırıyor bilmiyorum.

On the contrary, it makes it more difficult, I don't know.

Zorlaştırmıyor sanki oyun oynuyor gibi geliyor bana.

It doesn’t seem to make it harder; it seems to me like they are playing a game.

Evet zorlaştırmak değil.

Yes, it's not about making it difficult.

Doğru dolanmaçlı hale getiriyor diyelim.

Let's say it makes it into a proper winding shape.

Şimdi tarihsel olarak kendisinin psikanaliz bilgisi ve eğitiminin de oraya dayandığını söylüyor zaten.

He is already stating that his knowledge and education in psychoanalysis is historically based on that.

Önce Jung okumuş sonra Winnicott okumuş.

First, he read Jung, then he read Winnicott.

Yani oyun ve gerçeklik okumuş.

So, he/she has read about games and reality.

Dolayısıyla o oyun alanında serbest bırakabilmeyi salık veriyor.

Therefore, it suggests being able to liberate in that play area.

Dolayısıyla psikanalizin sabit bir yorumdan değil çok anlamlılığa izin vermesi gerekiyor.

Therefore, psychoanalysis needs to allow for multiple meanings rather than adhering to a fixed interpretation.

Aslında yapıp ettikleriyle psikanalizi daha iyi öğretiyor olabilir.

Actually, they may be teaching psychoanalysis better with what they do and say.

Ben hepsine açığım.

I am open to all of them.

Çünkü serbest çağrışma bırakmak demek içinden geldiği gibi konuş.

Because leaving free association means speaking as it comes to you.

Aklına ne geliyorsa onu söyle.

Say whatever comes to your mind.

Çünkü psikanaliz şuna ortam sağlar.

Because psychoanalysis provides an environment for this.

Özgürleşmeye ortam sağlar.

It creates an environment for liberation.

Yani herhangi bir kısıtlama olmadan aklına geleni söyle.

So say whatever comes to your mind without any restrictions.

Ama analizant bunu yapamadığını fark eder.

But the analyzant realizes that they cannot do this.

Psikoterapi o demek zaten.

That's what psychotherapy means.

Psikanaliz o demek.

Psychoanalysis means that.

Siz kendinizle ilgili öyküyü yeniden yazmak için aklınıza geldiği gibi konuşun.

Speak as it comes to your mind to rewrite the story about yourself.

Ama göreceksiniz ki kendinizi tanımakla,

But you will see that by getting to know yourself,

ilgili yaptığınız bu şeyde bütün dürüstlüğünüze ve açıklığınıza rağmen

despite all your honesty and openness in this matter you are doing

sansürler ve dirençlerle karşılaşacaksınız.

You will face censorships and resistances.

O sansürler ve dirençleri yorumladığınızda kendinizle ilgili bir şeye ulaşacaksınız.

When you interpret those censures and resistances, you will reach something about yourself.

Bunların bazıları bilinç düzeyinde olacak.

Some of these will be at the level of consciousness.

Agah Bey, Çırağan Sarayı'nın mimarı dedem.

Agah Bey is my grandfather, the architect of the Çırağan Palace.

Ben size böyle demiştim ya.

I told you like this.

Aslında bu doğru değil.

Actually, this is not true.

Herkese böyle söylüyorum ben.

I say this to everyone.

Yeni tanıştığım herkese bunu söylüyorum.

I tell this to everyone I just met.

Niye söylediğimi de bilmiyorum ya.

I don't even know why I said it.

Saçma sapan bir şey.

It's a ridiculous thing.

Hiçbir çıkarım yok.

There is no inference at all.

Yapıyorum ama.

I am doing it, though.

Ama bazıları da eylem.

But some are also actions.

Ve düşünce düzeyinde olacak.

And it will be at the level of thought.

Ben 3 ay önce seansa geç kalmıştım ya.

I was late for the session 3 months ago.

O zaman size şey demiştim.

I told you something back then.

Trafikten geç kaldım demiştim.

I said I was late due to traffic.

Doğruydu bu.

This was true.

Ama sonra düşündüm.

But then I thought.

Aslında geç kalmak için ben her şeyi yapmışım.

Actually, I have done everything to be late.

Manava uğradım, bakkala uğradım.

I stopped by the greengrocer, I stopped by the grocery store.

Şimdi fark ettim ki bir önceki seansta sizin yaptığınız yoruma o kadar öfkelendim ki

I just realized that I got so angry at your comment in the previous session that...

ben ne zaman birine kızsam ona geç kalıyorum.

Whenever I get angry at someone, I end up being late for them.

Adını unutuyorum.

I am forgetting your name.

Bazıları da bilinç dışı olacak.

Some will be unconscious as well.

Ya da ne zaman birine öfkelensem kolum ağrıyor.

Or whenever I'm angry at someone, my arm hurts.

Cinsel isteksizlik yaşıyorum filan.

I am experiencing sexual reluctance and so on.

Bedensel, eylemsel ya da düşünsel düzeyde olabilir.

It can be at a physical, action-oriented, or cognitive level.

Şimdi bunları çok fluğulaştırıyor Edwin Phillips.

Now Edwin Phillips is making these very vague.

Sanki mesela bu süreçlerin bilinç düzeyindeymiş gibi imasında bulunuyor.

It seems as if it is implying that these processes are at a level of consciousness.

Çünkü insan irade olarak kontrolünde olan değiştirebileceği şeyleri sever.

Because people love the things they can change and control with their will.

Bu senin kontrolünde değil.

This is not under your control.

Sen istesen de istemesen de bunu yapacaksın dediğiniz biri size inanmaz ki.

Someone you say "You will do this whether you want to or not" will not believe you.

Ama bununla ilgili böyle...

But it's like this regarding that...

İnsan öyle bir cümle kurmuyor mesela.

For example, a person doesn't form such a sentence.

Bu bilinç düzeyindedir demiyor.

It doesn't say it is at this level of consciousness.

Ama bilinç dışıdır da demiyor.

But it doesn't say it's unconscious either.

Bunu bilmemesi mümkün değil.

It's impossible for him/her not to know this.

Çok zeki bir yazar.

A very intelligent writer.

Sanki bilinç düzeyindeymiş gibi bir izlenim yaratıyor.

It creates an impression as if it were at a level of consciousness.

Sonra laflarını söylüyor.

Then he/she is speaking his/her words.

O yüzden psikanaliz cemiyetlerinin Edwin Phillips'e çok şey borçlu olduğunu düşünüyorum.

That's why I believe that psychoanalytic societies owe a great deal to Edwin Phillips.

Genel okur yani sıradan okur diyeyim ben ona.

A general reader, or rather, I would say an ordinary reader.

Açısından mı demek istiyorsunuz?

Are you referring to from that perspective?

Yoksa genel olarak bilim açısından mı demek istiyorsunuz?

Or are you referring to it in general terms in relation to science?

Yani hepimiz sıradan okuruz aslında.

So we all actually read in a mundane way.

Evet tabii ama hani...

Yes, of course, but you know...

Hepimiz kendi kafamızda bir yere yerleştiriyoruz.

We all place it somewhere in our minds.

Ama burada psikanalizin temel kavramlarını bilmeyen insanları içine çekiyor.

But it attracts people here who do not know the fundamental concepts of psychoanalysis.

Ne bileyim bir insanın hakikati kavraması için psikanalizi bilmesi gerekir mi?

How do I know if a person needs to know psychoanalysis to grasp the truth?

Bence gerekmez.

I don't think it's necessary.

Ne gereği var ki yani?

What's the point of that anyway?

Müzisyenler.

Musicians.

Evet hakikati kavramı...

Yes, the concept of truth...

Çok anlamlılık değil mi psikanalizin iddiası?

Isn't the claim of psychoanalysis that it is full of meaning?

Evet.

Yes.

Çok anlamlılık en çok nerede?

Where is polysemy most prevalent?

Sanatta mı?

In art?

Müzikte.

In music.

Sanatın da içinde müzikte.

Art is also included in music.

Çünkü ne söylediği tam belli değil.

Because what he/she said is not entirely clear.

Bir şey söylüyor aslında anlıyormuş gibi hissediyoruz.

It says something, but we feel like we understand it.

Ama tam ne söylediğini de bilmiyoruz.

But we don't really know what exactly he said.

Eminiz.

We are sure.

Evet.

Yes.

His işte yani hissediyoruz.

So we feel it in this job.

Tam kelime o yani.

That's the exact word.

O zaman bir insan bir aforizma bir deneme yapayım ben.

Well then, let me make an aphorism, an essay as a person.

Dinleyicilerimizi olayın içine çekeyim.

I will engage our listeners in the event.

Bir insan müzisyen olamıyorsa olmamışsa ne olduğunun bir önemi yoktur.

If a person cannot become a musician, it doesn't matter what they have become.

Diyorsunuz.

You are saying.

Şimdi yasak olan hazlara...

Now to the pleasures that are forbidden...

Bir de Sezen Aksu...

And also Sezen Aksu...

Sezen Aksu açısından bakalım.

Let's look at it from Sezen Aksu's perspective.

Bakalım bakalım.

Let's see, let's see.

Ben sana tutsak sen bana yasak.

I am captive to you, and you are forbidden to me.

Gel günahlarla korkularla gel.

Come with sins and fears.

Ben savunmasız çırılçıplak.

I am defenseless and completely naked.

Sen hesaplarla, sorgularla gel.

Come with your calculations and queries.

Bunu bir kızın babasına söylediğini düşünelim.

Let's imagine that a girl said this to her father.

Müthiş bir şey dikkat ederseniz.

It's an amazing thing if you pay attention.

Psikanalizi...

Psychoanalysis...

Sollar diyorsunuz.

You say the leftists.

Evet ortasından kat ediyor.

Yes, it is cutting through the middle.

Evet.

Yes.

Fantezi.

Fantasy.

Bir de annenin söyledikleri üzerinden düşünelim.

Let's think about what your mother said.

Ben senin hayatından...

I am out of your life...

Gittim oğlum.

I went, my son.

Hadi yerime koy birini koyabilirsen.

Come on, put someone in my place if you can.

Bunlar hep sevgiliye söylenen şeyler ama olsun.

These are all things said to a lover, but it's okay.

Benim oğlum beni bırakıp gitmez.

My son won't leave me.

Ben senin hayatından gittim oğlum.

I have gone from your life, my son.

Hadi dur o sarı odalarda durabilirsen.

Come on, see if you can stay in those yellow rooms.

Ben, sen, sen diye bittim oğlum.

I have finished because of you, my son.

Ben seni yudum yudum içtim oğlum.

I sip you little by little, my son.

Hadi ol eskisi gibi olabilirsin.

Come on, you can be like before.

Uzak benden aşk.

Love is far from me.

Uzak artık.

It's far now.

İnan içimde...

Believe within me...

Yok fesatlık.

There is no malice.

Bir de böyle bir şey vardır ya.

There is also something like this.

Hani seviyorum ama...

I mean, I love you but...

Hani öyle kötü bir niyetim yok.

I don't have such a bad intention.

Yok kötü bir niyetim yok.

I don't have any bad intentions.

Neyse o kötü niyetim.

Anyway, that was my bad intention.

Alırım başımı giderim efeler gibi.

I’ll take my leave and go like the brave ones.

Efeler gibi hey.

Like heroes, hey.

Bir de efeler gibi.

Like the warriors.

Evet dikkat ederseniz...

Yes, if you pay attention...

Sezen Aksu'nun pek çok psikanalisti ortadan kat ettiğini...

That Sezen Aksu has eliminated many psychoanalysts...

Görüyoruz diyorsunuz.

You say you see.

O yüzden müzisyen olmamak büyük bir şanssızlık.

That's why not being a musician is a great misfortune.

Çünkü o sesin nereye götüreceğini bilemezsiniz sizi.

Because you don't know where that voice will lead you.

Yani sözcükler bir yere kadar eksikti ya.

So the words were lacking to some extent, you know.

Baştan eksikti zaten.

It was already missing from the start.

Evet.

Yes.

Ama şimdi mesela Sezen Aksu'dan verdiğiniz örneklerde söz var tabii.

But now, for example, there are indeed lyrics in the examples you gave from Sezen Aksu.

Yani bunun müzikle birleşmesi aslında bize o hissi de yaşatan bir yandan değil mi?

So its combination with music actually gives us that feeling as well, doesn't it?

Demek istiyorsunuz.

You mean to say.

Hani müzisyen olmak dediğimiz zaman sadece şarkı sözlerine dayandıramayız çünkü bunu.

When we say being a musician, we can't just base it on song lyrics.

Yani bu söz de olabilir, nota da olabilir.

So it could be a word, it could also be a note.

Değil mi? Hepsinin bir arada oluşuyor.

Isn't it? They all come together.

Evet.

Yes.

Sullivan şöyle diyor.

Sullivan says the following.

Eden Phillips okurunu nasıl aldatıyor?

How does Eden Phillips deceive his readers?

Bunu değiştirebiliriz diyor.

He says we can change this.

Oysa bu mümkün değil.

However, this is not possible.

Yasak olmayan hazlar diyor ya.

He says the pleasures that are not forbidden.

Yasak olmayan bütün hazlar, yasak hazların ikamesidir.

All pleasures that are not forbidden are substitutes for forbidden pleasures.

Ve Nekat'ın tarif ettiği aşırı yumuşak başlı ve itaatkar çocuk,

And the excessively docile and obedient child described by Nekat,

aile bir güvenliğin hazzını tadar.

The family tastes the pleasure of security.

Annesinin sınırlarını ihlal etmediğinden emin olduğu taleplerde bulunarak,

Making requests while ensuring that she does not violate her mother's boundaries,

onun bu şekilde devam etmesini sağlar.

