29 - Cansu Çamlıbel anlatıyor; Orhan Pamuk röportajı nasıl sansürlendi, Hürriyet yazı işleri genç bir kadına neden dar geldi?

Podbee Media

Yayınlanması Kaydıyla

29 - Cansu Çamlıbel anlatıyor; Orhan Pamuk röportajı nasıl sansürlendi, Hürriyet yazı işleri genç bir kadına neden dar geldi?

Yayınlanması Kaydıyla

Altyazı M.K.

Subtitle M.K.

Fakat işin ilginç tarafı şu o master tezinin tarihi bundan 21 sene önce ve ben biraz önce söyledim 2000 yılında sadece aktif olarak yani kadrolu ve gerçek bir stajyerlikten çıkıp gerçek bir medya profesyoneli olarak çalışmaya başlıyorum.

However, the interesting part is that the date of that master's thesis is 21 years ago, and I just mentioned that in 2000, I started working as a real media professional, having just come out of an active, official internship.

Ama sonuçta 2001'de ben Cardiff'e Britanya'ya master'a gittiğimde işte bir 3 senelik 3-4 senelik stajyerlikle beraber izlenim ve gözlem ihtimalim yani öyle bir şans yaşadıktan sonra gittim master'a ve o kadar kısa bir sürede ve bu söylediğimiz zaman da bu arada Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidara gelmesinden önceki süreç.

But in the end, when I went to Cardiff for my master's in Britain in 2001, after having had the opportunity for an impression and observation with a 3-4 year internship, I went to my master's after experiencing such a chance, and this was also before the process of the Justice and Development Party coming to power during that short period.

Yani askeri vesayetin ve ordunun siyasete yönelik hamlelerinin yüksek olduğu bir dönemden bahsediyoruz.

So we are talking about a period when military tutelage and the army's interventions in politics were very high.

Dolayısıyla.

Therefore.

Benim master tezime konu olan otosansür dönemi sivil siyasetin müdahalesinden ziyade askerin müdahalesini anlatan bir dönem.

My master's thesis covers a period of self-censorship that describes the intervention of the military rather than the intervention of civil politics.

Şimdi tabii mesela ben şu anda fırsatım olsa geriye dönük olarak artık akademik olarak devam etmedim ben hayatıma daha sonrasında Harvard Üniversitesi'nde misafir araştırmacı olarak bir senelik bir programla gittim ama bu doktora değil tabii doktora çok daha detaylı bir çalışma o yola gitmedim ben hep daha aktif gazeteci olma yolunda kaldım.

Now, of course, for example, if I had the opportunity right now, I would have continued academically retrospectively, but I later went to Harvard University for a one-year program as a visiting researcher, but this is not a doctorate, of course; a doctorate is a much more detailed study, and I did not go down that path. I always remained on the path of becoming a more active journalist.

Dolayısıyla bunu bir akademik çalışma olarak.

Therefore, consider this as an academic study.

Belki böyle bir oturup 2002'de ben minicik yeni başlayan genç bir muhabirken bile buna uyanmışım onun üzerine bir de otosansürün başka bir versiyonu politik gelişmeler sonrasında bindi deyip belki retrospektif başka bir çalışma da yapmalıyım bir kitap olabilir bu belki de yaparım ileride çünkü çok önemli bir alan biraz uzattım ama şunu söylemeye çalışıyorum ben otosansür yapmıyorum diyen bugün bir gazeteci olduğuna inanmıyorum Türkiye'de bunun dozları var.

"Maybe I noticed this even back in 2002 when I was just a tiny young journalist starting out, and maybe after political developments, I should consider a different version of self-censorship; perhaps I should also create a retrospective study, which could be a book in the future, because it's a very important area. I've elaborated a bit, but what I'm trying to say is that I don't believe there is a journalist today in Turkey who claims they don't practice self-censorship; there are different degrees of this."

Az yapar çok yapar ama şu cümleyi de şöyle kullanmayayım ben bunu çok yaptım mı olabildiğince yani yüzde doksan yapmamaya çalıştım ama orada da sansür devreye girdi Türkiye'de gazetecilerin karşı karşıya bırakıldığı ikilem şu ya otosansürü kendin yapacaksın ya da yapmıyorsan sana zaten yaptırıyorlar yapıyorlar o sansürü yani otosansürü sen yapmazsan ya da senin çalıştığın haber merkezi yapmazsa o sansür zaten geliyor.

It does a little, it does a lot, but I wouldn't use this sentence like this; I've done this a lot, or rather, I tried not to do it as much as possible, about ninety percent, but there the censorship came into play. The dilemma faced by journalists in Turkey is either you will self-censor, or if you are not doing it, they will make you do it; that censorship, I mean, if you do not self-censor, or if the news center you work for does not do it, that censorship is already coming.

O sansür bu sefer.

Oh, this is censorship this time.

O sansür arkasından bağıra bağıra bakan telefonuyla geliyor cumhurbaşkanının televizyondaki fırçasıyla geliyor dolayısıyla hani şimdi otosansür yapıyor bizim medyamız e zaten otosansür yapmasa o insanlar bugün o koltuklarda oturamaz o televizyonlara çıkamaz çünkü onun arkasından gelen tatava o kadar büyük ki bunu tolere edebilecek bugün ana akımda özellikle söylüyorum hani bizim yazdığımız daha bağımsız mecralarda bizim mecralarımızda bile zaman zaman ben çok yakın zamandan beri teyit ediyorum.

That censorship comes with a phone that shouts from behind, it comes with the president's reprimand on television, therefore, you know, our media is self-censoring now, and if they didn't self-censor, those people couldn't sit in those chairs today, they couldn't appear on those televisions because the backlash that comes from behind is so great that today, especially in mainstream media—I emphasize this—sometimes, even in our more independent platforms, I have been confirming very recently.

Dörtte yazıyorum ama zaman zaman sevgili Doğan Akın'ın bana ya burası da biraz sert olmamış mı deyip hiçbir şekilde değiştir düzelt falan değil ama hani buradan bize bir şey gelebilir sana da bir şey gelebilir diye tatlı bir hatırlatması oluyor.

I'm writing about four, but from time to time, my dear Doğan Akın gently reminds me, "Isn't this a bit too harsh?" It's not about changing or correcting anything, but more of a sweet reminder that something might come our way from here, and something might come your way as well.

Ben de diyorum ki yürüyelim Doğan diyorum o da tamam diyor ama şimdi mesela şu anda sermaye medyasında böyle bir şeyin olmasının söz konusu olmadığını hepimiz biliyoruz.

I'm saying let's walk, and Doğan is saying okay, but right now, for example, we all know that such a thing is not possible in the capital media.

Dolayısıyla benim şahsen kişisel olarak otosansür yapmam gereken yerlerde ben yapmadım.

Therefore, I personally did not practice self-censorship in the places where I should have.

Yapmama yönünde bir inisiyatif kullandım bunun bedelini ödedim.

I took the initiative not to do it, and I paid the price for that.

Oralara da geleceğim.

I will come there too.

Şimdi şeye zıplamak istiyorum aslında NTV'de diplomasi muhabiri olduğun zamanlar bir de daha sonrasında Brüksel muhabirliği de yapıyorsun.

Actually, I want to jump to the point that you were a diplomacy reporter at NTV and later you also worked as a Brussels correspondent.

2000'li yıllarda küreselleşme, teknolojik gelişmeler, internet haberciliği ve geleneksel medyanın yaşadığı ekonomik problemlerin dış haberciliğe etkisini nasıl gözlemlediğini sormak istiyorum.

I would like to ask how you have observed the effect of globalization, technological developments, internet journalism, and the economic problems faced by traditional media on foreign journalism in the 2000s.

Yani basılı yayından o televizyona geçiş daha sonrasında internet haberciliği falan filan bu dönemde dış habercilikte senin gözlemlerin neler oldu?

So, what were your observations in foreign journalism during this period, after the transition from print media to television and then to internet journalism and so on?

Sen de çünkü işte Hürriyet Ankara bürosundan başlayıp NTV vesaire falan filan hepsini bir alsam süper olurum.

Because if I could take everything starting from the Hürriyet Ankara office, NTV, and so on, that would be awesome.

Ya benim jenerasyonum şöyle bir şey bazen kendimizi çok talihsiz görüyoruz ama bazen de çok şanslı olduğumu düşünüyorum.

Sometimes my generation sees itself as very unfortunate, but at other times I think we are very lucky.

Çünkü tam ara jenerasyonum.

Because I am exactly in the middle generation.

Eski Yusul, Babali görmüş, Cağaloğlu görmüş yani oraları görmedim.

I haven't seen Old Yusul, nor have I seen Babali or Cağaloğlu, in other words, I haven't seen those places.

Plazaya atlanmıştı ama ya o gelenek o kültür devam ediyordu plazalarda.

The plaza had been skipped, but that tradition and culture continued in the plazas.

Ve internet ben başladığımda bir mevzu değildi.

And the internet was not an issue when I started.

Dolayısıyla bu.

Therefore, this.

Bu dijitaldeki patlamayı yaşayıp yani dijitale doğan birisi değilim.

I am not someone who experienced this explosion in digital technology, meaning I was not born into the digital age.

Dijitalle geçiş ve o evrim sürecini bizzat içinde yaşayan birisiyim.

I am someone who has personally experienced the transition to digital and that evolution process.

Ve gazeteci olarak da bugün herkes buna kendini entegre etmeye çalışıyor.

And as a journalist, today everyone is trying to integrate themselves into this.

Bizden yaşça büyüklerden yine de her şeye rağmen daha kolay.

It's still easier with those who are older than us, despite everything.

Hani buraya atlayabilmiş bileyim yani işte podcast yapmayı da biliyorum.

I just want to know if I can jump over here, I mean, I know how to make a podcast too.

Bir şeyi böyle kendimi iddialı demem ama gerekirse video editlemeyi de biliyorum.

I don't mean to sound cocky, but if necessary, I also know how to edit videos.

Sosyal medya zaten ve ya hiç unutmuyorum.

I already don’t forget social media or never forget it.