It ensures that he/she continues in this way.

Zor bir çocuk olmamıştır.

He has not been a difficult child.

Anneyi mutlu eder.

It makes the mother happy.

Onun enerjisini tüketmez.

It does not consume his/her energy.

Uyumsuz çocuksa, annenin ve aynı zamanda kendisinin sınırlarının ne olduğunu bulup çıkarmakta özgürdür.

If the child is incompatible, they are free to discover what the boundaries of their mother and themselves are.

Yumuşak başlı çocuk teslim olur.

A mild-mannered child surrenders.

Uyumsuz çocuk kendini tehlikeye atar.

A misfit child puts themselves in danger.

Yumuşak başlı çocuk pekiştirir.

The soft-headed child reinforces.

Diğeri deneyler yapar.

The other one conducts experiments.

Asiler dünyaya isyan etmeyi sürdürebilmek için onu aynı şekilde korur.

The rebels protect the world in the same way to continue their rebellion against it.

Devrimcilerse dünyayı değiştirir ders artırır.

Revolutionaries change the world and increase the lesson.

Yumuşak başlı çocuk asi olma tehlikesi taşır.

A gentle child carries the risk of being rebellious.

Uyumsuz çocuğunsa, sürekli bir devrim ve kendini aşma durumunu isteme tehlikesi vardır.

If you have a nonconforming child, there is a risk of constantly wanting a revolution and self-overcoming.

Bu son derece modern hikayede, yumuşak başlı çocuk ritüel ve rutin olanı arzular.

In this extremely modern story, the gentle child yearns for the ritual and routine.

Uyumsuz olansa, yeninin yaşatacağı şok dışında bir şey istemez.

The one who is incompatible wants nothing but the shock that the new will bring.

Öfke umuttur.

Anger is hope.

Olayların farklı olabilirler.

Events can be different.

Hayal kırıklığının değiştirilebileceği umudu.

The hope that disappointment can be changed.

Uyumsuz çocuk daima repertuarının kapsamını genişletmek isterken, yumuşak başlı çocuk aynı şeyden hep daha fazla ister.

The nonconforming child always wants to expand the scope of their repertoire, while the docile child always wants more of the same thing.

Ancak elbette bu listeye göre kendimizi konumlandırmaya çalışırken,

However, of course, while we try to position ourselves according to this list,

karşıtlık ve zıtlıkların olmasını istediğimiz yerde daima bulanıklıkların ve iç içe geçmelerin olacağı da açıktır.

It is also clear that where we want there to be contrasts and oppositions, there will always be ambiguities and overlaps.

En basma kalıp biçimiyle, muhtemelen bizde azar azar ikisinden de olduğunu,

With the most conventional phrasing, we likely have a bit of both.

muhtemelen bizde azar azar ikisinden de olduğunu,

"Probably we have a little bit of both."

bu tür ayrımların durumu basitleştiren açıklıklarıyla tatmin edici olduğunu söyleyebiliriz.

We can say that the situation of such distinctions is satisfying with its clear explanations that simplify.

Hepimiz annelerimize hem uymuş hem de itiraz etmişizdir.

We have all both conformed to and rebelled against our mothers.

Ve muhtemelen halen de yaparız bunu.

And we probably still do this.

Babalarımıza da öyle.

The same goes for our fathers.

Hem ebeveynlerimize yardım etmek, çare olmak, onları teselli etmek,

Helping our parents, being a remedy, comforting them,

hem de gerekirse hayatlarını mahvetmek istemişizdir vs.

"We have wanted to ruin their lives if necessary, etc."

Ancak sanırım itaat kavramının kendisi de basite indirgenir ve bu da onun işlevidir.

However, I think the concept of obedience is also simplified, and that is its function.

Yani itaatten söz ettiğimizde,

So when we talk about obedience,

ki kültürel konuşmalarımız bir anlamda tamamen bunun hakkındadır,

that our cultural conversations are in a sense entirely about this,

şaşırtıcı biçimde keskin ayrımlar yapmaya doğru çekiliriz.

We are drawn towards making surprisingly sharp distinctions.

Bunların tümü netlik adınadır.

All of these are for the sake of clarity.

Tanrı ve şeytan, kilise ve devlet, arzu ve ödev, yasa ve adalet, özel ve kamusal.

God and devil, church and state, desire and duty, law and justice, private and public.

İtaat, seçmek zorunda kalmak ve seçmeyi istemek anlamına gelmiştir.

Obedience has meant having to choose and wanting to choose.

Seçmek zorunda kalmayı istememek anlamına gelmiştir.

It has meant not wanting to have to choose.

Bir takım bağlılıklar hakkında düşünecek yeterli özgürlükler,

sufficient freedoms to think about a number of commitments,

düşünecek yeterli özgürlüğe sahip olmadan bağlılık beyan etme zorunluluğu anlamına gelmiştir.

It has meant the obligation to declare commitment without having sufficient freedom to think.

İtaat kavramının tamamı, karşılıklı dışlamanın hazlarını güçlendirme eğilimindedir.

The entire concept of obedience tends to strengthen the pleasures of mutual exclusion.

Bir şeyi yasaklamak, onu tanımlamaktır.

To prohibit something is to define it.

Ya da belki de itaat bizi, imkansız seçimler yapmaya davet edecek biçimde tertip edilmiştir.

Or perhaps obedience is arranged in such a way that it invites us to make impossible choices.

Nietzsche ve Wilde'ın bakışına göre meçhul çeşitliliğimizi bu sınırlı tanrılara hizmet etme uğruna feda etmişizdir.

According to Nietzsche and Wilde, we have sacrificed our unknown diversity in the name of serving these limited gods.

Gereksiz biçimde kendimizi sakatlayan yollarla bizi kendimize karşı bölen seçimlerdir bunlar.

These are choices that unnecessarily harm ourselves and divide us against ourselves.

Ve bu anlamda sahte seçimlerdir.

And in this sense, they are fake elections.

Sahte seçim, elzem olarak gördüğümüz bir şeyden vazgeçmemizi gerektiren bir seçimdir.

A fake election is a choice that requires us to give up something we see as essential.

Ve bunu yapabileceğimiz fikrinin bize zorla kabul ettirilmesi gerekir.

And the idea that we can do this must be forced upon us to accept.

Yani itaat, trajedinin anasıdır.

So obedience is the mother of tragedy.

Tek ihtiyacımız olan itaat ise, en azından mutlakiyetçi biçimleriyle,

All we need is obedience, at least in its absolutist forms.

ki tıpkı birazcık hamile olamayacağımız gibi,

that just like we can't be a little bit pregnant,

birazcık itaatkar olamayacağımız da açıktır,

It is also clear that we cannot be a little obedient.

o halde payımıza düşen de trajedi olacaktır.

In that case, what we will receive will be tragedy.

Trajik kahramanların kendi inançlarına mutlak, tartışmasız bir itaati vardır.

Tragic heroes have an absolute, unquestionable obedience to their own beliefs.

Tüm trajediler itaatin trajedisidir.

All tragedies are the tragedies of obedience.

Bir de mesela bir yerde, belki bununla ilintili olarak ne düşündüğünüzü soracaktım zaten, notlarımda vardı.

For example, I was going to ask what you think about this, perhaps related to it, as it was in my notes.

Adem ile Havva'nın cennetten kovulmasının aslında dünyaya umudu getiren şey olduğunu söylüyor.

It says that the expulsion of Adam and Eve from paradise is actually what brought hope to the world.

Ve tam da biraz önce söylediğiniz şeylerle birlikte,

And just with the things you said a little while ago,

aslında yasak olmayan hazları hissedebilmek için,

in order to feel pleasures that are not actually forbidden,

bir yasak olan meselesini tatmış olmak gerektiğini de söylüyor.

It also states that one should have experienced the matter of a prohibition.

Bu konuda ne dersiniz, bu Adem ile Havva meselesi? Ne?

What do you say about this, this Adam and Eve issue? What?

Freud'a göre, medeniyete girişimiz, insan oluşumuz, vücudun bir parçasının hariç tutulmasını talep eder.

According to Freud, our entry into civilization, our humanity demands the exclusion of a part of the body.

Hem ödediğimiz bedel, hem de bakmaktan aldığımız hazın koşulu budur.

Both the price we pay and the condition of the pleasure we derive from looking is this.

Saçlar, dudaklar, eller, ayaklar, hatta bazen başkaldırmış mümelerden bahsedilir de,

Hair, lips, hands, feet, and sometimes even rebellious breasts are mentioned, but,

okuru endişelendirmemek için cinsellik, cinsel birleşme, erkek ve kadın cinsel organları dışarıda bırakılır hep.

To avoid alarming the reader, sexuality, sexual intercourse, and male and female sexual organs are always left out.

Bütün Osmanlı ve Türk sanatı buna dayanıyor.

All Ottoman and Turkish art is based on this.

Aslında dünya sanatı da buna dayanıyor.

In fact, world art is based on this.

Biz onları dışarıda bırakınca onlar dışarıda mı kalır? Kalmaz elbette.

When we leave them outside, do they stay outside? Of course they don't.

Buna kim inanır? Kadir inanır.

Who would believe this? Kadir believes.

Tabii.

Of course.

Biz Türkan Şoray kanunlarıyla büyüdük.

We grew up with the laws of Türkan Şoray.

Tam öpüşecekleri zamanda çiçek çıkar.

Just when they are about to kiss, a flower appears.

Hiç bilmediğimiz bir dünyaya, hiç tanımadığımız insanların ellerine doğu veriyoruz.

We are giving birth to a world we have never known, in the hands of people we have never met.

Kimlikler giydirip, fikirler aşılayıp, acılar işliyorlar etimize.

Identities are imposed, ideas are instilled, and pains are woven into our flesh.

Ama her şeyi biliyoruz.

But we know everything.

Biz, Türkan Şoray'ın Kadir inanır'la öpüşeceğini, bildiğimizi bilmiyormuş gibi yapmamız gerektiğini bilerek büyüdük.

We grew up knowing that we had to pretend not to know that Türkan Şoray would kiss Kadir İnanır.

Peki, bu yasak olan hazlarımızla ilgili.

Well, this is about our forbidden pleasures.

Yasak olmayan hazlarımızla ilgili ne söylüyor acaba?

I wonder what he/she says about our pleasures that are not forbidden?

Bilmememizi istemedikleri her şeyi bilir, hiçbir şeyi bilmiyormuş gibi yapardık.

They know everything they don't want us to know, and we would act as if we didn't know anything.

Bilmek istemediğimiz şeyleri de bilirdik.

We would also know things we didn't want to know.

Ama kendi kendimizden utanıp bildiğimizi bilmiyormuş gibi yapardık.

But we would pretend not to know what we knew, ashamed of ourselves.

Türkan Şoray'ın kanunlarını Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'ndan daha iyi bilirdik.

We would know Türkan Şoray's laws better than the Constitution of the Republic of Turkey.

O filmde Türkan Şoray'ın Kadir inanır'la sevişip dudak dudağa öpüşeceğini bilmemezlikten gelmek zorunda olduğumuzu da bilirdik.

We knew that we had to pretend not to know that Türkan Şoray would have sex and kiss Kadir İnanır in that film.

Mevzunun sevişmek değil, aşk, şehvet değil, şefkat olduğuna da inandırırdık kendimizi.

We would convince ourselves that the subject was not making love, but love; not lust, but compassion.

Filmin en heyecanlı yerinde, 51 ekran televizyonun camında beliren kırmızı güllerin ardında adamla kadının şehvetle birbirinin içine geçmediğine kim inanır?

Who would believe that in the most exciting part of the film, behind the red roses appearing on the screen of the 51-inch television, the man and woman are not passionately entwined with each other?

Kadir inanır.

Kadir Inanir.

Bu hep böyle sürmüştür.

This has always been the way it is.

1911'de Mona Lisa Louvre Müzesi'nden çalınıyor.

In 1911, the Mona Lisa is stolen from the Louvre Museum.

Kafka, tablonun bıraktığı boşluğu görmek için yüzlerce kişinin arkasında sıraya giriyor.

Kafka stands in line behind hundreds of people to see the void left by the painting.

Aslında o kaybolduktan sonra değer kazanıyor.

Actually, it gains value after it is lost.

Vardır ya öyle, eşlerini kaybettikten sonra değerini anlayan insanlar gibi.

There are indeed people like that, who realize the value after they lose their spouses.

Hep mutluluk da geçtikten sonra biz o zamanlar mutluymuşuz denir ya.

They say that we were happy back then after happiness has always passed.

O zaman biz baktığımız değil, bakmadığımız yerden kuruluyoruz.

Then we are established from the places we do not look at, rather than the places we do look at.

Bir erkek ya da bir kadın nereye bakmaz?

Where does a man or a woman not look?

Cinsel arzu duyduğu cinsi cinsel organına bakmaz.

The gender that one feels sexual desire for does not depend on their sexual organ.

Halil Şerif Paşa 1866'da Fransa'da Osmanlı Büyükelçisi, diplomat.

Halil Şerif Pasha was the Ottoman Ambassador in France and a diplomat in 1866.

Orada kumara, eğlenceye dalmış bir adam.

A man who is engrossed in gambling and entertainment over there.

Sonra tayini çıkıyor, hariciye nazırı yapıyorlar.

Then he gets appointed, and they make him the Minister of Foreign Affairs.

Gustav Kürbe'ye gidiyor, diyor ki bizim oralarda böyle bir şey yok.

Gustav is going to Kürbe, he says there is no such thing in our area.

Öyle bir resim yap ki ben buraları özlemeyeyim diyor.

"Paint such a picture that I won't miss this place," she says.

İyi bir koleksiyoner.

A good collector.

Pek çok tablosu var ama bir tanesini daha yapıyor Kürbe.

She has many paintings, but she is making one more, Kürbe.

Yaptığı resmin adı Dünya'nın Kökeni.

The name of the painting he/she made is The Origin of the World.

Dünya'nın Kökeni tablosu bir kadının vajinasını bütün çıplaklığıyla çiziyor.

The Origin of the World painting depicts a woman's vagina in all its nakedness.

Ama Halil Şerif Paşa ona bakamadığı için üstüne örtü örtüyor.

But since Halil Şerif Pasha cannot look at her, he is covering her with a blanket.

Sonra İstanbul'a geleceği zaman 96 tane tabloyu 695 bin franka satıyor.

Later, when he comes to Istanbul, he sells 96 paintings for 695,000 francs.

Sokmak mümkün değil.

It's not possible to take it out.

Sonra yıllar sonra 1911 galiba 46 falan olabilir yani yaş itibariyle öyle olması lazım.

Then, years later, in 1911, I guess I was around 46, so it should be around that age.

Lacan alıyor bu tabloyu.

Lacan is taking this painting.

Dünya'nın Kökeni tablosunu mu?

The table of the Origin of the World?

Dünya'nın Kökeni tablosunu evet.

Yes, the table of the Origin of the World.

Kürbe'nin yaptığı bu tabloyu Gustav Kürbe'nin 1,5 milyon franka alıyor.

Gustav Courbet buys this painting by Courbet for 1.5 million francs.

Sonra 1980'lerde Lacan öldüğünde de vergi borcundan dolayı devlet el koyuyor şu anda da.

Then, when Lacan died in the 1980s, the state confiscated his assets due to tax debt, and it is still the case now.

Müzede.

In the museum.

Evet müze Dorsay'da.

Yes, the museum is in Dorsay.

Ve orada gerçeğe bakamıyoruz.

And we cannot face the reality there.

Madem arzuladığımız buydu.

Since this is what we desired.

Bakışla ilgili belki de dünyada en iyi yazılmış metni bizden biri yazdı gibi geliyor bana.

It seems to me that perhaps the best text ever written about gaze was written by one of us.

Ya da en azından benim okuduğum metinlerde en hoşuma giden şey Kara Kitap'ta.

Or at least in the texts I've read, the thing I like the most is in the Black Book.

Her şeyi gören ve her yerde beni bulan bir göz artık hiç saklanmadan gözetliyordu beni.

An eye that sees everything and finds me everywhere was watching me without hiding anymore.

Başlangıçta bu gözü ben yaratmıştım.

I had created this eye at the beginning.

Tabii ki beni görsün ve gözlesin diye.

Of course, so that he/she can see and observe me.

Onun bakışı içinden çıkmak istemiyordum.

I didn't want to escape from his gaze.

Kendimi bu bakışın altında, bu bakıştan oluşturmuştum ve bu bakıştan hoşnuttum.

I had shaped myself under this gaze, and I was pleased with this gaze.

Her an gözlendiğimin bilincinde olduğum için var oluyordum çünkü.

I existed because I was aware that I was being watched at every moment.

Sanki bu göz beni görmese ben de var olmayacaktım.

As if I wouldn't exist if these eyes didn't see me.

Demek ki şimdi ben az önceki göz olmuştum.

So I guess I had just become the eye.

Ve kendimi da görmüştüm.

And I had seen myself as well.

Ve kendimi dışarıdan seyrediyordum.

And I was watching myself from the outside.

Yıllardır kendimi dışarıdan görürken kendime çekidüzen veriyordum.

For years, I was putting myself in order while seeing myself from the outside.

Kendimi dışarıdan görürken evet her şey yerli yerinde diyordum.

While seeing myself from the outside, I was saying yes, everything is in its place.

Kendimi dışarıdan görürken yeterince benzemiyorum diyordum.

I was saying that I don't look enough like myself when I see myself from the outside.

Benzemek istediğim şeye yeterince benzemiyorum ya da benziyorum ama daha gayret etmeliyim diyordum.

I was saying that I don't resemble what I want to resemble enough, or I do resemble it but I should try harder.

Kara Kitap 116. Sıra.

Black Book 116th Order.

Aslında yasağı kim koyuyor?

Actually, who is imposing the ban?

Edwin Phillips okurunu şöyle tuzağa düşürüyor.

Edwin Phillips traps his reader like this.

Sanki dışarıda despot birileri var da bize yasak koyuyormuş gibi.

It's as if there are despotic people outside imposing bans on us.

Oysa yasağı biz talep ediyoruz.

However, we are requesting the ban.

Yasak, arzularına yasak konan kişinin talebidir.

Prohibition is the demand of the person whose desires are restricted.

İnsanlar niye tarikatlara girer?

Why do people join cults?

Niye bir dine inanır?

Why does someone believe in a religion?

Çünkü sorumluluğu bir başkası alıyor ve size günah işleme özgürlüğü veriyor.

Because someone else is taking the responsibility and giving you the freedom to commit sins.

Edwin Phillips bunu biliyor ama bilmiyormuş gibi.

Edwin Phillips knows this but acts as if he doesn't.

Diyor ki Hollanda'da filan kavşakta kırmızı ışık kaldırıldığında kazalar azalıyor.

It says that when the red light is lifted at intersections in the Netherlands, accidents decrease.

Evet azalır ama ızdırap da artar.

Yes, it decreases, but the suffering increases as well.

Tabii sorumluluk çünkü size kaldı.

Of course, the responsibility is up to you.

Tabii.

Of course.

Bir insanın karşılaşabileceği en zalim despot kendisidir.

The cruelest despot a person can encounter is themselves.

O yüzden sadece inananlar günah işleyebilir.

That's why only believers can commit sins.

Günah işleme özgürlüğünüz olduğu için inanırsınız.

You believe because you have the freedom to commit sins.

İnanmayanların...

Those who do not believe...

Günahı yok.

There is no sin.

Allah çirkin şansı versin.

May God give the ugly a chance.

O yüzden hani buradaki oynadığı oyunu bilmiyorum aktarabilir miyim?

That's why I don't know if I can convey the game they played here.

Evet evet evet.

Yes yes yes.

Bunu bilmiyor olması mümkün değil.

It is impossible for him/her not to know this.

Biliyor ama öbür türlü az önce benim söylediğim gibi konuşursanız okuruz çekemezsiniz.

He knows, but if you talk like I just said, you won't be able to read it.

Bütün o örneklerle dedik ya başında etrafından dolaşarak yavaş yavaş geliyor.

We said with all those examples that it is slowly coming around from the beginning.

Öyle bir şey var.

There is such a thing.

Evet.

Yes.

Mesela itaat meselesini de çok konuşuyor.

For example, he/she talks a lot about the issue of obedience.

Hani şimdi tam söylediğinizin tersi gibi.

It's as if it's exactly the opposite of what you just said.

Hani itaat etmek sanki dışarıda bir güç var da ona itaat etmek gibi algılıyor.

It feels like obeying is perceived as if there is an external power to which one must submit.

Ama itaati bir sabotajcı olarak niteliyor.

But he describes obedience as sabotage.

Daima konuşmaya son verendir diyor.

He says it is the one who always puts an end to the conversation.

Psikanaliz diliyle de serbest çağrışımı da sabote edendir diyor.

He says that it is also the one who sabotages free association in the language of psychoanalysis.

Bu konuda ne dersiniz?

What do you say about this?

Doğru.

Correct.

Burada önerdiği şey aslında psikanalizin temel kavramlarını dayanarak...

What he suggests here is actually based on the fundamental concepts of psychoanalysis...

...bir şey yazıyor.

...is writing something.

Ama bunu o kadar güzel yazıyor ki ben söylesem çok yavan kalır.

But they write it so beautifully that if I said it, it would sound very bland.

Siz de öyle yapmıyorsunuz.

You are not doing that either.

Deminden beri konuşmanıza dikkat ediyorum.

I've been paying attention to your conversation since a while ago.

Orhan Pamuklar, Sezen Aksu'lar.

Orhan Pamuks, Sezen Aksus.

Belki ondan etkilendiğim için olabilir.

Maybe it's because I was influenced by him/her.

Yani şey yapıyor burada hani evet böyle ama bu gerçeği değiştirmez ki.

So, it's doing this here, you know, yes like this, but that doesn't change the reality.

Biz buyuz.

This is us.

Biz kaybettiğimiz bir mutlak hazın, mutlak mutluluğun peşine düşmüşüz.

We have pursued an absolute treasure, an absolute happiness that we have lost.

Vaatin peşindeyiz yani.

We are in pursuit of your promise.

Bize vaatte bulunanların peşine takılıyoruz.

We are following those who make promises to us.

Şimdi bu gerçeği bilmek, bu gerçeği değiştirmek anlamına gelmiyor.

Knowing this truth now does not mean changing this truth.

Gelmiyor.

It's not coming.

Bir efendi arıyorsunuz.

You are looking for a master.

Önünde sonunda bulacaksınız.

You will find it sooner or later.

Şimdi yasak olmayan hazların 107. sayfasında şöyle diyor Edwin Phillips.

Now, on page 107 of "Forbidden Pleasures," Edwin Phillips says the following.

Bakın bu kadar yazdı, yazdı, yazdı, yazdı.

Look, they wrote, wrote, wrote, wrote this much.

Şimdi ne diyecek?

What will he/she say now?

Yine de hepimiz insanların yasak olmayanı yasak hale getirme kapasitelerinin ne kadar...

Yet, we all know how much capacity people have to make the non-prohibited prohibited...

...büyük olduğunu biliriz.

...we know that it is great.

Selam çaktı.

He/She did a salute.

Ben psikanalizde biliyorum dedi.

"I know in psychoanalysis," he said.

Psikanalizde bu konuda yeni bir yolla uyarmıştır bizi.

In psychoanalysis, it has alerted us to a new path on this issue.

Yasak olmayanı yasak hale getirmemizin amacı onu ya erişilmez ya da daha heyecan verici...

The purpose of making what is not forbidden forbidden is to make it either inaccessible or more exciting...

...kılmaktır.

...to do.

Psikanaliz retorik bahisleri yükseltmenin savunmacı potansiyelini göstermiştir bize.

Psychoanalysis has shown us the defensive potential of elevating rhetorical stakes.

Eee 100 sayfadır biz ne okuyoruz?

Well, it's 100 pages, what are we reading?

Tam öyle değil mi?

Isn't it exactly so?

Evet.

Yes.

Baştan çıkardı.

She seduced him.

Bunları aşabiliriz imasında bulundu ama hiç kendi sözüyle söylemedi bunu.

He insinuated that we could overcome these, but he never said it in his own words.

Oscar White'a söyletti, Nietzsche'ye söyletti.

He had Oscar White say it, he had Nietzsche say it.

Devam edeyim mi?

Shall I continue?

Buyurun tabii.

Of course, please.

İnsanlar geleneksel olarak psikanalize arzularının korkunçluğu yüzünden ya da korkunçluk olarak düşündükleri şey yüzünden gelir...

People traditionally come to psychoanalysis because of the terror of their desires or due to what they think is terrifying...

...ve analist yapabildiğince bir şeyleri yeniden tanımlar.

...and the analyst redefines things as much as possible.

Fakat şurası açık ki...

But it is clear that...

...yasak arzu fikri olmaksızın psikanaliz diye bir şey de olmazdı.

...there would be no such thing as psychoanalysis without the idea of forbidden desire.

Tıpkı büyük ihtimalle kültürün de olmayabileceği gibi.

Just like culture probably may not exist either.

Kuralların konmasının ve ihlal edilmesinin tarihi bunların ihlal edilmek üzere değil...

The date of the establishment of the rules and their violation is not intended to be violated...

...test edilmek üzere koyulduğunu veya ancak test edilerek koyulabileceğini düşündürse de...

...it suggests that it was placed for testing or that it can only be placed by being tested...

...ki psikanalizin bu konuda iyi bir hikayesi vardır ve bu böyledir.

...that psychoanalysis has a good story on this matter, and this is true.

Hiçbir kural güvenli değildir.

No rule is safe.

Ama kuralların var olma nedeni kendimizi güvende hissetmememizdir.

But the reason for the existence of rules is our feeling of insecurity.

Yani güvende hissetmemek için kurallara güvenmesek bile kurallar olmalıdır diyor.

So it says that even if we do not trust the rules to feel safe, there should still be rules.

Bütün yazdıklarını boşa çıkarttı gibi görünüyor.

It seems like everything you wrote has been in vain.

Ama aslında hiçbir şey söylememişti.

But actually, he hadn't said anything.

Ne kadar gösterip gereğini yapmayan histerik bir özneye benziyor değil mi?

Doesn't it resemble a hysterical subject that shows a lot but doesn't take action?

Değil mi?

Isn't it?

Gösteriyor, görevini yapmıyor.

It's showing, it's not doing its job.

Sonunda lafını söyledi.

Finally, he/she said what he/she had to say.

Ne dedi bize?

What did he/she tell us?

Dedi ki kültürü yaratmak için insanın diğer hayvanlardan farklılaşması için yasağa ihtiyacı vardır.

He said that in order to create culture, a person needs a prohibition to differentiate themselves from other animals.

Ve bu yasak öznenin kendisi tarafından oluşturuluyor.

And this prohibition is being created by the subject herself.

Biz yasağa talep ederiz.

We demand a ban.

Ergenler ebeveynlerinden yasağa talep ederler.

Adolescents demand restrictions from their parents.

Ebeveynler yasak koyabilecek kadar güçlü hissetmezlerse kendilerini yaşlanırlar.