2012'de Hürriyet gazetesindeyken o zaman bizim yeni yönetmenimiz şimdi siyasette olan bir isim Enis Berberoğlu'ydu.

In 2012, when I was at Hürriyet newspaper, our new director at that time was Enis Berberoğlu, who is now a figure in politics.

Ve Hürriyet'in dijital dönüşüm süreci 2012 yılında çok ciddi bir hız kazanmıştı.

And Hürriyet's digital transformation process gained serious momentum in 2012.

Ben de o sırada hani hem röportajları yapıyordum biraz önce senin açılışta bahsettiğin Yüz Yüze Pazartesi.

At that time, I was also doing the interviews, just like you mentioned earlier at your opening, Face to Face Monday.

Ama hem de o zaman Enis Berberoğlu ve gazetenin patronu Vuslat Doğan Sabancı'nın inisiyatifiyle biz tırnak içerisinde söylüyorum.

But at that time, with the initiative of Enis Berberoğlu and the newspaper's owner Vuslat Doğan Sabancı, we said, in quotes.

İki genç kadın Hürriyet yazı işlerine oturtulmuştuk vitrine.

Two young women were placed in the display of the Hürriyet editorial office.

Dolayısıyla o dijital dönüşümün arka planındaki...

Therefore, the background of that digital transformation...

İki tartışmaları da birebir yaşıyorduk.

We were experiencing both debates firsthand.

Ve Hürriyet.com.tr yani Hürriyet'in internet sitesinin oradaki yükselişini bütün bunların hepsini çok içeriden gördüm ve yaşadım.

And I saw and experienced all of this up close, including the rise of Hürriyet.com.tr, which is Hürriyet's website.

Yani o dijitale transformasyon bu kadar büyük bir markanın Türkiye'deki Amerika'da buna legacy media derler.

So that digital transformation, for such a big brand, in Turkey, is referred to as legacy media in America.

Yani işte geleneksel medyanın geleneksel medyanın geleneksel medyanın en büyük en başat kurumlarından birinin kendisini dijitale dönüştürürken dijitale aktarırken nasıl bir yolculuk yaşadığını çok içinden gördüm.

So, I have witnessed closely the journey of one of the biggest and most prominent institutions of traditional media as it transforms itself digitally and transfers to the digital realm.

Çünkü bu markanın içerisinde sadece...

Because within this brand there is only...

Hani Hürriyet dünyası denildi o zaman mesela böyle bir laf bulunmuştu ona.

Back then, when they talked about the world of Liberty, they had come up with such a saying, for example.

Onun içerisinde sadece onun hep kenarında mesela CNN Türk de vardı.

In it, there was only him, for example, CNN Türk was always on the side.

Radikal gazetesi de vardı rahmetli çok severim.

The Radikal newspaper was also there; I loved it very much.

Yani bütün böyle bir hani bütün bu paketi kapsayan bir dijital dönüşüm de o zaman Doğan grubunun içerisinde yaşayan.

So, a digital transformation that encompasses all of this package is also something that lives within the Doğan Group.

Ve ben aslında bütün bu dönüşüm içerisinde kendimi bulmaktan memnun oldum.

And I was actually pleased to find myself in the midst of all this transformation.

Çünkü bunun kaçınılmaz olduğu ortadaydı.

Because it was clear that this was inevitable.

Ha bu dış haberciliği nasıl etkiledi?

Well, how did this affect foreign reporting?

Dış haberciliği maalesef olumsuz etkiledi.

Unfortunately, it negatively affected foreign reporting.

Ajanslara bağımlılık.

Dependency on agencies.

Çünkü şimdi dış habercilik dediğin şey bir haber bir olay yurt dışında yaşandığı zaman Türkiye dışında bir yerde yaşandığı zaman oraya atlayıp gidebilmektir.

Because now, what you call foreign journalism is about being able to jump and go to a place when a news event happens abroad, outside of Turkey.

Ya da bir medya kuruluşunun oraya seni gönderebilme potansiyelidir.

Or it is the potential of a media organization to be able to send you there.

Yani finansal olarak söylüyorum bence bütün medya kuruluşları tabii ki göndermek ister.

So I'm saying this in a financial sense, I think all media organizations would want to send it, of course.

Ya da artık isterler mi bilmiyorum çok bayılıyorlar çünkü böyle iki tane editörü bilgisayarın karşısına oturup hadi Twitter'da ne oluyormuş Ukrayna'da nereye bomba yağmış orada vardır mutlaka ya.

I don't know if they want it anymore, they love it so much because they have two editors sitting in front of the computer saying, "Let's see what's happening on Twitter, where has the bombing happened in Ukraine, it must be there for sure."

Şöyle bir araştırsan zaten iki tane fotoğraf.

If you research a little, there are already two photos.

Fotoğraf buluruz haberciliğine dönüştü dış habercilik.

Foreign journalism has turned into photo finding.

Fakat dış habercilik ben şu yüzden önemsiyorum.

However, I find foreign journalism important for this reason.

O formasyona sahip olduğum için de çok mutluyum.

I am very happy to have that formation.

Dünyada ne olduğunu tam olarak anlamadığınız vakit Türkiye'deki siyasi, ekonomik, sosyolojik gelişmeleri böyle çok dışarılar kendi içinde bir adaymışsın gibi filan yorumluyor mesela bazı arkadaşlar.

When you don't fully understand what's happening in the world, some friends interpret the political, economic, and sociological developments in Turkey as if you are an outsider or a candidate standing apart from it all.

Mesela ben bazen şu anda kendini muhalif olarak tanımlayan televizyonlardaki dünya ile ilgili bir takım yorumlar dinliyorum.

For example, sometimes I listen to various comments about the world on television that currently define themselves as opposition.

Mesela Rusya ile ilgili bir takım yorumlar dinliyorum.

For example, I am listening to some comments about Russia.

Ama yani gerçekten.

But I mean really.

Cüneyt Arkın'ın Dünyayı Kurtaran Adam filmleri kadar fantastik yorumlar yapılıyor o kanallarda.

The comments on those channels are as fantastical as the movies of Cüneyt Arkın, The Man Who Saved the World.

Ya arkadaşlar gerçekten mi ya?

Come on, guys, really?

O çünkü şuradan kaynak.

That's because it stems from here.

O kadar içerden ve içerlek bir bakışla dünya okunuyor ki Türkiye'de.

The world is read with such an inward and introspective gaze in Turkey.

Ve bu sağdan sola muhalif fark etmez.

And this does not matter whether it's from right to left or vice versa.

Hepsinde böyle bir anomali var.

There is such an anomaly in all of them.

O yüzden de dış haberci şey diye görülür.

That's why foreign correspondents are perceived as such.

Ya arkadaşım bu zaten tırnak içerisinde söylüyorum.

Well, my friend, I'm saying this in quotes anyway.

Gavur lafı bence aslında o kadar antipatik bir laf değildir Türkiye sosyolojisinde.

I don't think the term "gavur" is actually that unappealing in Turkish sociology.

Fakat bazıları bunu biraz.

But some of them do this a little.

Hakaret amaçlı kullandığı için.

Because it was used for insult purposes.

Pejoratif kullanır evet.

Yes, it uses pejorative.

Aman bunlar da bu gavurların peşinde takılmış gidiyorlar.

Oh, these ones are just following those infidels around.

Türkiye'nin kendi içine baksınlar falan gibi böyle yorumlar yapıldığını bilirim biz mi?

I know that comments like "let Turkey look within itself" are being made, are we?

Ya tamam da hani şimdi mesela popülist siyaset diye konuştuğumuz zaman.

Okay, but what about when we talk about populist politics, for example?

Bir 21. yüzyıl fenomeni olarak.

As a 21st-century phenomenon.

Ya da hakikat ötesi.

Or the truth beyond.

Ya gerçeklik ötesi falan gibi şeyleri konuştuğumuz vakit.

When we talk about things like post-reality or something.

Ya da korumacı ekonomik politikaları konuştuğumuz vakit.

Or when we talk about protective economic policies.

Bunu dışarıdan o küresel sistemden bağımsız sadece Türkiye'ye özgü mesele olarak konuşabiliyor muyuz?

Can we discuss this as an issue unique to Turkey, independent from that global system?

Böyle bir şey söz konusu.

Such a thing is the case.

Olabiliyor ama olamıyor.

It can happen, but it can't happen.

Yani dolayısıyla dış haberciliğe hep böyle Türkiye medyasında.

So, consequently, this is always the case with foreign reporting in the Turkish media.

Ya bunlar hani akıllı, iyi okumuş, entelektüel falan tipler.

Well, these are supposed to be smart, well-educated, intellectual types.

Ama işte bazen de böyle çok gereksiz haberlerin peşinde koşuyor diye bakıldı.

But sometimes it was seen as chasing after such very unnecessary news.

Fakat benim için şu çok önemliydi.

But this was very important to me.

Ve ben bunu çok küçük yaşımdan beri.

And I have been doing this since I was very young.

Ve bunun en önemli sebebi de NTV'nin böyle bir ekosistemi kurmuş olmasıydı.

And the main reason for this was that NTV had established such an ecosystem.

Yani ben Irak'ta savaş mı çıktı?

So, has a war broken out in Iraq?

Irak'a gitmek istiyorum.

I want to go to Iraq.

Tamam ekonomik olarak da olabildiğince güvenlik olarak da bunu sağlayarak seni oraya bir kameramanla gönderelim.

Okay, let's ensure this as much as possible both economically and in terms of security and send you there with a cameraman.

Bu meselesini 23-24 yaşından beri yaşayan bir gazeteci olarak ben bu olgulara, bu olaylara şey diye bakmıyorum dışarıdan.

As a journalist who has been experiencing this issue since the age of 23-24, I do not view these phenomena, these events from the outside.

Böyledir canım diye değil.

It's not because it's like this, my dear.

Hani gidilmiş sokakta sahada yaşanılmışlık üzerinden bakıyorum.

I'm looking through the experience lived in the field on the street that has been traversed.

Bu dünyanın en kıymetli şeyi.

The most valuable thing in this world.

O yüzden de kendimi bütün sonrasında yaşadığım sıkıntılara rağmen çok şanslı hissediyorum.