If parents don't feel strong enough to impose restrictions, they feel themselves aging.

Bir ebeveynin en çok yaşlandığı dönem çocuğunun 12 ile 20 yaş arasında olur.

The period when a parent ages the most is between the child's ages of 12 and 20.

Çünkü birinin libidosuna hayır diyorsun.

Because you are saying no to someone's libido.

Ve o libidoyu durdururken aslında söylediklerinden emin değilsin.

And while stopping that libido, you are actually unsure of what you are saying.

Kendinle de çelişiyorsun bir yanında değil mi?

Aren't you contradicting yourself on one side?

Ama bilerek ya da bilmeyerek bunu yapmak zorunda olduğunu da biliyorsun.

But you also know that you have to do this knowingly or unknowingly.

Ne çelişkili bir varlık şu insan.

What a contradictory being human is.

Psikanalizin en önemli şeyi bu çift değerliliktir.

The most important thing about psychoanalysis is this duality.

Evet.

Yes.

Çift değerlilik karmaşa değildir.

Duality is not confusion.

Karışıklık değildir.

It is not confusion.

Seviyorsan nefret edersin.

If you love, you hate.

Nefret ediyorsan seviyorsundur.

If you hate, you must love.

Biz sevdiklerimizin bir gün nefret edebileceğimiz kişilere dönüşebileceğini biliriz.

We know that the people we love can one day turn into those we might hate.

Hayranlık duyanların bir gün nefret edebileceğini ya da tersini.

Those who admire may one day hate, or vice versa.

Çift değerlilik.

Double validity.

Aslında bir sevgi ve korunma karşılığında hayatta kalma karşılığında biz ötekinin yasasını kabul ettik ve bundan dışarı çıkamayız.

In fact, we accepted the law of the other in exchange for love and protection in order to survive, and we cannot escape from this.

Burada Lacan'ın önermesi şu psikanaliz için.

Here is Lacan's proposition for psychoanalysis.

Diyor ki dil bir yasaysın.

It says, "May you live a language."

Dil çünkü başlı başına bir yasa.

Language is a law in itself.

O yüzden sanatçılar önemli.

That's why artists are important.

Bu dilin yasasını şu ya da bu düzeyde değiştiriyorlar.

They are changing the law of this language at this level or that level.

Ama ne ilginçtir ki diyor.

But what is interesting, he says.

Bu yasanın dışına çıkabilmemiz de sadece dille mümkün.

We can only step outside of this law through language.

Psikanaliz şu anda insanı anlamak için elimizdeki en kötü yöntem.

Psychoanalysis is currently the worst method we have for understanding a person.

Ama dahisi yok.

But there is no genius.

O yüzden de serbest çağrışımı öneriyor.

That's why he suggests free association.

Serbest çağrışım.

Free association.

Edwin Phillips de bunu öneriyor.

Edwin Phillips is suggesting this as well.

Serbest çağrışım ne demek?

What does free association mean?

Burada güvendesiniz.

You are safe here.

Aklınıza gelen her şeyi söyleyebilirsiniz.

You can say anything that comes to your mind.

Çünkü bir sözcük sizi başka bir sözcüye götürecek.

Because one word will lead you to another word.

Dil neydi?

What was the language?

Bir şeyin unutulup onun yerine başka bir şeyin konulmasıydı ya.

It was forgetting something and putting something else in its place.

Oradan gideceği yere bu riski alabiliriz diyor.

He says we can take this risk for where he will go from there.

Psikanaliz bir tedavi vaad etmez.

Psychoanalysis does not promise a cure.

Çünkü bir hastalık tanımlamaz.

Because it does not define an illness.

Aslında geçmişi bilmiyormuş gibi yaparız.

In fact, we pretend not to know the past.

Ona da psikanalizde aktarım denir.

This is also called transference in psychoanalysis.

Aktarım nedir?

What is transfer?

Aslında geçmiş ilişkileri bugün terapiste yansıtmaktır.

Actually, it is about projecting past relationships onto the therapist today.

Arzumun nedeni ne?

What is the reason for my desire?

İşte psikanalist ya da psikoterapist o arzunun nedeni olan adamın ya da kadının yerine geçtiğinde terapi başlar.

Therapy begins when the psychoanalyst or psychotherapist takes the place of the man or woman who is the cause of that desire.

Kızar, öfkelenir, aşık olur, nefret eder.

She gets angry, becomes furious, falls in love, hates.

Arzusunun nedeni olan ötekinin arzusuna dikkat ederseniz.

If you pay attention to the desire of the other, which is the reason for their desire.

Bir insanın yaşayabileceği en büyük dram arzusunu kaybetmektir.

The greatest tragedy a person can experience is losing their desire.

Arzusunu kaybeden birine hiçbir şey yapamazsınız.

You can't do anything for someone who has lost their desire.

Dünyanın en ağır hastalığı da odur.

It is the heaviest disease in the world.

Psikanaliz arzuyu uyandırmaya çalışır.

Psychoanalysis seeks to awaken desire.

Konuşmaz.

He/She does not speak.

Öğretmez.

It does not teach.

Bilgi vermez.

It does not provide information.

Bekler.

He/She waits.

Ama gariptir ki kendini anlamaya gelen kişi terapisten o alıştığı kişileri talep eder.

But it is strange that the person who comes to understand themselves requests the familiar people from the therapist.

Siz sorun hocam.

You ask, teacher.

Siz söyleyin.

You tell me.

Bu sizin ilk seansınız.

This is your first session.

Bütün biyografinizi yazacaktınız burada.

You were supposed to write your entire biography here.

Ben ne sorayım?

What should I ask?

Ben ne soracağımı bilmiyorum ki.

I don't even know what to ask.

Hayır, siz sorun.

No, you ask the question.

Yine aslında bir çeşit kural koyucu talep ediyor yani.

It is actually asking for a kind of rule-making authority again.

Efendiyi talep eder.

He requests the gentleman.

İşte Edwin Phillips en sonunda onu tavsiye ediyor.

Here, Edwin Phillips finally recommends him.

O zaman bu anlattıklarımız.

Then what we have described.

O zaman bu anlattıkları neydi?

So what was all that they were talking about?

Bizim niye başımıza iş açtın?

Why did you bring trouble upon us?

Fark etmişsinizdir ben aradan çekildim.

You must have noticed that I stepped back.

İki meslektaşı baş başa bıraktım.

I left two colleagues alone.

Ya da şöyle mi demeliyim?

Or should I say it like this?

Kapıldım bahtımın ya da psikanalistlerin rüzgarına.

I was swept away by my fate or the winds of the psychoanalysts.

Çağrışıyorum serbest serbest.

I'm bursting forth freely, freely.

Ama yine de bir iki kelam etmek isterim.

But still, I would like to say a word or two.

Siz fanilere.

You are the fans.

Yani biz fanilere.

So we are mortals.

Bu Edwin Phillips'i okurken daha önce ille psikanaliz okumaları yapmış olmanız

You must have done some readings on psychoanalysis before reading this Edwin Phillips.

da şart değil bence.

I don't think it's necessary.

Tıpkı benim yaptığım gibi yapındığınız gibi.

Just like you did, just as I did.

Siz fanilere.

To the fans.

Yani biz fanilere.

So we are to the mortals.

Bu Edwin Phillips'i okurken daha önce ille psikanaliz okumaları yapmış olmanız

You must have done readings on psychoanalysis before reading this Edwin Phillips.

da şart değil bence.

I don't think it's necessary either.

Tıpkı benim yaptığım gibi yapındığınız gibi.

Just like you did, just like I did.

Bırakın akışa kendinizi.

Let yourself go with the flow.

Birbirinden bağımsız denemeler okuyormuş gibi düşünün.

Think of it as reading independent essays from one another.

Phillips de öyle yazıyor zaten.

Phillips writes that way too.

Yani demem o ki klasik popüler psikoloji kitapları algınızı bir tarafa koyun.

What I'm saying is to set aside your perception of classic popular psychology books.

Yeni bir çekmece açın zihninizde.

Open a new drawer in your mind.

Orada da bizim Edwin amca duruverdi.

Uncle Edwin stopped there too.

Yani bu edin Phillips'i okurken daha önce ille psikanaliz okumaları yapmış olmanız

So this means you must have read psychoanalysis before reading Phillips.

da şart değil bence.

I don't think it's necessary.

Tıpkı benim yaptığım gibi yapındığınız gibi.

Just like you did, just like I did.

Siz fanilere.

You are fans.

Yani biz fanilere.

So we are to the fans.

Sすلسلسل

Sssssssssss

Ha bir de başta söyledim ya, psikanalizi şiire benzettiğini de unutmayın onun kitaplarını

Oh, and as I mentioned at the beginning, don't forget that he compares psychoanalysis to poetry in his books.

okurken.

while reading.

Gerçek mi, yararlı mı sorularına değil de akılda kalıcı, merak uyandırıcı, ilgi

Not about whether it is real or useful, but about being memorable, intriguing, and interesting.

çekici, yanıltıcı ve çılgınça olabiliyorsunuz.

You can be attractive, deceptive, and wildly crazy.

Savek Kabele'nin lezzetli anda o kadar da çok ilginç bir şiir.

Savek Kabele's delicious moment is such an interesting poem.

Ya da dokunaklı, hatta eğlenceli bir deneyim mi ona bakıyor ne de olsa Philips.

Or is it looking towards a touching, even entertaining experience after all, it's Philips.

Siz de kitaplara o pencereden bakın bence.

I think you should look at books from that perspective as well.

Yani canınız bu deneyimi isterse tabii.

So, if you want this experience, of course.

Bırakın kendinizi, zihniniz gezinsin, çağrışsın serbest serbest.

Let yourself go, let your mind wander, free associate freely.

Hatta size bir güzellik yapayım.

I'll even do you a favor.

Agah Bey aforizma sözcüğünü kullandı ya sohbetin başında.

Agah Bey used the word aphorism at the beginning of the conversation.

Sırf aforizmalardan oluşan, hatta alt başlığı bile sadakat ve ihanet üzerine aforizmalar olan

Consisting solely of aphorisms, even with a subtitle that is about loyalty and betrayal in aphorisms.

tek eşlilik kitabından da bir paragraf göndereyim ki

Let me send a paragraph from the book on monogamy as well.

yazarımızın alameti farikasına biraz da o açıdan bakıverin.

Take a look at our author's distinctive mark from that perspective as well.

Hiç kimse hak ettiği ilişkiyi elde edemez.

No one can obtain the relationship they deserve.

Bu kimi için sonu gelmez bir içerleme kaynağıdır,

For some, this is an endless source of grievance.

kimi içinse sonu gelmez bir arzu kaynağı.

for some, it is an endless source of desire.

Kimileri içinse en önemli şey sonu olmayan bir şey bulmuş olmaktır.

For some, the most important thing is to have found something that has no end.

Hadi dayanamadım bir tane daha.

Come on, I couldn't resist, I had another one.

Hem de içinde has kelimesi geçenlerden gelsin.

Let it come from those that include the word "has."

İş-haz meselesine gelince,

As for the work-life balance issue,

hepimiz birer misliyiz.

We are all a bit like guests.

Hepimiz fazla hazza maruz kalmaktan korkuyoruz.

We all fear being exposed to too much pleasure.

Kimileri için bunun en iyi çözümü sadakaçsızlık,

For some, the best solution to this is charity-free.

kimileri içinse tek eşlilik.

For some, it's monogamy.

Herkesin çileciliği kendine.

Everyone's suffering is their own.

En son cümlesi de çok ilginç değil mi kitabın?

Isn't the last sentence of the book very interesting?

Philip Larkin'in Günler adlı şiirinde yazdığı gibi,

As Philip Larkin wrote in his poem "Days,"

doktoru ve papazı getirir uzun cübbeleriyle tarlaların üstünde koşarak.

He brings the doctor and the priest running over the fields in their long robes.

Doktor ve papaz değilse bugün onların yerinde kim olabilir ve ne giyiyor olabilir?

If they are not a doctor and a priest, who could be in their place today and what could they be wearing?

Devam ediyor.

It's ongoing.

Görünüşe göre psikanaliz,

It seems that psychoanalysis,

yasak olmayanı çok ciddiye almaya yanaşmadığından

because they are reluctant to take non-prohibited things seriously.

onu bastırmış ve detaylarına inmeyi reddetmiştir.

He has suppressed it and refused to go into details.

Burada çok sert eleştiriler alacak biri.

Someone here will receive very harsh criticism.

Burası önemli.

This is important.

Ya da onu korkutucu derecede heyecan verici olan asıl şeyin,

Or, the real thing that is terrifyingly exciting,

yani yasak hazdın kılık değiştirmiş, sulandırılmış hali olarak görmüş,

so you see the forbidden pleasure as a diluted version, disguised.

yasak hazdan kaçıp sığınma biçimi olarak yorumlamıştır.

It has been interpreted as a way of escaping forbidden pleasure and seeking refuge.

Oysa bu bu.

However, this is this.

Oysa bu psikanalizin temeli.

However, this is the foundation of psychoanalysis.

Bir insan niye mağaracı olur ya?

Why would a person become a caveman?

Belki de ana karnına dönmek istiyordur. Değil mi?

Maybe he/she wants to return to the womb. Doesn't he/she?

Bir insan niye dalgıç olur?

Why does a person become a diver?

Nereye gidiyorsun?

Where are you going?

Su var içinde, yuvarlak, etrafları sınırlı.

There is water inside, round, with limited surroundings.

Bir insan niye cerrah olmak ister?

Why would a person want to become a surgeon?

Belki de agresyonunu yansıtıyordur.

Maybe it is reflecting his aggression.

Bir insan niye psikoterapist olur ya?