That's why I feel very lucky despite all the difficulties I've experienced afterwards.

Ve keşke bu dijital dönüşümün elimizden aldığı şey bu.

And I wish this is what this digital transformation has taken from us.

Ve bu sadece dış habercilikte değil.

And this is not only in foreign journalism.

Habere gidelim arkadaşlar.

Let's go to the news, friends.

Habere gönderecek patronlarımız olsun.

Let's have bosses who will send the news.

Şimdi ben geçmişte geriye dönük.

Now I look back into the past.

Bu olarak pek çok konuda çok eleştirdiğim ana akım patronların bir konuda da hakkını teslim etmem gerekiyor.

I need to acknowledge the mainstream bosses, whom I have criticized a lot on many issues, for one thing.

Ben hürriyetin şu an için sonrasında ne olur bilmiyorum ama son Washington temsilcisiyim.

I am currently the last Washington representative of freedom, but I don't know what will happen afterwards.

Yani bunu çok böyle abartılı bir lafla Washington temsilcisiyim.

So, I'm saying this in a very exaggerated way: I am the Washington representative.

Yani bu şeylerin hepsi geçicidir.

So all of these things are temporary.

Yani kendim de vazgeçtim bu görevden ama.

So I've given up on this task myself as well.

Önemlidir ya Türkiye'deki bir medya kuruluşunun orada yerleşik düzene sahip ailesini götürebilmiş.

It is important that a media organization in Turkey has been able to take its family with an established order there.

Ve ailesini orada gazeteden aldığı maaşla geçindirebilen bir insan olmak.

And to be a person who can support his family there with the salary he earns from the newspaper.

Bu model önemlidir.

This model is important.

Yani bugün doların 19'a vurduğu.

So today the dollar hit 19.

Bu belki çok daha zor bir şey.

This might be a much more difficult thing.

Hani ben şu anda mesela 2019 Mart'ında döndüm.

I mean, for example, I returned in March 2019.

Dolar 6'ya doğru gidiyordu.

The dollar was heading towards 6.

2018 yazında bir çıldırmıştı.

In the summer of 2018, he/she went crazy.

Onu da konuşabiliriz.

We can talk about that too.

O da benim mesela kariyerimin çünkü şeylerinden bir tanesi.

That's one of the things in my career, for example.

Ama yani dış habercilik ve aslında bütün habercilik dijitalle beraber muhabirini ve sahaya giden, sahada çalışıp böyle bir hani iğneyle kuyu kazıp getiren habercilik ruhunu kaybetti Türkiye'de.

But I mean, foreign reporting and actually all journalism in Turkey has lost the spirit of journalism that involves going out into the field and working hard, almost like digging a well with a needle, ever since it became digital.

Şimdi bu dünyada da çok daraldı.

Now, they are very constricted in this world too.

Ama şimdi ne yapıyoruz?

But what are we doing now?

Mesela bildiğimiz bu yine demin legacy medya dedim.

For example, I just mentioned this legacy media we know.

Hadi ona geleneksel diyelim biz Türkçe'de.

Let's call it traditional in Turkish.

Çünkü tam karşılığı yok.

Because there is no exact equivalent.

New York Times'i bir haber patlatıyor.

The New York Times is breaking a news story.

Washington Post bir haber patlatıyor.

The Washington Post is breaking a news story.

BBC keza ya da şimdi bildiğiniz bütün sayabiliriz yani.

We can also count BBC or any other you know now.

Hani bu işe hala para harcayan hani bütçesini daraltmış olsa da muhabirini oraya gönderip 5 ay onu unutan gazeteler, televizyonlar, internet siteleri sonra öyle bir haberle bu masrafı çıkartıyorlar.

Some newspapers, television channels, and websites that still spend money on this job, even if they have tightened their budgets, send their reporters there and then, after forgetting about them for 5 months, come out with a news story that justifies that expense.

Yani bunun zaten karşılığı ekonomik bir şey değildir.

So its equivalent is not something economic at all.

Bu manevi bir şeydir.

This is a spiritual thing.

Pulitzer'de alırsın.

You will get it at the Pulitzer.

Dünyadaki bütün binlerce medya sitesinde senden bahsedilir falan.

You are mentioned in thousands of media sites around the world, and so on.

Yani bu işin bir sosyal sorumluluk.

So this is a social responsibility.

Yani siz bunu sosyal fayda için ve toplum için yapıyorsunuz.

So you are doing this for social benefit and for the community.

Bu tarafını ve sonrasında da bunu yapabilmiş olmanın getirdiği manevi hazın ekonomik olarak parayla falan ölçülebilecek bir tarafı yok.

There is no economic aspect to the spiritual pleasure of being able to do this and then do this afterward, which can be measured in terms of money or anything like that.

Bundan sonra medyaya heves edecek küçük büyük herkes için de hani şunu hatırlamaları gerekiyor.

From now on, everyone, big and small, who will be eager for the media should remember this.

Bu işe bu şekilde heves edemezsiniz.

You can't be enthusiastic about this job in this way.

Para kazanırım.

I earn money.

Şuradan vururum çünkü siyasetçiye yakınım falan.

"I'll shoot from here because I'm close to the politician or something."

Ne olur?

What will happen?

Havuz medyasındaki arkadaşlar hangisi gerçekten büyük para vurdu?

Which of the friends in the pool media really hit the big money?

Çok büyük para vurdular.

They made a very large sum of money.

Ama nereden vurdular parayı?

But where did they hit the money from?

Köprüden vurdular.

They shot from the bridge.

Efendim havaalanından vurdular.

Sir, they shot from the airport.

Başka başka bankadan vurdular.

They hit from different banks.

Başka başka işlerden vurdular.

They were hit with different jobs.

Medyadan çok büyük para vurdum diyen ama ben bunu son dönem için söylüyorum.

I made a lot of money from the media, but I'm only talking about the recent period.

Yani bu 2000'lerdeki dijital dönüşüm falan filandan sonraki süreç için söylüyorum.

So I'm talking about the process after the digital transformation in the 2000s and all that.

Daha önce de çok büyük para vurdular.

They hit a lot of money before as well.

Onu konuşmamıza gerek yok.

We don't need to talk about it.

Ama son dönemde hani böyle cumhurbaşkanının iteklemesiyle alan.

But recently, it has been taken with the push of the president.

Satan falan o ticarete bir baktığımız zaman orada bir para yok kaybedilen paralar var.

When we look at that business, there is no money, just lost money.

Ve bu arkadaşlara da bu medya patronları da şu denildi iktidar tarafından.

And this was said to these friends by the media tycoons on behalf of the government.

Tamam siz burada para kaybediyorsunuz ama biz size başka yerden kazandıracağız.

Okay, you are losing money here, but we will help you earn it from somewhere else.

Şimdi dolayısıyla bu dijitalin dış habercilikten başlamak üzere bütün haberciliğe maalesef böyle kötü bir katkısı oldu.

Now, consequently, this digital aspect has unfortunately had such a negative contribution to all journalism, starting from foreign news reporting.

Bunu aşabilir miyiz Türkiye'de?

Can we overcome this in Turkey?

Ben orada çok umutlu değilim.

I'm not very hopeful there.

Çünkü bizde bütün sermaye sadece medyaya ilgi duyan sermaye.

Because all the capital we have is only capital interested in the media.

Sermaye değil böyle kısa yoldan para vurmacılık meselesine çok bayılıyor.

It’s not about capital; it’s about the issue of making money quickly through shortcuts that is so appealing.

Ama medya uzun soluklu yatırım yapılması gereken bir alan.

But the media is an area that requires long-term investment.

Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üyelik müzakerelerinin başladığı 2005 yılında sen de AB'nin başkenti sayılan Brüksel'e gidiyorsun.

In 2005, the year Turkey's full membership negotiations with the European Union began, you are also going to Brussels, which is considered the capital of the EU.

3 yıl boyunca NTV'nin Brüksel muhabirliğini yapıyorsun.

You have been the Brussels correspondent for NTV for 3 years.

Türkiye'deki Avrupa Birliği algısı adına önemli bir görevi üstlendiğin bu süreçte neleri yapmaya ya da yapmamaya çabalıyordun Avrupa Birliği imajı adına Türkiye'deki?

In this process, where you have taken on an important role for the perception of the European Union in Turkey, what were you trying to do or not do for the image of the European Union in Turkey?

Hiç öyle bir derdim olmadı.

I never had such a problem.

Yani o benim işim değil çünkü.

So that's not my job because.

Olabildiğince oradaki ruh hali.

As much as possible, the state of mind over there.

Şimdi yurt dışına giden bir muhabir, bir temsilci pozisyonunuz...

Now, you have a position as a reporter or representative going abroad...

Zaten ikisi aynı şey aslında.

They are actually the same thing anyway.

İşte birisinde biraz daha hani yetki alanınız daha farklı oluyor mu?

So, does your area of authority differ a bit in one of them?

Yani bunun özü muhabirliktir.

So the essence of this is journalism.

Muhabirlikten daha kral bir gazetecilik seviyesi de yoktur.

There is no higher level of journalism than reporting.

Dünyada da her zaman köşe yazarı da olsa başka bir şey de olsa yayın yönetmeni de olsa muhabir tarafı kuvvetli gazeteciler stardır, yıldızdır.

In the world, whether they are columnists, something else, or editors, journalists with strong reporting skills are stars.

Buna yapacak bir şey yok.

There's nothing to be done about this.

Bakın bugün Türk televizyonlarında muhalifinden tırnak içerisinde söylüyorum.

Look, today on Turkish television, I'm saying this in quotes from the opposition.

Yandaşına hepsinde yine de star muhabirler iş yapar.

In all of them, star reporters still work for your ally.

Muhabirlik yapmamış olanlar böyle bir kimse kusura bakmasın ama hani böyle bir dolgu malzemesi gibi bir takım yorumcular.

Those who have not worked as reporters should not be offended, but there are some commentators who are like filler material.

İktidar yandaşı bile daha iyi muhabirden çıkıyor.

Even a supporter of the government is turning into a better journalist.

Kesin orası.

That's for sure.

Yani öyle bir durum var.

So there is a situation like that.

Şimdi isimlerini vermeyeceğim.

I won't mention their names now.

Hepsi demeyin bir kısmı eski arkadaşlarım çünkü.

Don't say all of them are, some of them are my old friends.

Dolayısıyla şöyle şöyle düşünmüyorum.

Therefore, I do not think like this or that.

Bizim görevimiz bir şey tatlı ya da kötü göstermek değil.

Our duty is not to make something look sweet or bad.

Türkiye'nin kaybettiği...

Turkey's lost...

Bir şey zaten bu gazetecilikte.

There is already something in this journalism.

Bizim görevimiz neyse onu vermek.

Our mission is to deliver what our duty is.

Yani dış haber muhabirlerine şöyle bakılır.

In other words, foreign correspondents are viewed this way.

Ya devamlı Amerika'yı anlatıyorsun bize.

You keep telling us about America.

Devamlı Paris'i anlatıyorsun.

You keep talking about Paris.

E tamam benim görevim o.

Okay, that's my job.

Yani zaten Türkiye'yi anlatacak olsam Türkiye'de kalırdım.

So if I were to describe Turkey, I would stay in Turkey.

Yani benim görevim buradaki yönetimde bunu düşünüyor.

So my task is to think about this in the management here.

Efendim Macron'un hükümeti şöyle yaptı çünkü böyle.

Sir, Macron's government did this because of that.

İşte ben Trump döneminde Amerika'daydım.

I was in America during the Trump era.

Yani benim orada benim görevim burada benim okuruma.

So my duty there is to my reader here.

Arkadaş Trump böyle bir insan.

Buddy, Trump is such a person.

Suriye politikasının sebebi bu.

The reason for the Syria policy is this.

Erdoğan'a böyle bakıyor.

He looks at Erdoğan like this.

Genel olarak Amerikan bürokrasisinin Türkiye'ye ilgili hassasiyeti bu.

Generally, this is the sensitivity of American bureaucracy towards Turkey.

Pentagon'da bugün bunu dediler.

They said this today at the Pentagon.

Benim işim bu.

This is my job.

Fakat şöyle oluyordu.

But it was happening like this.

O zaman da çok Suriye konusu çok alevliydi.

At that time, the Syria issue was very heated.

Yani aktif çatışmaların ortasında ben Washington'a gittim 2017'de.

So, I went to Washington in 2017 in the midst of active conflicts.

Yani Rakka operasyonu başlamak üzereydi.

So the Raqqa operation was about to begin.

İşte YPG meselesi keza falan.

Here is the issue of the YPG as well.

Dolayısıyla ben oradaki mesaimin büyük bölümünü Amerikan Savunma Bakanlığı Pentagon'da günlük olarak giderek.

Therefore, I spend a large part of my time there going to the Pentagon of the U.S. Department of Defense on a daily basis.

E şimdi orada Pentagon'daki adamın sözcünün işte oradaki görevlinin söyleyeceği şey belli.

Well, now it's clear what the spokesman of the guy at the Pentagon will say through the official there.

Amerikan siyasetini sanıyor.

He thinks he understands American politics.

Ben de onu anlatacağım ki diyeceğim ki hani burada böyle siz de başka türlü bakıyorsunuz.

I will also explain it to him so that I can say, you see, you are looking at it differently here.

Okura'da buyurun buradan siz çıkarın analizi diyeceksin.

In Okura, you'll say, "You get out of here and analyze this."

Şimdi o zaman şöyle şeyler yaptılar ve hala da yapıyorlar bunu insanlara.

Now they did such things, and they are still doing this to people.

Ve bu büyük bir ahlaksızlık ve gazeteciliğin ne anlama geldiğini anlamak.

And this is a great immorality and understanding what journalism means.

Ben Pentagon sözcüsüyle röportaj yapmak zorundayım.

I have to interview the Pentagon spokesperson.

Oradaki durumu anlatmak için.

To explain the situation there.

Bu onun görüşlerini beğendiğim anlamına gelmez.

This does not mean that I agree with his views.

Gazetecilik görüşlerini beğendiğiniz, aynı fikirde olduğunuz, ideolojisini paylaştığınız,

Journalism whose views you appreciate, with which you agree, whose ideology you share,

akşam çıkıp yemek yemek istediğiniz insanla konuşma mesleği değildir.

It is not a profession to talk to the person you want to go out for dinner with in the evening.

Yani Türkiye'de işin kopup gittiği ya burası.

So this is where the work falls apart in Turkey.

Ya ben şimdi bugün de yaşıyorum mesela bunu.

Well, I am experiencing this today, for example.

T24'te röportajlar yapıyorum, söyleşiler yapıyorum.

I conduct interviews and discussions at T24.

Ay onunla niye konuştun?

Why did you talk to him/her?

Pardon.

Excuse me.

İşim o değil mi zaten benim?

Isn't that my job anyway?

Yani ben fikrini merak ediyorum ya bu insanların.

So I am curious about these people's opinions.

Ya da bana göre de eğer çarpık bir tarafı varsa ya da ne bileyim işte tartışmalı bir tarafı varsa bir cevap versin ya buna diye düşündüğüm için onlarla konuşuyorum.

Or I talk to them because I think that if there is a twisted side or, I don't know, a controversial aspect to it, they should at least provide an answer.

Yoksa öbürü ağırlamacılık.

Otherwise, it's just favoritism.

Efendim hoş geldiniz.

Welcome, sir.

Geçen hafta da ne kadar iyi şeyler yaptınız değil mi?

You did so many good things last week, didn't you?

Ha bir de bu vardı üzerine.

Oh, and there was this on top of it.

Yani hani biz şimdi Erdoğan çıktığı kanallar ve onların yaptığı canlı yayınları düşünelim.

So let's think about the channels that Erdoğan appears on and the live broadcasts they do.

Çok tuhaf bir şey bence tabii.

I think it's a very strange thing, of course.

Bunun dünya tarihinde yeri olmalı.

This must have a place in world history.

Böyle bir çalışma olmalı mesela.

There should be a study like this, for example.

Medya akademisi.

Media academy.

Ben bunu bekleyen, ciddi çalışılacak bir alan.

I am waiting for this, a serious area to be worked on.

Oradaki o dev ekranlar, oraya yazılanlar, sorulmasın sorular.

Those giant screens over there, what is written on them, let questions not be asked.

Oradaki böyle o hani plastik gülümsemeler falan.

There are those plastic smiles over there, you know.

Hani otosansür dedin ya devin.

You said self-censorship, didn't you, dev?

Hani onun zirvesi ya daha ötesi bir şey olamaz.

You know, it can't be anything beyond its peak.

Otosansürün ötesinde.

Beyond self-censorship.

Onların içinden başka bir insan çıkıyor ya.

Another person is coming out of them.

Cumhurbaşkanı'nın karşısında oturulanlar.

Those who sit in front of the President.

Arkadaş ne oluyoruz ya?

What's happening to us, friend?

Bir kendinizi unuttunuz.

You forgot yourself.

Bir de böyle hani kendi yaşam tarzlarına, kendi özel hayatlarına tercih ettikleri durumlara falan bakıp

Also, looking at their own lifestyles, their personal lives, and the situations they prefer...

sonra başkalarını cumhurbaşkanıyla orada çekiştirme durumu falan.

Then there was the situation of dragging others with the president there or something.

Yani korkunç şeyler yaşanıyor ama.

So terrible things are happening, though.

Şimdi şöyle bir şey yok.

There is no such thing right now.

Türkiye'de çağdaş bir hayat yaşamaya, yavaşlama hevesi insanlar olarak.

As people in Turkey, we have a desire to live a modern life and to slow down.

Bu böyle solun fraksiyonlar.

This is how the left's factions are.

Efendim o kadar Avrupa Birlikçi değiliz.

Sir, we're not that pro-European Union.

Arkadaşlar yani tamam da.

Friends, I mean, okay but.

Yani bu hayat.

So this is life.

Hatta böyle 1700'lerde bunun yazıldığı gibi de akmadık.

In fact, we didn't flow like this even when it was written in the 1700s.

Yani bir şeyler de oldu olmaya da devam ediyor.

So, things happened and continue to happen.

Avrupa Birliği dünyanın en anlamlı kurumu mudur?

Is the European Union the most significant institution in the world?

Geldiğimiz noktada hayır.

At the point we've reached, no.

Ama Avrupa Birliği benim gibi her an o tarafa bu tarafa kaçabilecek bir ülkenin siyasi şeyi tam olarak oturmamış.

But the European Union is not fully settled on the political situation of a country like mine that could escape to either side at any moment.

Yani cumhuriyet felsefesinin tam olarak oturmadığını.

So the philosophy of the republic has not fully settled.

Yani bunun başarılı olduğu taraf çok büyük olabilir ama hala çok başka türlü yerlere kayma olma ihtimali olan bir ülkede.

So the side where this is successful may be very large, but it is still a country where there is a possibility of drifting in many other ways.

Bir siyasi normudur Avrupa Birliği'nin.

It is a political norm of the European Union.

İşte Kopenhag tırnak içerisinde söylüyorum.

Here is Copenhagen, I'm saying this in quotes.

Kriterleri, demokrasi, hukukun üstünlüğü, hesap verebilir bir yönetim falan bütün bunlar da evet.

Yes, the criteria, democracy, rule of law, accountable governance, and so on are all important.

Hani bundan daha iyisi şu anda var mı?

Is there anything better than this right now?

Yani yok gibi.

So it's like it's not there.

E bunu böyle alıp tapınarak değil ama yani bu sürecin Avrupa Birliği'nin sürecinin bu Türkiye'deki demokratik standart açısından bir katkısı olacağına o zaman da inandığım için bunu destekledim.

And I supported it because I believed that this process of the European Union would contribute to the democratic standards in Turkey, not by taking it like this and worshiping it.

Ama bunu desteklediğim için de Avrupa Birliği'nin yediği haltları sansürleyen bir gazetecilik yapmadım.

But I didn't practice journalism that censors the mistakes of the European Union just because I support it.

Peki AB ve Türkiye.

Well, the EU and Turkey.