Why does a person become a psychotherapist?

Röntgenci olabilirsin.

You can be an X-ray technician.

Aslında yasak olan bir hazzı yasak olmayan bir hazza dönüştürüyorsun.

You are actually transforming a forbidden pleasure into a permissible one.

Bu psikanalizin temel öğretisiyle ters düşüyor.

This contradicts the fundamental teaching of psychoanalysis.

Ama ne yapıyor 10 sayfa sonra?

But what is he doing 10 pages later?

Yasak olan kutsal amaçtır.

The forbidden is the sacred purpose.

Ben olmayan olarak görülenin, arzulanan ben olmayanın nihai formülasyonudur.

What is seen as the nonexistent is the ultimate formulation of the desired nonexistent.

Aşılamayan bir çizgi çeker.

A line that cannot be vaccinated.

Beni istediğim ama istememem gereken şeyden ayırır.

It separates me from what I want but shouldn't want.

Oysa Milner'ın neredeyse modası geçmiş tablosunda bilinç dışı zihin

However, in Milner's almost outdated painting, the subconscious mind.

farklardan ziyade benzerliğe daha duyarlıdır.

It is more sensitive to similarities than to differences.

Alışılmadık içinde alışıldık olanı bulma tutkusu vardır.

There is a passion for finding the familiar within the unusual.

Aktarıma gitti.

He/She went for the transfer.

Alışılmadık olanda alışıldık olanı bulma tutkusu vardır.

There is a passion for finding the familiar in the unconventional.

Bu bağlamda yasak olan içinde yasak olmayanı bulmak

In this context, finding the non-forbidden within the forbidden.

ya da yasak hazların yasak olmayan hazların çarpıtılmış ya da saptırılmış halleri olduğunu kabullenmek anlamına gelebilir bu.

This could mean accepting that forbidden pleasures are distorted or deviated forms of non-forbidden pleasures.

Aslında yasak olmayan hazlar da yasağa dayanıyor.

Actually, pleasures that are not forbidden are also based on prohibition.

Ne oldu?

What happened?

Başlığımızı bile çürüttük buyurun.

We even rotted our headline, here you go.

İkameyi kendisi açıkladı.

He explained the replacement himself.

Kendisi açıkladı evet.

He explained it, yes.

Ama vazgeçmiyor bundan.

But he/she is not giving up on this.

Ben psikanalizi çok iyi biliyorum diyor.

He says he knows psychoanalysis very well.

Ama bu psikanalizin ben çok kıymet veriyorum buna.

But I value this psychoanalysis a lot.

Temel düsturuyla uyuşuyor.

It aligns with the basic principle.

Çok anlamlılığa izin vermek.

Allowing for ambiguity.

O cemaat kültüründen koparıyor.

It separates from that community culture.

O yüzden çok kıymetli bir yazar Edwin Phillips.

That’s why Edwin Phillips is a very valuable writer.

Evet çok ilginç bir yazar ve gerçekten şimdi sizinle konuştukça

Yes, he is a very interesting writer and really, as I talk to you now...

aslında tam yapmaya çalıştığı şeyi daha iyi anladığımı düşünüyorum.

Actually, I think I understand better what he/she is really trying to do.

Düz yazıyla bunu yapıyor.

He does this in plain text.

Yani dille oynayarak bunu yapmıyor.

So, he/she is not doing this by playing with the language.

Ne bileyim bir insan bir yazarı nasıl okur?

How do I know how a person reads an author?

Ne bileyim Ahmet Tanpınar'ı okursun.

I don't know, you can read Ahmet Tanpınar.

İşte edebiyat kuramı.

Here is literary theory.

Ne bileyim Berna Moran'ı okursun.

I don't know, you can read Berna Moran.

Kim kimdir nereye yerleşir falan.

Who is who and where do they settle, etc.

Hadi biraz daha muhafazakarsan Ahmet Kabaklı'yı okursun ama en azından Nazım Hikmet'ten iki şiir vardır.

If you're a bit more conservative, you can read Ahmet Kabaklı, but at least there are two poems by Nazım Hikmet.

Üç ciltlik edebiyat kitabı.

Three-volume literary book.

Ama olsun bir şeyi bir yere yerleştirirsin.

But still, you place something somewhere.

Ve oradan ilerlersin o seni bir yere götürür.

And from there you move forward, it will take you somewhere.

Fena bir şey değildir bu.

This is not a bad thing.

Bir de benim gibi kötü okurlar vardır.

There are also bad readers like me.

Rastgele okurlar bir yere ulaşırlar.

Random readers reach a destination.

Oradan o seni oraya taşır.

From there, it will take you there.

Şimdi burada bu çok anlamlılığa izin vermesi açısından çok kıymetli bir yazar.

Now, as a writer, he/she is very valuable in terms of allowing this great significance here.

Çünkü herkesin her şeyi anlayabileceğine inanmak gerekiyor.

Because one has to believe that everyone can understand everything.

Ben şu açıdan da kendim bakış açımdan şöyle düşünüyorum.

I think from my perspective in this way.

Edebiyata bu kadar çok yer vermesi açısından da çok zor.

It is also very difficult in terms of giving such a large place to literature.

Bu açıdan da çok değerli bir yazar.

From this perspective, he is a very valuable writer.

Aslında mesela Freud'un Hamlet ne diyeyim?

Actually, for example, what can I say about Freud's Hamlet?

Alegorisini mi diyeyim?

Shall I call it an allegory?

Hamlet göndermesini açıkladığı yer mesela benim çok ilgimi çekti.

For example, the part where he explains the reference to Hamlet really caught my interest.

Hamlet'in meşhur bilinç böyle korkak ediyor.

Hamlet's famous consciousness makes one cowardly.

Bizi burada vicdan böyle korkak ediyor diye çevirmişler.

They have translated it as "Here, our conscience makes us cowardly."

Mesela oradan vicdan meselesiyle süperegonun devreye girişini anlatış biçimi.

For example, the way it describes the activation of the superego through the issue of conscience from there.

Aynı şekilde Freud'un Don Quixote'a olan tutkusunu.

Similarly, Freud's passion for Don Quixote.

Ve oradaki Don Quixote atı ve Sancho Panza arasındaki it ego ve süperego bağlantısını kuruşlarıyla falan.

And the way they establish the connection between the it, ego, and superego of Don Quixote’s horse and Sancho Panza over there.

Tabii bunları Freud yapmış ayrı konu ama bunları gündeme getirişiyle de aslında benim gibi edebiyat sever okuru da kendine çektiğini düşünüyorum bir yandan.

Of course, Freud did these separately, but I think that by bringing these issues to the fore, he also attracted readers like me who love literature.

Psikanaliz edebiyata yaklaştığı düzeydi.

It was the level at which psychoanalysis approached literature.

Ama bu bir sanat yüceltmesi falan değil.

But this is not a glorification of art or anything like that.

Değil tabii tabii.

Of course not, of course.

Felsefe, sanat falan bunları da üfürükten buluyorum biraz.

I find philosophy, art, and such things a bit like nonsense.

Yani bu kadar yüceltilmesini.

So much glorification of this.

Evet.

Yes.

İnsana dair bir şey bu kadar yüceltilemez.

Nothing about humanity can be exalted to such an extent.

Efendim bizde liselerde felsefe eğitimi verilmiyormuş.

Sir, we don't have philosophy education in high schools.

Ezber yani boş laf.

Memorization, in other words, empty talk.

Bir insan kimya mühendisi olmuşsa, bir insan edebiyat fakültesini bitirmişse, bir insan ekonomi okumuşsa, bir insan makine mühendisliği okumuşsa zaten felsefe biliyordur.

If a person has become a chemical engineer, if a person has graduated from the faculty of literature, if a person has studied economics, if a person has studied mechanical engineering, they already know philosophy.

Felsefe nedir?

What is philosophy?

Kavramlarla düşünebilme yetisini edinmek.

Gaining the ability to think with concepts.

Evet felsefe tarihini bilmiyor olabilir.

Yes, he/she may not know the history of philosophy.

O başka bir şey.

That's something else.

Aristo ne demiş?

What did Aristotle say?

O ne demiş?

What did he/she say?

Bu ne demiş?

What has this said?

Bizde felsefe okutulmuyor ne ya?

We're not taught philosophy, what do you mean?

Bir insan bilgisayar mühendisiyse zaten felsefeyi yaşamış demektir.

If a person is a computer engineer, it means they have already lived philosophy.

Okutulsa da dediğiniz gibi ezbere dair okutulacak.

Even if it is taught, it will be taught by heart as you said.

Evet.

Yes.

Aslında metnin içindekini bulmak anlamında olsa farklı bir şey o işte.

Actually, it would be a different thing in the sense of finding what is inside the text.

Kötü bir felsefe doçentindense iyi bir kimya mühendisini tercih ederim ben.

I would prefer a good chemical engineer over a bad philosophy associate professor.

Daha iyi felsefe biliyordur.

He/she might know better philosophy.

Çünkü tarihini biliyor.

Because he/she knows his/her history.

Haritik bakıyor.

He is looking at the map.

Tabii düşünmeyi biliyor.

Of course, it knows how to think.

Tamam yeter zaten o.

Okay, that's enough.

Bunun gibi sanatla ilgili de benzer bir şey düşünüyorum.

I am thinking of something similar regarding art as well.

Ama edebiyattaki bu çok anlamlıdır.

But this is very meaningful in literature.

Bir şekilde kendi.

Somehow own.

Yeniden ele alabilmeyi mümkün kıldığı için psikanaliz ne kadar edebiyata yaklaşırsa o kadar kıymetli olur.

The more psychoanalysis approaches literature, the more valuable it becomes because it enables us to re-examine.

Ama dediğim gibi bu popülist bir şey söylemeye çalışmıyorum.

But as I said, I'm not trying to say something populist.

Ben gayet iyi anlıyorum sizi.

I understand you very well.

Orada çok kıymetli bir şey var.

There is something very valuable there.

Öteki ne diyor?

What does the other one say?

Ve ben ona ne kadar katlanabilirim?

And how much longer can I put up with him?

Edebiyatın özünde de bilinç altı yok mu zaten?

Isn't there already a subconscious in the essence of literature?

Yani öyle baktığınızda bir sürü açıdan yaklaştıkları yerler var ve birbirlerinden kullanabilecekleri destek alabilecekleri alanlar var diye düşünüyorum.

So when you look at it that way, I think there are many aspects they approach and areas where they can support each other.

Burada ne yapıyor?

What is he/she doing here?

Tekinsiz olana götürüyor.

It leads to the uncanny.

Yani tanıdık olmayanda tanıdık bir şeye götürüyor.

So it takes the unfamiliar to something familiar.

Ne yapıyor aşkı memnuda?

What is my beloved doing?

Hiç beklemediğimiz bir yerden hiç de edebiyat tarihinde çok da yeri olmayan bir yazar bizi koskoca ülkeyi yerinden sallıyor.

A writer, who has little place in literary history and from an unexpected source, is shaking our entire country.

Bunu hangi psikanalist yapabilir?

Which psychoanalyst can do this?

Yani tabii ki pedofili ve ensest mutlak yasak olandır.

So of course, pedophilia and incest are absolutely forbidden.

Bir yasak gereklidir.

A ban is necessary.

Ama onu bile sarsabiliyor.

But it can even shake that.

Anlamak belki.

Maybe to understand.

Dalga geçiyor bence edebiyatçılar.

I think the literary people are mocking.

Allah onlara şey versin yani ne diyeyim merhamet versin.

May God give them something, what can I say, may He give them mercy.

Çok acımasızlar yani.

They are very ruthless.

Öyleler.

They are like that.

Ama şarkıcılar daha acımasız.

But singers are more ruthless.

Evet bilmiyorum.

Yes, I don't know.

Belki de ressamlar da acımasızdır bilemiyorum.

Maybe painters are ruthless too, I don't know.

Ya ressamlar yine de çiziyorlar.

But the painters are still drawing.

Yani mesela şeyle başa çıkmak kolay.

So, for example, it's easy to deal with something.

Bir insan ben ne zaman istersem ve nereye istersem kakanı oraya yapacaksın.

A person will poop wherever and whenever I want.

Bununla başa çıkmak kolay.

It's easy to deal with this.

Kakanı tutarsın.

You hold your poop.

Başa çıkarsın.

You can handle it.

Ağzına kaşıkla giren anayla başa çıkabilirsin.

You can deal with a mother who comes at you with a spoon in her mouth.

Kusarsın.

You will vomit.

Ama bakışla başa çıkamazsın.

But you can't deal with a glance.

Çünkü sen ona bakmadığında da o sana bakıyor.

Because when you don't look at her, she is looking at you.

Sende bir duygu uyandırıyor yani.

It evokes a feeling in you, too.

Biliyorsun ki takip ediliyorum.

You know that I am being followed.

O yüzden müzik biraz dehşet verici bir şey.

That's why music is a somewhat terrifying thing.

Bakıyor sürekli.

She's constantly looking.

Seni istemeden de hani insan nasıl bir varlık?

How can a person be a being that doesn't want you?

Aslında bütün uyarımları, bütün baştan çıkmaları delikler ve yarıklar aracılığıyla oluyor.

Actually, all stimulations and seductions occur through holes and cracks.

Gözü, dudakları, kulağı işte falan filan.

Eyes, lips, ears, and so on.

Falan filan demeyeyim de işte vajinası, penisi vesaire.

I won't say blah blah, but just her vagina, his penis, etc.

Dışarıyla temas kuran yerleriyle oluyor.

It happens with the places that connect with the outside.

O zaman insan aslında bu dışarıyla kurduğu ilişki üzerinden kurulan bir şey.