Peki kendi aralarındaki iletişimde Türkiye'li muhabirlere yönelik tavırları nasıldı?

So, what was their attitude towards Turkish journalists in their communication with each other?

Yani Türkiye'li muhabirleri bu iletişimin bir parçası olarak bir aktörü olarak görüyorlar mıydı?

So did they see Turkish reporters as an actor in this communication as a part of it?

Elbette.

Of course.

Şimdi şunun da mesela ayrıdına varılması lazım.

Now, for example, this also needs to be realized.

Türkiye'den bakıldığında ve Türkiye'de angaje medya diye bir sorunumuz olduğu için.

Because we have a problem of engaged media in Turkey and from the perspective of Turkey.

Şimdi artık bu genel geçerde kabul görme.

Now, it is finally accepted in this general consensus.

Aman Amerikan medyası da bağımsız değil canım.

Oh, the American media isn't independent either, my dear.

Yani peki o haberler nasıl oluyor o zaman?

So how do those news happen then?

Yani tabii ki bir sermaye medyası Amerika'nın da başat medya kuruluşları ama arada o kadar dramatik fark var ki.

Well, of course a capital media is the dominant media organization in America, but there is such a dramatic difference in between.

Yani siz burada mesela şunu ben hep burada Amerikan medyası ile ilgili bana soru sorulduğunu soruyorum.

So, for example, I always ask here when I am asked questions about the American media.

Avrupa Birliği için de aynı şey.

The same goes for the European Union.

Avrupa Birliği için Türkiye'de bir kurumun Brüksel'e insan göndermiş olması ve orada haber önceliği veriyor olması kıymetli bir şeydir.

It is valuable that an institution in Turkey has sent a person to Brussels and is giving priority to news there for the European Union.

Ve de onların iletişim mekanizmaları bunların doğru kullanılması olabildiğince bu hattın açık olması.

And their communication mechanisms are as much as possible the correct use of these so that this line remains open.

Hele de bir aday Avrupa Birliği'nin adayı ülkede.

Especially a candidate in a country that is a candidate for the European Union.

Bu işlerin doğru anlatılması olabildiğince Avrupa Birliği'nin gündem olmasını ister.

It wishes for the correct representation of these issues to be as much on the agenda of the European Union as possible.

Dolayısıyla da tabii ki açık.

Therefore, of course, it is clear.

Açıktır bizim kanallarımız.

Our channels are open.

Açıktı.

It was clear.

Biz de böyle hani gazeteciye bir çok özür dileyerek bu kelimeyi kullanıyorum.

I also use this word while apologizing to the journalist in many ways.

Bazen başka siyasi partilerde görüyorum.

Sometimes I see it in other political parties.

Sadece Adalet Kavya ve bir parya muamelesi.

Just a matter of justice and a treatment like a pariah.

Ya tamam ya işte onları da çağırırız şuraya koyarız falan.

Okay, we'll just call them too and put them here or something.

Hayır.

No.

Dünyanın bu tür önemli merkezlerinde Washington'da Brüksel'de gazeteci çok önemli birisidir.

In such important centers of the world, a journalist in Washington and Brussels is a very important person.

Çok kıymetli birisidir.

He is a very valuable person.

Mesela Washington için söyleyeceğim.

For example, I would say about Washington.

Milyarderlerin olduğu bir dünyadan bahsediyoruz.

We are talking about a world where there are billionaires.

Amerikan siyaseti de parayla yakın teması olan bir siyasettir.

American politics is also a politics closely related to money.

Onun şeyleri de bambaşka.

His/her things are completely different too.

Çünkü o sistemin dinamikleri.

Because those are the dynamics of the system.

Fakat Washington DC'de geçerli olan bir şey vardır.

But there is something that applies in Washington DC.

Bir laf.

A word.

Böyle bir inanış neyse.

Such a belief is what it is.

O New York'taki, Teksas'taki falan milyarderler Washington'da gazeteciden sonra gelir.

Billionaires from New York, Texas, and so on come after journalists in Washington.

Beyaz Saray için.

For the White House.

Beyaz Saray için gazeteci çok Türk de olsa, Pakistanlı da olsa, Amerikalı da olsa kritik birisidir.

A journalist is critical for the White House, whether they are Turkish, Pakistani, or American.

Bunun içerisinde Amerikalı gazeteci onun için tabii ki kendi kamuoyu açısından daha önemlidir ama

Of course, the American journalist is more important for him in terms of his own public opinion, but...

bir Türk gazetecinin de orada olması, gelip onlara soruyor sorması.

A Turkish journalist being there, asking them questions.

O soruların yanıtlanması gerekiyordur.

Those questions need to be answered.

Ama şu.

But this.

Avrupa Birliği ya da Amerika Beşik Devletleri.

European Union or the United States of America.

Şimdi Avrupa Birliği için konuşmayacağım.

I will not talk about the European Union now.

Onlar biraz daha hala benzer bir çizgide.

They are still somewhat on a similar line.

Daha Türk gazetecilere karşı aynı prensiplerle bakıp daha açık olabilirler ama

They may be able to look at Turkish journalists with the same principles and be more open, but

Amerika Beşik Devletleri'nin bakış açısından şöyle bir fark oldu.

There was such a difference from the perspective of the United States of America.

Özellikle bu Erdoğan'ın 2017 sonrası işte S-400'lerin Türkiye'ye gelmesi,

Especially after 2017, this is Erdoğan's issue with the arrival of the S-400s in Turkey.

Putin'le özel ilişkisi, böyle Rusya'ya çok yakınlaşan ve Batı'ya devamlı atar gider yapan,

His special relationship with Putin, which brings him very close to Russia and constantly makes jabs at the West,

ayar veren bambaşka bir Türkiye.

A very different Turkey that sets the rules.

Varmış gibi bu diplomasiyi yürüten birisi olduğu için bir anda hani şunu gözlerimle gördüm ben.

Because there is someone who conducts this diplomacy as if it exists, I suddenly saw this with my own eyes.

Sabah gazetesinin Washington temsilcisi, TRT'nin işte Washington'daki ekibi filan bir anda hükümet ve yani aynen Sputnik'e yapıldığı gibi

The representative of Sabah newspaper in Washington stated that TRT's team in Washington, just like what was done to Sputnik, is suddenly being targeted by the government.

devlet medyası muamelesi görmeye başladı.

It began to receive treatment from state media.

Bu daha önce bu kadar net değildi.

This was not this clear before.

Avrupa Birliği'nde bu var mı?

Is this available in the European Union?

Çok emin değilim.

I'm not very sure.

Avrupa Birliği bunu bu kadar keskin yapmıyordur diye düşünüyorum ama

I don't think the European Union does this so sharply, but...

şunlara ben tanık oldum.

I witnessed those.

2019'a kadar.

Until 2019.

Orada olduğum dönemde.

During the time I was there.

Yani tabii bunu da hak ediyor bu arada.

So of course, they deserve this in the meantime.

Bu arkadaşlar Anadolu Ajansı'nın muhabiri soru sormak yerine siz bu kararınızı Türk mesela şöyle bir soru olmaz.

These friends are reporters from Anadolu Agency; instead of asking questions, you should say your decision in Turkish, for example, this question would not be appropriate.

YPG'ye silah göndermiş.

He has sent weapons to the YPG.

Senin işin mi arkadaşım o?

Is that your job, my friend?

Sen gazetecisin.

You are a journalist.

Senin bu konudaki duyguların habercilik şeyini etkilememeli.

Your feelings on this matter should not affect your journalism.

Nasıl yazdın, nasıl sordun falan.

How did you write, how did you ask, etc.?

Efendim işte bizim Türk halkının duygularını çok rencide ettiniz yalnız diye bir soru.

Sir, you have greatly offended the feelings of our Turkish people, just for asking a question.

Nasıl bir soru ya?

What kind of question is that?

Hilal Kaplan benzer bir soruyu hatırlayacaksın belki.

You might remember that Hilal Kaplan asked a similar question.

Şeyde sordu.

They asked at the thing.

Trump Erdoğan, Erdoğan uçağında götürmüş hanımefendiyi ve orada şeyin karşısında Trump'a bu soruyu.

Trump took the lady on Erdoğan's plane and asked Trump this question in front of that thing.

Ve Trump nasıl sordu bu soruyu?

And how did Trump ask this question?

Şey dostane gazetecilerden birini alalım Sayın Erdoğan dedi.

"Let's take one of those friendly journalists, said Mr. Erdoğan."

Niye bunu dedi?

Why did he/she say that?

Hiç kimse bunu sorguluyor mu?

Is anyone questioning this?

Çünkü belli ki arka planda bizimkiler iletişim başkanı ama efendim bizim gazeteciler şunlardan şunlardan seçelim falan gibi.

Because apparently in the background, our people are the communication heads, but sir, our journalists are saying we should choose from these and those, etc.

Bir telkinde bulundu Amerikan tarafına.

He made a suggestion to the American side.

Bu işler böyle oluyor.

This is how things go.

O soru sormasın.

Don't let him ask that question.

İçeride Kürt gazeteci var mı?

Is there a Kurdish journalist inside?

Ya sos şu soru soruyor.

The sauce is asking this question.

Bunlar mesela.

These are examples.

Beyaz Saray'a gidildiğinde bir basım toplantısı olacaksa arka planda yapılan müzakerelerden biri.

If there is going to be a press conference when going to the White House, it will be one of the negotiations taking place in the background.

Aman o soru sormasın mesela.

God forbid they ask that question, for example.

Yani Hilal Kaplan'a soru sorduruldu ve Trump o soruyu verirken Hilal Kaplan'a bunu ima ederek verdi.

So, Hilal Kaplan was made to ask a question, and Trump implied this to Hilal Kaplan while giving that question.

Ve sen orada aynı şekilde Hilal Kaplan o soruyu nasıl soruyorsa.

And you there, just like Hilal Kaplan is asking that question.

Türk halkını çok rencide ettiniz falan.

You have deeply offended the Turkish people and so on.

Arkadaşlar rencide olmuş muyuzdur?

Have we been offended, friends?

Olabiliriz.

We can be.

Bizim gazeteci olarak tonumuz bu mu olmalıdır?

Should our tone as journalists be like this?

Hayır asla.

No, never.

Ve sen bunu günlük bazda Anadolu Ajansı.

And you do this on a daily basis for Anadolu Agency.

Anadolu Ajansı'nın Washington'daki Brüksel'deki adamlarına böyle yaptırıyorsun ya da kadınlarına.

You make the guys or women in Brussels work like this for Anadolu Agency in Washington.

O sorular Türk hükümetinin çalışanı sanki Dışişleri Bakanlığı'na gitmiş de nota veriyor karşı taraf.

Those questions are like an employee of the Turkish government has gone to the Ministry of Foreign Affairs and is issuing a note to the other side.

Ne oluyoruz ya?

What is happening to us?

Yani işte benim zaten çıldırdığım yerler buralar.

So these are the places where I already go crazy.

Ama bunu ben bu tür hastalıkları şimdi şeyde de görmeye başladım.

But I have started to see this kind of illness now in those as well.

Yani bunu da konuşmamız gerektiğini düşünüyorum Hazal.

So I think we need to talk about this too, Hazal.

Biz çok sıkıntılı bir 10 seneden çıkıyoruz ya da çıkamayacağız.

We are coming out of, or we may not come out of, a very troubled 10 years.

Onu bilmiyorum.

I don't know him/her.

Hani seçimle birlikte ama.

Remember, it will be together with the election.

Biz hep hayatı o taraf iktidar tarafı çok büyük hatalar yaptı.

We always made very big mistakes on the side of power in life.

Ve medyayı dönüştürdü diye konuşuyoruz.

And we are talking about how it transformed the media.

Evet bu doğru.

Yes, that's correct.

Maalesef bu doğru.

Unfortunately, this is true.

Ve buradaki yıkım burada verdikleri zarar çok böyle hani iktidar değişikliğiyle bir günde toparlanabilecek bir şey de değil.

And the destruction here, the damage they have caused is not something that can be recovered in one day just with a change of power.

Ama öbür taraftan da ben şimdiden muhalif ya da işte seçimde muhalif cepheyi destekleyen Millet İttifakı'nı kanallarda çok vahim hatalar yapıldığını görüyorum.

But on the other hand, I already see that there have been very serious mistakes on the channels supporting the opposition or, well, the opposition front in the elections.

Yani bu mesafeyi.

So this distance.

Ya da mesafesizliği.

Or the lack of distance.

Yani zaten bu mesafeyi kaçırdın da o mesafeyi.

So you already missed that distance, let alone this one.

Şimdi Kemal Bey şöyle düşünüyor zaten.

Now Mr. Kemal is already thinking like this.

Kemal Bey herhalde.

It must be Mr. Kemal.

Ve bu politikayı şunu düşünerek öngördü yaptı demekle.

And this policy was predicted and implemented by considering the following.

Kemal Bey şöyle düşünüyor zaten.

Mr. Kemal is thinking like this anyway.

Ya sen Kemal Bey'in beynin içinde misin?

Are you in Mr. Kemal's brain?

Yani Kemal Bey'in yakındaki bir insanla hoş bir dostluğun var ve bunların sohbetini yapıyorsun diye onun sözcüsü mü oldun bir an?

So, did you become his spokesperson for a moment just because you have a nice friendship with someone close to Mr. Kemal and you're having a chat about it?

Yani bunlar çok önemli şeyler.

So these are very important things.

O mesafeyi korumak.

Maintaining that distance.

Şimdi özellikle dış habercilikte şurası çok sıkıntılı.

Now, especially in foreign reporting, this part is very problematic.

Sen de tabii ki bu ülkenin bir yurttaşı olarak bazı konularda mesela benim Amerika Beşiktaş Devletleri'ndeki olayları burada çok doğru okunmuyor.

As a citizen of this country, you too might notice that certain issues, for example, the events in America, are not being interpreted correctly here.

Ama mesela benim Avrupa Birliği'nde.

But for example, I am in the European Union.

Türkiye'li üyelik müzakere askıya alındığında ben Brüksel'deydim.

I was in Brussels when Turkey's membership negotiations were suspended.

Tabii ki delirdim.

Of course, I went crazy.

Tabii ki olacak bir şey değildi.

Of course, it was not something that would happen.

Fransa'nın dayatması, Rum kesiminin dayatması falan gibi politik şeylerin o müzakerelerin arka planında yaşanan şeyleri görürsün.

You can see things happening in the background of those negotiations, such as the pressures from France and the pressures from the Greek side.

Ama kalkıp da bu işler televizyonda duygularla anlatılmaz.

But these things can't be conveyed with emotions on television.

Bunlarla ilgili yazı yazılırken bu şekilde yazılmaz.

It shouldn't be written this way when writing about these topics.

Yani oradaki gazetecilik mesafesi ve soğukkanlının korunması gerektiğini düşünen bir ekollerden geliyorum ben.

So, I come from a school of thought that believes that the distance and calmness of journalism there must be maintained.

Bunun bana doğru bir şey olduğunu kimse anlatamaz.

No one can tell me that this is a right thing to do.

Bunun çok mücadelesini kendimce de verdim.

I have fought very hard for this in my own way.

Ha şimdi ben yorum yazıyorum, analiz yapıyorum falan o başka bir şey.

Well, now I'm writing a comment, doing an analysis, and so on; that's something else.

Ama sahadan muhabirlik yapılırken ve insanlara bir olgu, bir olay, bir mesele anlatılırken bu yapılmaz nokta.

But this is not done when reporting from the field and explaining a fact, an event, or an issue to people.

Peki 2008 yılında NTV'den ayrılıp hürriyette çalışmaya başlıyorsun neden?

So, why did you leave NTV in 2008 to start working at Hürriyet?

Yani zor bir karardı benim için onu söylemem lazım.

So it was a difficult decision for me, I have to say that.

Yayın yönetmenim Cem Aydın, o zaman haber koordinatörü arkadaşım, çok sevdiğim bir insan Mirgün Cabas.

My editor-in-chief Cem Aydın, at that time my news coordinator friend, a person I love very much, Mirgün Cabas.

Ya biraz televizyondan sıkıldım.

I'm a little bored of television.

Biraz da Brüksel'den sıkıldım ve bu kararı aldığımda, NTV'den ayrılma kararını aldığım zaman o zaman da hani biz iki kişiydik Brüksel'de.

I got a bit tired of Brussels too, and when I made this decision, when I decided to leave NTV, back then we were two people in Brussels.

Hala da sevgili Güldener abim gibidir, çok çok severim.

He is still like my dear brother Güldener, I love him very much.

Bana da her zaman çok destek oldu ve çok şey öğretti.

He has always been a great support to me and taught me a lot.

Yurt dışında muhabirlik yapma ve hayata bakış, hayata tutunma, hayatı gazeteciliğin dışında da güzel yaşama.

Working as a correspondent abroad and the perspective on life, holding on to life, living life beautifully outside of journalism.

Hep bu alanlarda çok iyi bir örnektir bence Güldener.

I think Güldener is always a very good example in these areas.

Yani bu insanların hepsi bana ya tamam sıkıldıysan şöyle yapalım, başka bir formül bulalım.

So all these people are telling me, either "Okay, if you're bored, let's do this, let's find another formula."

Yani biraz Brüksel'de sıkılmamın sebebi de demin söylediğim hani müzakerelerin askıya alınması durumuydu.

So the reason I was a bit bored in Brussels was also due to the suspension of the negotiations I mentioned earlier.

Çünkü o zaman NTV, Brüksel'de bir büro açalım ve orada tek başına Güldener'e yetmiyor.

Because at that time NTV, let's open an office in Brussels and it is not enough for Güldener to be alone there.

Cansu'yu da gönderelim, kuvvetli bir büro alalım.

Let's send Cansu as well, and get a strong office.

Hatta bir ara Nevin de gelmişti, Nevin Sungur, üç kişi olmuştuk büroda.

Actually, at one point Nevin had come too, Nevin Sungur, there were three of us in the office.

Bizde şöyle bir duygu vardı, işler o kadar yoğunlaşacak ki biz anca yeteceğiz zaten üç kişiye.

We had a feeling that the workload would get so intense that we would only be able to manage for three people.

Yani yönetimin de böyle bir duygusu vardı.

So the management had such a feeling as well.

Hatta o büronun açılışına Ferit Şahenk ve bütün üst yönetim birlikte gelmişlerdi.

In fact, Ferit Şahenk and the entire upper management had come together for the opening of that office.

Biz bir kafa göstermiştik.

We had shown a head.

Çift olarak biz de Brüksel'e geldik yani biz de Avrupa Birliği sürecinde buradayız diye.

As a couple, we also came to Brussels, so we are here as part of the European Union process too.

Ama işler öyle gitmedi, siyaset öyle gitmedi.

But things didn't go that way, politics didn't go that way.

İşte müzakereler askıya alınınca ve Avrupa Birliği sadece Türkiye için değil,

Here, when the negotiations were put on hold and the European Union was not only for Turkey,

genişleme sürecini ya biraz hızlı gittik, yavaşlayalım, frene basalım diye bakmaya başlayınca

When we start to look at the expansion process and think, let's slow down a bit, let's hit the brakes.

kendi içerisindeki anayasası, entegrasyon filan gibi konulara, sonrasında ekonomik kriz geldi.

The constitution within itself, issues like integration, and then the economic crisis came.

Bütün bunlara yoğunlaşınca Türkiye bir anda böyle hani kimsenin çok ilgilenmediği,

When all of this is concentrated, Turkey suddenly becomes a place that no one really cares about.

çok da işte arada sırada Avrupa Parlamentosu'nu,

sometimes the European Parliament,

Türkiye Karma Parlamento Komisyonu'nda filan kavgaların çıktı.

Fights broke out in the Turkey Mixed Parliamentary Commission.

Ama onun ötesinde çok fazla bir şey yaşanmayan, zaten başlık açılmıyor, kapağım bir yere gitti.

But beyond that, not much happens, the title is not opened anyway, my cover has gone somewhere.

Öyle olunca da ben kendimi biraz atıl hissetmeye başladım.