Then, a person is actually something established through the relationship they have with the outside.

İnsan ötekinin bakışının kurudur.

The human is the dry surface of the other's gaze.

Ötekine kur yapan bir varlıktır.

It is a being that sets a trap for the other.

Dolayısıyla bunun dışına çıkması mümkün değil.

Therefore, it is not possible to go beyond this.

Beni ben yapan bakış hangisi?

Which gaze defines who I am?

Beni ben yapan bakış.

The gaze that makes me who I am.

Bu özeldir.

This is special.

O beni ben yapan bakışı arayacağım hep.

I will always seek the gaze that defines me.

O yüzden Edwin Phillips'in kitap boyunca söylediklerini

That's why what Edwin Phillips says throughout the book

sonra kendi söyledikleriyle boşa çıkartması

then contradicting himself with his own statements

ama çok önemli bir şey yapıyor.

but it's doing something very important.

Hiç bu konuyla ilgilenmeyen insanları işin içine çekiyor.

It pulls in people who are not interested in this topic at all.

Mesela ben bu konuda kitap eleştirileri yapan eleştirileri,

For example, I criticize the critics who write book reviews on this subject.

Türkiye'de yapılanları, İngiltere'de yapılanları okudum.

I have read about what is done in Turkey and what is done in England.

Hepsi şöyle diyor.

They all say it like this.

Modern insanın dramını anlatıyor.

It tells the drama of modern man.

Alakası yok.

It has nothing to do with it.

Yani 10. yüzyılda insan neyse

So in the 10th century, a human is what they are.

21. yüzyılda da oydu.

It was the same in the 21st century.

Evet modern kelimesine gerek yok orada.

Yes, there is no need for the word modern there.

Çünkü biz hep geçmişi yüceltme eğilimindeyiz.

Because we always have a tendency to glorify the past.

Geçmiş berbat bir şey değil.

The past is not a terrible thing.

Geçmişin elle tutulur hiçbir tarafı yok ki.

There is nothing tangible about the past.

Biz çok bozulduk.

We are very upset.

Çok kötüye gittik.

We've gone very badly wrong.

Çünkü gelecekte iyi bir şey var.

Because there is a good thing in the future.

Ben ulaşamıyorsam bugün bozulmuş.

If I can't reach it, it must be broken today.

Hadi oradan be.

Oh come on!

Sen yaşlanmışsın.

You have aged.

Yani hala Beşiktaş Galatasaray maçında heyecanlanmıyorsan sen yaşlanmışsın.

So if you're still not excited about the Beşiktaş Galatasaray match, you have grown old.

Ya da biz başka şeylerde heyecanlanıyoruz artık gençlerden.

Or we are getting excited about other things now, not the young people.

Ben ikimizi de katayım.

I'll include both of us.

Tabii.

Of course.

Yeni gençler.

New youth.

Yani sen ne yapalım ya zamanı takip edememişsin yani.

So what shall we do, you couldn't keep track of time then.

Geçmişe kalıyor.

It remains in the past.

Geçmişe geri dönüyor.

He is going back to the past.

Anne karnına geri dönüyor.

She is returning to the womb.

Daha korunaklı.

More secure.

Evet yani çok da zor bir şey canlılık.

Yes, so being lively is not that difficult.

Çünkü her şey ölüme doğru.

Because everything is towards death.

İnsan ölmek ister, durmak ister, bitirmek ister, durdurmak ister.

A person wants to die, wants to stop, wants to finish, wants to halt.

Yeni bir şeye açık değilizdir.

We are not open to something new.

Yaşamak yorucu tabii.

Living is exhausting, of course.

Çok büyük bir ıstırap.

A great suffering.

Tabii.

Of course.

Ama çok zevkli.

But it's very enjoyable.

Evet çok zevkli ama yorucu.

Yes, it's very enjoyable but tiring.

Ne diyor?

What is he saying?

Onu konuşamadık o kitabın ama hep vaat, hep vaat.

We couldn't talk about that book, but it's always a promise, always a promise.

Evet.

Yes.

Tanrılar hep vaat eder.

Gods always make promises.

Ordu da hile yapıyor.

The army is cheating.

Bütün kitap isimlerine bakın Edwin Phillips.

Look at all the book titles, Edwin Phillips.

Gerçekten hepsi hilekar.

They are all really deceitful.

Gerçekten öyle.

It really is.

Eğer yayıncısını ya da menajerini tanırsam gerçekten yani ne diyeyim.

If I really know the publisher or the manager, what can I say?

Kesinlikle öyle.

Absolutely so.

Ben menajerini ya da yayıncısını tanırsam.

If I know the manager or the publisher.

Gerçekten öyle.

It really is that way.

Ya da yayıncısını tanımak isterdim.

Or I would like to get to know the publisher.

Gerçek hazdın, derin hazdın, tutkulu hazdın yasak olduğuna ya da yasak olandan çıktığına inanıyorsak o zaman ihtiyaç duyduğumuz şey cesaret, göklere çıkarıp idealize edeceğimiz şey de risk olacaktır.

If we believe that the true pleasure, your deep pleasure, your passionate pleasure is forbidden or arises from that which is forbidden, then what we need is courage, and what we will idealize and elevate to the heavens will be risk.

Arzumuza ihanet etmemek için mümkün olduğunca cesur olmamız gerekecektir.

We will need to be as brave as possible to not betray our desire.

Aslında yasak olmayan hazları teşvik etmek cesareti ya da korkaklığı çok da ciddiye almanın gerekmediği bir dünya.

In fact, it's a world where it is not necessary to take the courage or cowardice to promote pleasures that are not actually forbidden too seriously.

Yasak olana bağlılığımızın bir yerinde eski moda bir kahramanlık hikayesi gizlenmiştir sanki.

It seems that somewhere in our adherence to what is forbidden lies an old-fashioned tale of heroism.

Küstah olanın, risk alanın ve ihlalkarın doğası gereği daha iyi vakit geçirdiği bir hikaye.

A story in which the arrogant, the risk-taker, and the violators inherently have a better time.

ve ihlalkarın doğası gereği daha iyi vakit geçirdiği bir hikaye.

And a story where the perpetrators naturally have a better time.

Elbette bu durum psikanalizi bir nevi askeri talime dönüştürebilir.

Of course, this situation can turn psychoanalysis into a kind of military drill.

İnsanların kendi arzularının kahramanı olmasına yardım eden bir askeri talim.

A military training that helps people become the heroes of their own desires.

Hayattaki en büyük zevklerimden biri sabah kahvesi ise,

one of my greatest pleasures in life is morning coffee,

bir anlamda acınası bir insan, su katılmamış bir burjuva mı sayılırım?

In a sense, am I considered a pitiable person, an unadulterated bourgeois?

Başkalarına elimden geldiğince iyi davranmak bana istediğim hayatı veriyorsa,

If treating others well to the best of my ability gives me the life I want,

bu beni zayıf bir insan, Nietzsche'nin köle dini dediği şeyin basit bir parçası mı yapar?

Does this make me a weak person, a simple part of what Nietzsche called the slave religion?

Arkadaşlığı ya da siyasi aktivizmi, cinsellik temelli ilişkilere tercih ediyorsam,

If I prefer friendship or political activism over sexuality-based relationships,

sadece kısıtlanmış biri mi sayılırım?

Am I considered just a restricted person?

Yasaklanmamış hazları arayanlar, ki bu kişiler aynı zamanda yasak hazları da ararlar elbette,

Those who seek unbanned pleasures, who of course also seek banned pleasures,

ellerinden başka türlüsü gelmez, dikkate almaya değmeyecek kadar kişiliksiz, yani korkmuş,

Nothing else can come from their hands, too lacking in personality to be worth considering, in other words, cowardly.

ancak analiz yoluyla bu durumdan kurtarılmak üzere dikkate alınmaya değer kişilerim.

However, there are individuals worth considering for relief from this situation through analysis.

Nüceltme ve yer değiştirmede iyi olan, ama gerçekçilikten sınıfta kalan insanlar mıdır bunlar?

Are these people good at abstraction and displacement but fail in realism?

Psikanalizde yasak olanla yasak olmayan arasında tercih yapmamız gerekmez,

In psychoanalysis, we do not need to choose between what is forbidden and what is not forbidden.

ama bir şekilde yaparız bunu.

But we'll find a way to do it.

Yasak olan ve olmayan hazlarımız olabilir ve olacaktır,

We may have pleasures that are forbidden and not forbidden, and there will be.

ama gerçek hareketin nerede olduğunu daima biliriz.

But we always know where the real action is.

Neticede, psikanalitik bir bakış açısından yasak olmayan nedir?

Ultimately, what is not forbidden from a psychoanalytic perspective?

Yasak olmayan hazlar, iyi bir hayata dair psikanalitik hikayelerin neresinde durur?

Where do non-prohibitive pleasures stand in the psychoanalytic stories about a good life?

Yasak olmayan hazlar, yasak olanların yetersiz ikameleri midir?

Are pleasures that are not forbidden merely insufficient substitutes for those that are forbidden?

Yasak haz birciliği, yasak olanın siren şarkısı ve Freudian özne üzerindeki daimi hak iddiası,

The forbidden pleasure of illicit desire, the siren song of the forbidden, and the constant claim of sovereignty over the Freudian subject.

haz konusunda neyi düşünmemizin önüne geçmiştir?

What has prevented us from thinking about the issue of pleasure?

Siyaset felsefecisi John Gray, Isaiah Berlin hakkındaki kitabında,

Political philosopher John Gray, in his book about Isaiah Berlin,

Berlin'in kavgacı liberalizmi adını verdiği şeyi,

what it calls the belligerent liberalism of Berlin,

özü itibariyle rakip iyiler arasındaki çelişkinin liberalizmi diye tanımlar.

It defines the contradiction among fundamentally good rivals as liberalism.

Asla aradığımız tek bir iyi olmadığından,

Since there is never just one good thing we are looking for,

daima çelişki olacağını ve çelişkinin olmadığı yerde diktatörlük olduğunu varsayan bir liberalizm.

A liberalism that assumes there will always be a contradiction and that where there is no contradiction, there is dictatorship.

Psikanaliz bizi, yasak ve yasak olmayan hazların doğası gereği rakip iyiler olmadığına,

Psychoanalysis teaches us that due to the nature of pleasures that are forbidden and not forbidden, there are no rival goods.

yasak olmayan hazlara dair arzumuzdan kuşku duymamız gerektiğine ikna ederek,

convincing us that we should doubt our desire for pleasures that are not forbidden,

bizi fazla basite indirgemiş, haz arayışımıza ve haz arayışçısı olarak kendimize dair yetersiz bir tablo sunmuş olabilir.

It may have reduced us to a simplistic level, providing an inadequate picture of our pursuit of pleasure and ourselves as seekers of pleasure.

Görünüşe göre psikanaliz, yasak olmayanı çok ciddiye almaya yanaşmadığından,

It seems that psychoanalysis is reluctant to take the non-forbidden very seriously,

onu bastırmış ve detaylarına inmeyi reddetmiştir.

He has suppressed it and refused to go into details.

Ya da onu korkutucu derecede heyecan verici olan asıl şeyin,

Or the thing that is truly exciting to a terrifying degree,

yani yasak hazın kılık değiştirmiş, sulandırılmış hali olarak görmüş,

in other words, he saw the forbidden pleasure as a diluted version that had taken on a different guise,

yasak hazdan kaçıp sığınma biçimi olarak yorumlamıştır.

It has been interpreted as a form of refuge escaping forbidden pleasure.

Psikanalistler sadece dilin gelip dayandığı sınırla ilgilenirler.

Psychoanalysts are only concerned with the limits that language comes up against.

Biz, dilin çatallandığı ve sözün kaydığı anlara karşı dikkatliyizdir.

We are cautious of the moments when language forks and words slip away.

Hastanın anlatma tarzına, anlatı içinde şüpheye düştüğü ve

The patient's way of narrating, in which they fall into doubt during the narrative and

bilmiyorum, hatırlamıyorum, belki, muhtemelen dediği yere bir kemküm etme,

I don't know, I don't remember, maybe, probably don't mumble to the place he said,

bir şüphe, kaçan bir söz, bunlara önem veririz.

We care about a doubt, a missed word.

Nasıl? Ne kadar bilerek yapıyor?

How? How much is it done intentionally?

Konuşma tarzıyla, yazma tarzıyla.

With their speaking style, with their writing style.

Çok anlamlılığa gönderme yapıyor, esler veriyor, kemküm ediyor, sapmalar oluyor.

It makes references to polysemy, gives hints, mumbles, and there are deviations.

Tam öyle, evet.

Exactly like that, yes.

Evet, aslında psikanalizi yaşıyor.

Yes, actually, he is experiencing psychoanalysis.

Dilini kullanıyor, evet yaşıyor.

He is using his language, yes, he is alive.

Yaşıyor. Çünkü biz hakikaten ne söylendiği ile ilgilenmeyiz.

He is alive. Because we truly do not care about what is said.

Nasıl söylediği ile ilgileniriz?

How do we care about how it was said?

Nerede kekeliyor? Nerede titriyor?

Where is he stuttering? Where is he trembling?

Nerede susuyor?

Where is it silent?

Nerede susuyor? Nerede altına işe yiyecekmiş gibi oluyor?

Where is it quiet? Where does it act like it's going to eat food under it?

Nerede kafama bardak atmak istiyor?

Where does he/she want to throw a glass at my head?

Nerede sarılmak istiyor?

Where does he/she want to hug?

Falan, orada. Çünkü söz bir maskedir.

There, you see. Because words are a mask.

Dil her zaman bir maskedir.

Language is always a mask.

Maske ötekinden korunmak içindir.