In that case, I started to feel a bit inactive.

Brüksel bir de zor bir yerdir.

Brussels is also a difficult place.

Hani o zaman ben bekardım ve hani şimdi de bekarım ama hani şeydim yani genç ve yalnız bir kadındım.

Back then, I was single, and now I am still single, but I was a young and lonely woman.

Ya böyle çok coşkulu, neşeli filan hani o yaşları tatlı tatlı yaşayacağım bir yerde değil orası yani.

Well, it’s not a place where I’ll live those years sweetly in a very enthusiastic, joyful way.

Sıkıcı.

Boring.

Biraz gri bir yer.

A slightly gray place.

Sağ olsun Güldener ve sevgili eşi Burcu bana çok destek oldular.

Güldener and his dear wife Burcu have been very supportive of me.

Tabii ki arkadaşlarım oldu falan ama yani böyle.

Of course I had friends and so on, but I mean like this.

Yani hani zaten iş çok heyecan verici değil.

So, you know, the job isn't that exciting anyway.

Bir taraftan sosyal hayat da böyle o yaşlarda olmak isteyeceğim bir yer değil.

On one hand, social life is not a place I would want to be at that age.

Ben döneyim bari.

Let me go back then.

Esas duygu buydu.

The main emotion was that.

Ama o sırada da gerçekten hem Cem Aydın hem Merigün.

But at that moment, both Cem Aydın and Merigün really.

Ya gel İstanbul'da beraber çalışalım.

Come on, let's work together in Istanbul.

Burada bir şeyler yapalım.

Let's do something here.

Televizyona ve MTV'ye devam et diye de çok da uğraştılar haklarını yemeyeyim.

They worked hard to keep me going with television and MTV, I won't deny that.

Ben dedim ki ben televizyondan da sıkıldım.

I said that I got bored of television too.

Hakikaten de televizyonun şu tarafından sıkıldım büyük bir ihtimalle.

I’m definitely bored on this side of the television, probably.

Ve özellikle o Avrupa Birliği zirvelerinde filan bunu çok yaşadım.

And especially at those European Union summits, I experienced this quite a bit.

Şimdi bütün gün hatta belki günlerce bir zirve izliyorsun.

Now you are watching a summit for the whole day, maybe even for days.

Arkada o pazarlık bu bilmem ne koşturuyorsunuz falan.

You’re running around with that bargaining and whatever in the background.

Sonra mesela ana haber bültenine bağlanıyorsunuz.

Then, for example, you connect to the main news bulletin.

Kullandığınız bir ses bir dakika diyor.

A voice you are using says one minute.

Bir dakikan var.

You have one minute.

Evet bir dakikan var.

Yes, you have a minute.

Hani ne bir dakikası ya?

Where is even a minute of it?

Hani aaa ya hem de ana haber bülteni falan.

You know, like the main news bulletin and all.

Ama yo çok doğal.

But yes, very natural.

Yani bu işin de matematiği bu.

So this is the math of this job too.

Onların dediği şey yanlış değil.

What they said is not wrong.

Ama sen kendin o kadar kendini vererek o işi yaşamışsın ki.

But you have lived that job with such dedication yourself.

Onu bir dakikada toparlayabileceğini düşünmüyorsun.

You don't think you can get it together in a minute.

Ve bunun o işe haksızlık olduğunu düşünüyorsun falan gibi.

And you think that's unfair to the job and so on.

Ben böyle şeyler yaşadım.

I have experienced such things.

Bu yanlış.

This is wrong.

Televizyonculuk açısından baktığın zaman yanlış bir duygu.

When viewed from the perspective of television, it's a wrong feeling.

Yani bu.

So this is it.

Bu işin de matematiği bu.

The math of this job is just that.

BBC muhabiri de hala açarsın.

You can still open it as a BBC reporter.

Hadi en baba haber iki dakika yani çıksın.

Come on, the best news is about to come out in two minutes.

Ama ben böyle biraz yazmayı, oralarda dolaşmayı, detaylarda vakit harcamayı ya da ne bileyim işte bir metin çıktığı zaman orada bir bildirge çıkıyor değil mi?

But I kind of enjoy writing like this, wandering around there, spending time on details, or I don’t know, when a text comes out, a declaration comes out there, right?

Avrupa Bilizi.

European Civilization.

Tak tak tak canlı yayına koşup onu okumak yerine o metni mesela bir oturup bir sindirip.

Instead of running to the live broadcast and reading it out loud, for example, it would be better to sit down and digest the text.

Aa şurasında da şöyle bir şey var.

Oh, there’s also something like this here.

Bu ilk bakışta gözükmüyor ama demeyi seven bir gazeteciyim ve o yoldan devam etmek istediğim için.

At first glance, it may not seem like it, but I am a journalist who loves to say so, and that's why I want to continue on that path.

Ama o kadar.

But that's it.

O kadar benim çalıştığım entibi ve o dönem ve bu kararı aldığım zaman 2008.

At that time, the institution I worked at and the period when I made this decision was 2008.

O kadar sevdiğim bir kurumdu ki kolay almadım bu kararı ama aldım.

It was an organization I loved so much that I didn't take this decision lightly, but I made it.

Hürriyette başlıyorsun.

You start in freedom.

Rasim Ozan Kütahyalı 2020 yılında Güneş gazetesindeki köşesinde 2010'ların başında sana yaptıkları bir haksızlıktan bahsediyor.

Rasim Ozan Kütahyalı is talking about an injustice done to you in the early 2010s in his column in the Güneş newspaper in 2020.

Nagi Analçı ile beraber Aydın Doğan'a yaptıkları telkinler üzerine senin yerine paraşüt değinme bir ismin köşe yazarı yapıldığını söylüyor.

Nagi claims that due to the suggestions they made to Aydın Doğan, a columnist was appointed in your place instead of a parachutist.

Gelen tepkilerin ve Nagi Analçı'nın da olayı inkar sonrası geri adım sayılabilecek bir yazı kalemi alıyor sonradan.

The reactions received and Nagi Analcı later takes a step back by writing a piece that could be seen as a denial of the incident.

Ne oldu?

What happened?

Kütahyalı'nın bahsettiği bu olayı senden dinleyebilir miyiz?

Can we hear this event mentioned by Kütahyalı from you?

Bu paraşütle inme olayını.

This parachute landing incident.

Dinleyemezsiniz çünkü bilmiyorum.

You can't listen because I don't know.

Haberim yok neden bahsettiğinden.

I have no idea what you're talking about.

Bence elmalarla armutlar karışmış gibi geliyor bana.

I think apples and pears seem to be mixed up to me.

Bahsettiği insanın evet Hürriyette yazar yapıldığı ve hak etmeden yapıldığı ve Aydın Doğan nezdinde bir takım insanlar devreye girdiği için hak etmeden dememin sebebi yani şimdi ne yapıyor da bilmiyorum o insan.

The reason I say "without deserving" is that the person mentioned was indeed made a writer in Hürriyet, not through merit, but because certain people intervened on behalf of Aydın Doğan. I don't know what that person is doing now.

Galiba postada.

I guess it's in the mail.

Ha öyle mi?

Oh really?

Hiç haberim yok.

I have no idea.

Takip etmedim ama orada o zaman.

I didn't follow, but I was there then.

Hürriyette.

In freedom.

Hürriyette'in dış haberler sayfası, dış politika için bir köşe yazarına bir şey verilmesi bir meseleydi.

The foreign news page of Hürriyet was a matter of giving something to a columnist for foreign policy.

Hak etmediği dediğim ondan yoksa mutlaka bir şeyler hak ediyordur o da hayatında falan.

What I said is that he doesn't deserve it, but he must be deserving of something in his life or so.

Ama burada öyle şeyler olmuş.

But such things have happened here.

Onlar Aydın Doğan'a gitmiş falan.

They've gone to Aydın Doğan or something.

Hiç haberim yok.

I have no idea.

Ha bir de mesela şunu hiç anlamadım o yazıda ben.

Well, for example, I didn't understand this at all in that text.

O yazıyı da bu arada okumadım da.

I also haven't read that writing in the meantime.

Mesela o yazıyı da bana haber vermek.

For example, let that writing inform me as well.

Cansu'cum bu yazıyı gördün mü diye arayan insan.

Cansu, the person who called asking if you saw this writing.

Sedat Ergin'dir mesela.

For example, it's Sedat Ergin.

Ay görmedim valla.

I swear I haven't seen the moon.

Sonradan tabii sosyal medyadan çok fazla etkileşim olduğu için fark ettim.

Later, of course, I noticed because there was a lot of interaction on social media.

Yani hani şunu da anlamadım.

So, I didn't understand this either.

Onlar karı koca neler oluyor?

What is happening with the couple?

Ya da neden mesela kendi arkadaşlarının yazar yapılmasını isterken konu bana gelmiş.

Or why, for example, when you want your own friends to be made writers, it has come to me.

Hani niye biz ikimiz aynı cümle içerisinde kullanıyoruz?

Why do we use both of us in the same sentence?

Ne alaka?

What's the connection?

Hani bir de şöyle bir şey var.

There’s also something like this.

Geriye dönük olarak bakıldığı vakit.

When looking back retrospectively.

Hani şimdi o zaman o yazı çıktığında ben artık hani Hürriyet'in Washington temsilciliğini de yapmış.

You know, by the time that piece was published, I had already served as the Washington representative of Hürriyet.

Sonra oradan kendi isteğiyle istifa etmiş.

Then he/she resigned voluntarily from there.

Dönmüş gazete duvarda yöneticilik yapan birisiyim.

I am someone who has turned into a newspaper and is managing on the wall.

Şimdi bu yazıyı mesela Aydın Doğan okuduysa.

Now, for example, if Aydın Doğan has read this writing.

Böyle sever Aydın Bey böyle.

That’s how Mr. Aydın loves, like this.

Hani ayrıca Nagihan'ı da severdi en azından benim bildiğim.

He also loved Nagihan, at least as far as I know.

Hani belki şey.

You know, maybe...

Hani adamın da şöyle deme bir lüksü var.

The man has the luxury to say something like that.

Neden bahsediyorsunuz?