The mask is for protecting oneself from the other.

Çünkü bakış her zaman kemdir.

Because a gaze is always sharp.

Kem gözlüdür.

He has squinting eyes.

Ancak maskeler varsa biz huzurlu ve rahat hissedebiliriz.

However, if there are masks, we can feel peaceful and relaxed.

Maskeleri küçümser ya insanlar.

People underestimate masks.

Maske olmadan nasıl birbirimizin yüzüne bakacaktık?

How would we look at each other's faces without a mask?

İnsan bir kendine bakmaz mı?

Doesn't a person ever take a look at themselves?

O kendine baktığında gördüğün şeyi ben görsem dayanabilir misin?

If I saw what you see when you look at yourself, could you handle it?

Ayıptır ya.

That's shameful.

Doğru. İhtiyacımız var maskelere.

That's right. We need masks.

Olmaz mı?

Isn't it possible?

Yoksa toplumsal hayat olmazdı herhalde.

Otherwise, there would probably be no social life.

Mümkün değildi yani.

It wasn't possible, then.

Bir eveyimizin olması gerekmiyor.

We don't all need to have a house.

Bir yere ulaşmamız gerekiyor.

We need to reach a place.

Bir yere ulaşmamız da gerekmiyor.

We don't need to reach anywhere.

Bir şeyi başarmak ya da kaybetmekten bahsetmemiz de gerekmiyor.

We don't even need to talk about achieving or losing something.

Psikanalizin öğretisi her ne kadar Edwin Phillips çeşitli manevralar yapsa da aslında Edwin Phillips bize şunu hatırlatıyor.

The teachings of psychoanalysis, although Edwin Phillips makes various maneuvers, actually remind us of this.

Arzuna sahip çık.

Take care of your desire.

Nasıl arzuladığına sahip çık.

Embrace what you desire.

Ama bu arzuna sahip çık düsturu Lakan şu demek değil.

But the principle of "take ownership of this desire" does not mean this according to Lacan.

İstediğini yap demek değil.

It doesn't mean do whatever you want.

Nasıl yapıyorsun?

How are you doing?

Nasıl boyun eğiyorsun?

How do you submit?

Nasıl isyan ediyorsun?

How are you rebelling?

Nasıl çirkeflik yapıyorsun?

How are you being nasty?

Nasıl baştan çıkarıyorsun?

How do you seduce?

E ben böyle biriyim ya Deniz.

Well, I am someone like this, Deniz.

Görüyor musun?

Do you see?

Ben hep bunu yapıyorum.

I always do this.

Bu benim.

This is mine.

Semptomdan özgürleşmekten bahsedebiliriz.

We can talk about being free from symptoms.

Özgürleşmek sadece semptomdan olabilir.

To be liberated can only come from the symptom.

Çünkü özgürlük bir mittir sadece.

Because freedom is just a myth.

İnsan özgürlükten bahsettiğinde bile özgür değildir.

Even when a person speaks of freedom, they are not free.

Özgürlüğü savunmak özgür olduğumuz anlamına gelmez.

Defending freedom does not mean we are free.

Ne olur geçmişte gördük.

Please don't let us see what we saw in the past.

Bizimkileri de gelecektekiler görecek.

Our people will also be seen by those in the future.

İşte cinsel serbestliği savunursun.

Here you advocate for sexual freedom.

Özgürlüğü savunursun.

You advocate for freedom.

Ama arkadaşların geldiğinde sen rakı içersin karın makarna yaparsa burada olmamış ya.

But if your friends come, you drink raki; if your wife makes pasta, it's like you weren't here.

Ya da ne bileyim ideolojik olarak şundan bahsedersin bundan bahsedersin.

Or I don't know, you can mention this ideologically or talk about that.

Ondan sonra devrim şehidi dersen devrimci bacılarımız dersen olmaz yani.

After that, you can't say martyr of the revolution or revolutionary sisters.

Yani o söylediklerin seni mutlaka ele verir.

So what you said will definitely give you away.

Bir yerden çıkar.

Get out from somewhere.

Bir yerden ele verir.

It reveals from somewhere.

Tabii kesinlikle.

Of course, definitely.

Biz de o çatlaklara bakarız.

We also look at those cracks.

İnsan çatlaklardan ve yarıklardan kendisini ele verir.

A person reveals themselves through cracks and crevices.

Çünkü biz ötekiyle ilişki kurduğumuzda delikler ve yarıklardan uyarılıyoruz.

Because we are stimulated by holes and cracks when we connect with the other.

Hep arzumuz orada zonkluyor.

Our desire always throbs there.

Öteki olmadan kendimizi sevemeyiz.

We cannot love ourselves without the other.

Zamanın da dramı bu.

The drama of time is this.

İşte kendini sev.

Here, love yourself.

Nasıl seveceksin?

How will you love?

Ötekiler tasdik etmiyorsa hiç kimse kendisini sevemez.

If others do not validate, no one can love themselves.

Yani siz beni çağırmasanız ya da işte Başar Bey'in romanı okunmazsa olmaz yani.

So you wouldn't call me or if Mr. Başar's novel isn't read, it must be.

İstediğini yaz.

Write what you want.

İstediğini söyle.

Say what you want.

Hiçbir şey olmaz.

Nothing will happen.

Öteki yoksa insan kendisini ötekinde sevebilir ancak.

If there is no other, a person can only love themselves in the other.

Muhtacız.

We are in need.

Yapabileceğimiz hiçbir şey yok.

There is nothing we can do.

Havaya girmeye gerek yok.

No need to get into the air.

Yine Samuel Beckett'ten bir alıntıyla bitiriyor ya.

He ends with a quote from Samuel Beckett again.

Onun oyun sonundaki bir cümlesine başvurarak bitiriyor.

He concludes by referring to a sentence from the end of his game.

Evet.

Yes.

Dünyadasın ve bunun çaresi yok diyor.

"You are in the world, and there is no cure for this."

Hem Cavill'da evet çaresi yok ama belki başka bir çözümü vardır diyor.

He says that there is no solution in Cavill, but maybe there is another solution.

Var mıdır bilmiyorum ama arzuyu kaybetmeyelim dedik sanki.

I don't know if it exists, but it seems like we said let's not lose the desire.

Ya Neşet Ertaş'la bitirelim.

Let's finish with Neşet Ertaş.

Doyulur mu?

Is it satisfying?

Güler Yüze doyulur mu?

Can one get enough of a smiling face?

Başka seçenek yok.

There is no other option.

Yok.

No.

Vallahi öyle.

I swear it's true.

Birbirimize muhtacız diyelim.

Let’s say we are in need of each other.

Birbirimize muhtaç değiliz.

We are not dependent on each other.

Birbirimizin nedeniyiz.

We are the reason for each other.

Ben okurum dinleyicileri bizimle birlikte yasak olmayan Hazlar kitabını okudular diyelim ki.

Let's say I read the listeners together with us reading the book of Hazlar, which is not prohibited.

Adam Phillips'ten başka bir öneriniz olur mu onlara?

Do you have any other suggestions for them besides Adam Phillips?

Yani birini okumak demek o kulvarda yazan kişileri de bilmeyi gerektirir.

So to read someone means to also know the people who write in that field.

Bir gardiyanlar vardır bir de iyi yazarlar vardır.

There are some guards and there are good writers.

Gardiyanlar ne yazdığını bilmiyorsanız okumamanız lazım.

If you don't know what the guards are writing, you shouldn't read it.

Yani ben kötü okuru ya da kötü yazardansa hiç okumayan insanları tercih ederim.

So I would prefer people who don't read at all to bad readers or bad writers.

Çünkü onlar bozulmamışlardır.

Because they have not been corrupted.

Gardiyanların eline düşmemek lazım.

You shouldn't fall into the hands of the guards.

Gardiyanların eline düşmemek için de hangi ideolojiden hangi bakış açısından olursak olalım benim izlediğim yolu söylüyorum.

To avoid falling into the hands of the guards, regardless of which ideology or perspective we come from, I am stating the path I have followed.

Çünkü ben hani ne bileyim Aşık Veysel'den Adam Phillips'e ulaşabilecek kalibrede kabiliyette biri değilim.

Because I am not someone who can reach the caliber of Aşık Veysel or Adam Phillips, you know.

O zaman hani kuramları okumak bir edebiyat kuramı okumak bir disiplin geliştirme kim nereye düşer ona bakmak ondan sonra okumayı öneririm.

Well then, I suggest looking at where someone falls in terms of developing a discipline when reading theories, especially when it comes to reading a literary theory.

Yani psikanalizin temel paradigmasını anlamadan.

So, without understanding the basic paradigm of psychoanalysis.

Bu tür yazarları hani köpürtmeye gerek yok.

There's no need to hype up such writers.

Çünkü bunlar dünyaca ünlü ajanslar dünyanın güçlü yerleri tarafından köpürtülüyor.

Because these are world-famous agencies that are being hyped up by the powerful places in the world.

Ben onun yerine ne bileyim Atilla Aylan okurum yani.

I mean, instead of him, I could read Atilla Aylan, you know.

Başarır okurum.

I will succeed, I can read.

Yani Aşık Veysel'i okurum.

So I read Aşık Veysel.

O çünkü beni bir yere götürür.

Because it takes me somewhere.

Anadil insanı bir yere götürür.

The mother tongue takes a person somewhere.

Adam Phillips'i okumak için o zaman biraz önce kuram okumalarını mı öneriyorsunuz okurlara?

Are you suggesting that readers should read some theory before reading Adam Phillips?

Evet basitçe olabilir bu.

Yes, this can simply be.

Yani basit ödüpus nedir?

So what is a simple Oedipus?

Evet.

Yes.

Aktarım nedir?

What is transfer?

İnsan nasıl insan oluyor ile ilgili?

How is a person becoming a person?

Basit kitaplar olabilir.

They can be simple books.

Basit kavramlara bakıp ondan sonra da ne bileyim Yalom ne yapmıştır mesela?

Looking at simple concepts, and then what do I know, for example, what has Yalom done?

Şimdi Adam Phillips'i diğer yazarlardan ayıran ne?

What sets Adam Phillips apart from other writers?

Telaffuzum yanlış olabilir bağışlayın lütfen beni.

My pronunciation may be wrong, please forgive me.

Kimleri bu grupta görebiliriz?

Who can we see in this group?

İşte Türkiye'den Talat Parman, Engin Geç'ten Doğan Şahin.

Here is Talat Parman from Turkey, Doğan Şahin from Engin Geç.

Ne bileyim bir yanıyla psikanalize çok gönderme yapmaz ama Yankı Yazgan.

I don't know, on one hand it doesn't make a lot of references to psychoanalysis, but Yankı Yazgan does.

Diğer yazarlardan Jijek.

Other writers from Jijek.

Renata Selakalı.

Renata from Selak.

İrvin Yalom falan.

Irvin Yalom and so on.

Bunlar arasındaki fark nedir?

What is the difference between these?

Mesela Yalom da benzer bir konuyu işlemiştir Divan romanında ama o kurguyu kullanmıştır.

For example, Yalom has also dealt with a similar topic in his novel "Divan," but he has used that narrative structure.

Adam Phillips bu açıdan önemli bir yazar.

Adam Phillips is an important writer in this regard.

Kurguyu kullanmadan kurguluyor.

It's creating without using the plot.

Edebi bir metin beklemeden başladığım bir kitapta edebiyatın inceliklerini bulmak,

Finding the subtleties of literature in a book I started without expecting a literary text,

bana yanıtlar sunacağını sanırken son sayfaya geldiğimde kafamdaki sorulara yenileri eklenmiş olarak kitabı kapatmak,

I closed the book with new questions added to the ones in my mind when I reached the last page, thinking you would provide me with answers.

tam da yazarı Adam Phillips'in istediği gibi bir deneyimdi.

It was an experience just as the author Adam Phillips wanted.

Psikanaliz için diyor ya, akılda kalıcı, merak uyandırıcıdır diye.

He says that for psychoanalysis, it is memorable and intriguing.

Psikanalizin sesini duydum satırlarda.

I heard the voice of psychoanalysis in the lines.

Yok bir deneyimim ama duydum vallahi.

I don't have any experience, but I swear I've heard about it.

Hoş itiraf etmem gerekirse okuma yolculuğum boyunca ara sıra, hatta hadi kabul ediyorum sık sık,

I must confess that throughout my reading journey, occasionally, even let's admit it, quite often,

abicim niye bana sorup duruyorsun, bu senin kitabın, senin alanın değil mi, sen bileceksin, bana söyleyeceksin diye çemkirmeme de yol açmadı değil bu ses.

Why do you keep asking me, my brother? This is your book, your field, right? You should know, and it has indeed led me to snap at you for thinking you'll tell me.

Ama sonra fark ettim ki, o da bana sesleniyor fısıltıyla.

But then I realized that he was also calling to me in a whisper.

Çemkirmelerinde gizlisin sen, rahatsız olduğun sorularda, ısrarla aradığın yanıtlarda,

In your outbursts, you are secretive, in the questions that disturb you, in the answers you insistently seek.

sustuklarında gizlisin, okumaktan kaçındıklarında, yasaklarında, yasak olmadığını sandıklarında.

When they are silent, you are hidden; when they avoid reading, in their prohibitions, when they think there are no prohibitions.

Gizliyim evet, diyorum ben de. Kim gizlemiyor ki kendini kendinden bile?

I am hidden, yes, I say. Who doesn't hide themselves, even from themselves?

Gizliyim, gizlisin, gizli. Çok yaşaydın Phillips, çok yaşa.

I am hidden, you are hidden, it is hidden. You lived a long life, Phillips, long live.

Sorularınla, zihniyetle.

With your questions, with the mentality.

Sorularınla, zihnimde uyandırdıklarınla, bin yaşa.

With your questions and what you awaken in my mind, may you live a thousand years.

Bölümün esas kızı, yasak olmayan hazları, Saliha Nilüfer'in çevirisiyle Metis yayınlarından okudum.

I read the main girl's forbidden pleasures, translated by Saliha Nilüfer, from Metis Publications.

Adam Phillips'in Tek Eşlilik, Kaçırdıklarımız, Hep Bağıt Hep Bağıt, Dehşetler ve Uzmanlar adlı kitapları da aynı yayın evi tarafından ulaştırılıyor okurlara.

The books "Monogamy," "What We Miss," "Always Binding," "Horrors," and "Experts" by Adam Phillips are also being delivered to readers by the same publishing house.

Değişmeyi istemek üzerine, öpüşme, gıdıklanma ve sıkılma üzerine, kreşteki yabani, flört üzerine,

On wanting to change, about kissing, being tickled and getting bored, about the wild ones in kindergarten, about flirting,

öyle ve böyle, iyilik üzerine, akıl sağlığı üzerine, iyileşmek üzerine, ilgi arayışı adlı eserlerini ise ayrıntı yayınları logosuyla bulmak mümkün kitap evi raflarında.

It is possible to find their works titled "In This Way and That Way," "On Goodness," "On Mental Health," "On Healing," and "The Quest for Interest" on the shelves of bookstores published by Ayrıntı Publications.

Ayrıca, yapı kredi yayınlarından çıkan Freud olmak, bir psikanalistin gelişimi de gözden kaçmasın.

Additionally, the development of a psychoanalyst in "Becoming Freud" published by Yapı Kredi Publications should not be overlooked.

Ne de olsa Adam amcamız, daha önce de söylediğim gibi Penguin Yayın Evi'nde Freud kitaplarının editörlüğünü yapan bir şahsiyet.

After all, our uncle Adam, as I mentioned earlier, is a personality who edits Freud's books at Penguin Publishing House.

Bölüm konuğum ise psikoloji.

My guest in this episode is psychology.

Bölüm konuğum ise psikoterapist Agah Aydın'dı.

My guest for the episode was psychotherapist Agah Aydın.

Agah Bey'in internet ortamında çok seyredilen birçok konuşması söyleşisi var.

Agah Bey has many widely watched talks and discussions on the internet.

Bu kadar sevilen ve alanına hakim birini ben okurum da görmek ve onunla meslektaşı Adam Phillips'in yazdıklarını konuşmak benim için büyük zevkti.

I read someone who is so loved and proficient in their field, but it was a great pleasure for me to see them and talk about the writings of their colleague Adam Phillips.

Ekşi Sözlük'te şöyle yazmış biri onun hakkında.

Someone wrote the following about him on Ekşi Sözlük.

Böyle bir psikolojik bilgi birikimiyle günlük hayatını nasıl idare edebiliyor?

How is he/she managing daily life with such a psychological knowledge accumulation?

Gidip bakkaldan bira alırken bile adam 10 tane çıkarım falan yapıyor olabilir.

Even when he's going to buy beer from the grocery store, the guy might be making calculations or estimates about ten of them.

Vallahi doğru soruya ne denir?

I swear, what is the right question called?

Hem Adam Phillips hem Agah Aydın.

Both Adam Phillips and Agah Aydın.

Ben artık hayatı bir başka sorguluyorum.

I now question life in a different way.

Bana mukayyet olun sevgili ben okurumcular.

Watch over me, dear readers.

Berkun Oya'nın cici filmi, o sahneyi hatırlatayım, olgun şimşek seslendiriyor.

Berkun Oya's cute film, let me remind you of that scene, the mature thunder is voiced.

Sevda olmasaydı da gönüle dolmasaydı.

If there were no love, it wouldn't fill the heart.

Dünya neye yarardı da güzellik olmasaydı.

What would the world be good for if there were no beauty?

Nardanesi nardanesi de seviyorum bir tanesi.

I love the pomegranate tree as well, just one of them.

Güzeller içinde de sevdiğim bir tanesi.

One of the beauties that I love.

O yar zülfünü tarar da dedi ve cümleyi tamamlayamadı.

She combs her beautiful hair and said, and couldn't complete the sentence.

Yönetmen kestik dedi.

The director said cut.

O yüzden bir sanat filmi.

That's why it's an art film.

Biri bizi hep keser.

Someone always interrupts us.

Biri hep bizi durdurur.

Someone always stops us.

Bizden hep daha yakışıklı, daha güzel kızlar, oğlanlar vardır.

There are always more handsome boys and more beautiful girls than us.

Hep daha zekiler vardır.

There are always smarter ones.

Yasak odur.

It is forbidden.

Yasağı biz kendimiz koyarız.

We impose the ban ourselves.

Talep ederiz yasağı.

We request the ban.

Bunu kavramak.

Understand this.

İnsanla ilgili pek çok şeyi kavramak anlamına geliyor.

It means understanding many things related to humans.

O yüzden ister psikanaliz okuyalım, ister edebiyat okuyalım.

So whether we read psychoanalysis or literature.

Ama ödüpsü kavramadan okumalarım, ben kendi adıma söyleyeyim, çok boş olurdu.

But my readings without understanding the concept of awarding would be very meaningless for me, to say the least.

Evet, Ben Okurum'un bir bölümünün daha sonuna geldik.

Yes, we have come to the end of another chapter of Okurum.

Ama malum okuma serüvenimizin sonu yok.

But as you know, there is no end to our reading adventure.

Bana kitap önerilerinizi yazmak isterseniz e-posta adresim benokurum2020 at gmail.com

If you would like to write your book recommendations to me, my email address is benokurum2020 at gmail.com.

Benim de size bir önerim var bu arada tabii.

By the way, I also have a suggestion for you.

Yine bölümde adı geçen bir yazara dönelim mi beraber?

Shall we return together to an author mentioned in the section?

Irvin Yalom'un Aşkın Celladı adlı kitabını sevdiğimiz psikiyatrlardan Gülcan Özer'le konuşmuştuk.

We talked about Irvin Yalom's book "The Prisoner of Love" with one of our favorite psychiatrists, Gülcan Özer.

Üzerinden baya zaman geçti.

A lot of time has passed since then.

Ne de olsa ilk sezonun ürünü.

After all, it's a product of the first season.

Yani demem o ki, dinleyenler de tekrar dinleyebilir.

So what I'm saying is, the listeners can listen again.

Dinlemeyenler zaten lütfen hemen indirsin.

Those who are not listening should please download it immediately.

Ve tabii son sözü de Adam Phillips'e ve yasak olmayan hazlara bırakıyoruz haliyle.

And of course, we leave the final word to Adam Phillips and the pleasures that are not forbidden.

Amansız Devrim

Relentless Revolution

Amansız Devrim, kapitalizmin bir tarihçesi kitabında Joyce Appleby şöyle yazar.

In her book "A History of Capitalism," Joyce Appleby writes as follows.

Bir kavramdan bir konu hakkında konuşma yöntemi olarak değil de gerçek bir şeymiş gibi bahsedildiğinde felsefeciler şeyleştirme tabirini kullanır.

Philosophers use the term reification when something is referred to as if it were a real thing rather than as a method of discussing a topic from a concept.

Diyebiliriz ki yasak olan aslında bir konu hatta pek çok konu hakkında bir konuşma yöntemiyken şeyleştirilmiştir.

We can say that what is forbidden has been objectified as a way of speaking about a topic, or rather many topics.

Fakat yasak olan öncelikle asıl önemli şey olarak Hobbes'ın tabiriyle temel yasalar hakkında konuşmanın bir yolu olarak.

However, the forbidden is primarily a way of discussing what is fundamentally important, in Hobbes's terms, about the fundamental laws.

Fakat bir yasak olan öncelikle asıl önemli şey olarak Hobbes'ın tabiriyle temel yasalar hakkında konuşmanın bir yolu olarak.

However, it is primarily a way to talk about fundamental laws, which are essentially important things, as Hobbes puts it, in a forbidden manner.

Bize neyin yasak edildiğini söyleyen kurallar, tüm diğer kuralların da bağlı olduğu kurallardır.

Rules that tell us what is forbidden are the rules to which all other rules are also bound.

Ve yasak olandan söz ettiğimizde neden bahsettiğimizi biliyormuşizden'ini uyandırmamız gerekir.

And when we talk about what is forbidden, we need to awaken the awareness of 'as if we know what we are talking about'.

Çünkü kesinlikle yapmamamız dolayısıyla olmamamız gereken bir şeyden söz ediyoruzdur.

Because we are certainly talking about something that we should not do and therefore should not be.

Yasak şeyleri yapmayı aklına hayaline getirmeyen o insanlardan olmamamız gerekir.

We should not be among those people who don’t even think about doing forbidden things.

Dolayısıyla yasak olan hakkında konuşmak,

Therefore, talking about what is forbidden,

gerçekte kim olduğumuzdan ya da kim olmayı arzuladığımızdan bahsetmektir.

It is about who we really are or who we desire to be.

Çünkü içimizde bir yerlerde biliriz ki,

Because somewhere deep inside us, we know that,

bir şeylerin yasak olmasının tek nedeni insanların ayartılması değil,

The only reason something is forbidden is not just the seduction of people,

kimilerinin bunları yaptığı ve yasak azlara sahip olduğu bir dünyada yaşıyor oluşumuzdur.

It is the fact that we live in a world where some people do these things and have few restrictions.

Dolayısıyla yasak olan hakkında konuşmak, riskten ve ihlalden söz etmektir.

Therefore, talking about what is forbidden is to speak of risk and violation.

Belli başlı heyecan türlerinden, korkudan ve utançtan söz etmektir.

It is about certain types of excitement, namely fear and shame.

Bizi daha karanlık benliklerimize yönlendirir.

It directs us towards our darker selves.

Aynı zamanda daha militan ve otoriter benliklerimize de yönlendirir.

It also directs us towards our more militant and authoritarian selves.

Fakat yasak olandan söz etmek esasen kendimizi tanımlamak anlamına geliyorsa,

However, if speaking of the forbidden essentially means defining ourselves,

nasıl olmayı tercih ettiğimizi söylemenin bir yoluysa,

if it's a way of saying how we prefer to be,

o halde yasak olmayan şeyler hakkında konuşurken neden bahsediyoruz?

So what are we talking about when we discuss things that are not forbidden?

Bahsetmiş oluruz.

We will mention it.

Yasak olmayan hazlarımızdan söz ettiğimizde nasıl insanlar olarak algılanırız?

How are we perceived as people when we talk about our pleasures that are not forbidden?

Belki de o kadar etkileyici olmayan ya da henüz aklımıza gelmeyen bir biçimde etkileyici olan insanlar olarak.

Maybe as people who are not so impressive or who are impressive in a way that hasn’t occurred to us yet.

Yasak olmayan hazları desteklemek, yeni türde kahramanlar bulmak ya da onlardan vazgeçmek demektir.

Supporting pleasures that are not forbidden means finding new types of heroes or giving up on them.

Sıradanlığın alternatifi olarak gördüğümüz ne varsa,

Whatever we see as an alternative to ordinariness,

onun pahasına daha sıradan olana ayrıcalık tanımak demektir.

It means giving privilege to the more ordinary at its expense.

Dolayısıyla bu sorular hangi hazların, eğer böyle hazlar varsa,

Therefore, which pleasures these questions pertain to, if such pleasures exist,

bizi gerçekten ayakta tutabileceğini sorgular.

It questions whether it can really keep us standing.

Belirgin bir özlem olmaksızın, hayatın bizim için yaşanır olup olmadığını sorgular.

It questions whether life is worth living for us, without a distinct longing.

Yasak arzu çoğunlukla dini biçimlerinde şüphesiz epey besleyici olmuştur.

Forbidden desire has undoubtedly been quite nourishing in its religious forms.

Arzunun düzenlenmesi, asli anlam ve değerin korunması bakımından

The regulation of demand, in terms of preserving its essential meaning and value.

ve hayatımızda olabildiğince iyi yaşamak gerçekten önemli olduğu için

and because it is really important to live as well as we can in our lives

hayatlarımızın yaşanmaya değdiğini hissetmenin bir yolu olarak.

As a way to feel that our lives are worth living.

Gerçi bu dini biçimlerin her biri karşılıklı birbirimizden alabildiğini,

Indeed, each of these religious forms is capable of mutually taking from each other.

diyebileceğimiz hazın yetersiz olduğunu varsayar.

It assumes that the grief we can express is insufficient.

Hayata devam edebilmemiz için aşkın ve doğaüstü bir şeye gerek vardır.

We need love and something supernatural to be able to continue with life.

Yasak olmayan hazları, yasak olanların yanında düşünmek,

Thinking of pleasures that are not forbidden alongside those that are forbidden,

bu hazların hayatı yeterince tatmin edici kılıp kılmadıklarını,

whether these pleasures make life sufficiently satisfying,

yola devam etmek için yeterince haz verici olup olmadıklarını,

whether they are sufficiently stimulating to continue on the road,

hatta yasaklı muadillerine yeğlenip yeğlenmeyeceklerini sorgulamak,

even questioning whether they will prefer prohibited alternatives or not,

bizi neyin hayatta tutmasını istediğimize,

what we want to keep us alive,

gerçek zevki nerede bulduğumuza

Where we found true pleasure.

ve bunun kâfi olup olmadığına dair

and whether this is sufficient or not

yeni bir anlayış edinmeyi istemek demektir.

It means wanting to gain a new understanding.

Continue listening and achieve fluency faster with podcasts and the latest language learning research.