What are you talking about?

Kadını biz yazı işleri müdürü yaptık.

We made her the editor-in-chief.

Röportaj köşesi oldu.

It has become an interview corner.

Sonra ben Washington temsilcisi yaptım.

Then I became the representative in Washington.

Yani daha ne yapsaydım ki?

So what more could I have done?

Hani onun yolunu siz kestiniz de ben buna yol ver...

You blocked his way, so let me give him a way...

Hani o yüzden o bağlamı o yazıdaki bağlamı ben bir türlü kuramadım.

That's why I couldn't establish that context in that writing at all.

Orada şöyle bir şey mi vardı da bu benim sahip olduğum bir bilgi değil.

Was there something like that there that I don't have knowledge of?

Yani orada sanki o dış politika köşesi bana verilecekti de onlar bana verilmesin diye.

So it was as if that foreign policy corner was going to be given to me, and they didn't want it to be given to me.

Mesela ben bunu bilmiyorum böyle bir şey oldu mu?

For example, I don't know if something like this happened?

Ama bana şunu...

But tell me this...

O dersen sana hürriyette hak ettiğin gibi davranılmadı mı diye sorarsan...

If you ask me if you were treated as you deserved in freedom...

...ben hiç öyle görmüyorum kariyerime baktığım zaman.

...I don't see it that way when I look at my career.

Hürriyetin Washington temsilciliğinin için sayarsınız.

You would count it as the Washington representative of Hürriyet.

Bir tanesi senin de burada şeyin oldu, konun oldu.

One of them was your issue here too.

Hani böyle geriye dönük olarak baktığınızda sayılı insandır bu.

When you look back, there are only a few people like this.

Hani bu kurumda her şeye rağmen beni oraya uygun gördüyse ve gönderdiyse falan...

If this institution deemed me suitable for it and sent me there despite everything...

...benim yolum kesildi, önüm kesildi çünkü birileri bana tuzak kurmuş falan diye...

...my path was blocked, my way was obstructed because someone had set a trap for me or something...

...bakacak bir kariyer yolculuğu mu olmadı benim?

...didn't I have a career journey to look forward to?

Ama arka planda birileri bir şeyler konuşmuştur.

But in the background, someone must have talked about something.

O olmuştur, bu olmuştur.

It has happened, this has happened.

Çok da önemsemiyorum, hiç umurumda bile değil yani.

I don't really care, it's not important to me at all.

Ve çok gereksiz de bir yazıydı.

And it was a very unnecessary piece of writing.

Çünkü şu yüzden çok gereksiz buldum.

Because I found it unnecessary for this reason.

Ya ben Adalet Ağı Olduğu'nun ölümüyle ilgili bir yazı yazmışım.

I must have written an article about the death of the Justice Network.

Aslında beni övüyorsun falan, beğenmişsin yazımı neyse.

Actually, you are praising me or something, you liked my writing anyway.

Sonra da alıyorsun konuyu çok fantastik, bambaşka bir yere bak.

Then you take the topic in a very fantastic, completely different direction.

Ne gerek var?

What is the need?

Kendinize verebileceğiniz en cesur hediye...

The boldest gift you can give yourself...

...iç dünyanızı güvenli bir alanda yargılanmadan keşfedeceğiniz bir yolculuktur.

...it is a journey where you will explore your inner world without judgment in a safe space.

Hayvel uzman klinik psikologlarının eşliğinde bu yolculuğa çıkarken...

As you embark on this journey accompanied by Hayvel's expert clinical psychologists...

...pod10 kodunu kullanarak...

...using the pod10 code...

...tüm seans paketlerinde %10 indirimden yararlanabilirsiniz.

You can take advantage of a 10% discount on all session packages.

Hayvel ile başka bir hayat mümkün.

Another life is possible with Hayvel.

Bir de böyle Twitter'da etiketlemeler de var.

There are also tags like this on Twitter.

Tabii tabii, oluyor tabii.

Of course, of course, it happens of course.

Etiketlemeler, üzerine orada gıybet döndürmeler.

Labels, the gossiping about it there.

Onun karısı ona oradan cevap veriyor falan.

His wife is replying to him from there and so on.

Aa, yani siz evde konuşmuyor musunuz?

Oh, so you don't talk at home?

Nasıl bir ilişki var mesela orada?

What kind of relationship is there, for example, over there?

Neden böyle hani bu tür meseleler, kamusal bir mesele olmak zorunda?

Why do these kinds of issues have to be public matters?

Kimin umurunda ya Cansu'nun öyle mi olmuş, böyle olmuş?

Who cares if Cansu has been like this or like that?

Bu ülkenin bu kadar derdi, meselesi...

This country has so many troubles and issues...

...haber yapılması gereken konusu varken...

...while there are topics that need to be reported on...

...hani bu dedikoduculuk tarafını da hiç anlamıyorum.

...I really don’t understand this gossiping side at all.

Hiçbir zaman oralarda bir tip olmadım, onu da anlamadım.

I was never that kind of person over there, I didn't understand that either.

Yani belki ona sorman lazım.

So maybe you need to ask him.

Buradan aslında Rasim Ozan Kütahyalı'nın bir ifadesine zıplamak istiyorum.

I actually want to jump off from a statement made by Rasim Ozan Kütahyalı.

Senin sinir krizi geçirdiğini ifade ediyor.

It indicates that you are having a nervous breakdown.

Böyle bir iddia ortaya attığı kişi eğer erkek olsaydı...

If the person who made such a claim were a man...

...büyük ihtimalle sinir krizi ifadesini kullanmazdı diye düşünüyorum.

I think they probably wouldn't use the expression "nervous breakdown."

Hani öyle olur ya, kadınlar sinir krizi geçirir, erkekler öfkelenir...

You know how it is, women have a nervous breakdown, men get angry...

...kadınlar histeriktir, erkekler agresif falan filan.

...women are hysterical, men are aggressive and so on.

Yıllar içerisinde medyada...

Over the years in the media...

...maruz kaldığın cinsiyetçilikten bahsetmem mümkün mü?

"Is it possible for me to talk about the sexism you have been exposed to?"

Yani böyle spesifik olaylar geliyor mu aklına?

So, do specific events like this come to your mind?

Senin için bu yolculukta kadın olmak nasıldı?

What was it like to be a woman on this journey for you?

Yani bunun...

So, this...

Bu konuya Rasim'den gelinmesi biraz enteresan oldu.

It was a bit interesting for Rasim to come up with this topic.

Ya şöyle, evet sinir krizi...

Well, yes, a nervous breakdown...

Ha öyle mi diyordu? Bak bak o kadar önemsememişim ki yazıyı.

Oh, is that what they were saying? Look, I didn't even pay that much attention to the text.

Ya ben şöyle olduğunu düşünüyorum.

Well, I think it is like this.

Birileri uydurmuş yani, senaryo yazmışlar ya da kendisi uydurmuş.

Someone has made it up, either they wrote a script or he/she made it up himself/herself.

Niye sinir krizi gibi? Bana ne ya?

Why are you acting like it's a nervous breakdown? What do I care?

Ha şu var, o bahsettikleri kişiyle ben arkadaştım...

Oh, there's this: I was friends with the person they mentioned...

...ve o arkadaşımız tamamen yazarlıktan, gazetecilikten filan bağımsız.

...and that friend of ours is completely independent from writing, journalism, and the like.

O kişinin karakter yoksunluğu ve bir arkadaşlık ilişkisinde...

The person's lack of character and in a friendship relationship...

...yapılmaması gereken şeyler yaptığı için arkadaşlığımı bitirdim.

I ended my friendship because they did things that shouldn't have been done.

Dolayısıyla o kişi gidip Rasim'e ve hanımına şey diye konuşmuş olabilir.

Therefore, that person may have gone and talked to Rasim and his wife like that.

Ay sinir krizi geçirdi, bak ben yazar oldum, hürriyette bana böyle davrandı...

The moon had a nervous breakdown, look I became a writer, Hürriyet treated me like this...

...filen gibi şeyler söylemiş olabilir, onu bilemem.

...he may have said things like that, I can't know.

Belki bu yorumu o da o yüzden yapıyordur.

Maybe that's why he's making this comment too.

Ama bu komik bir şey yani, cevap bile verilmeyecek bir şey.

But this is a funny thing, I mean, it's something that won't even get a response.

Ama şimdi bu cinsiyetçi tonu tabii sinir krizi geçirdi.

But now this sexist tone, of course, had a nervous breakdown.

Saçını başını yoldu kadın. Evet bu söylem.

The woman tore her hair out. Yes, this is the discourse.

Yani olacak bir şey değil tabii.

So it's not something that will happen, of course.

Şöyle, evet oldu.

Yes, it happened like this.

Şimdi orada, nasıl söyleyeyim, DNA'sında var ya...

Right now there, how should I put it, it's in their DNA...

...Türkiye'deki gazetecilik dünyasının...

...the world of journalism in Turkey...

...o erkek ve o tuhaf ve sana...

...that man and that strange one and to you...

...ya şu bile var mesela, ben oraya geleyim.

...for example, there's even that, let me come there.

Hani sinir krizi geçirmeler, işte bana yönelik söylemler filan.

You know, the nervous breakdowns, the remarks directed at me and so on.

Ya biz dediğim gibi 2012'de işte hürriyetin bir dijital dönüşümü var.

Well, as I mentioned, there is a digital transformation of freedom in 2012.

Ve genç ve farklı ve hani daha az temsil edilen seslerin...

And young and different and you know, less represented voices...

...gazetenin yönetimine dahil edilme çabası var.

There is an effort to be included in the management of the newspaper.

Bu aslında çıkış noktası olarak iyi bir çaba.

This is actually a good effort as a starting point.

Ve sonrasında bize deniyor ki işte...

And then we are told that...

...o zaman yani...

...so then I mean...

...çok yakın arkadaşım, sevgili Melis Alpanda...

...my very close friend, dear Melis Alpanda...

...gazetenin ekinde, Kelebek'te yazıyordu.

...it was written in the supplement of the newspaper, in Kelebek.

O da ana gazeteye taşındı, köşesi filan.

He also moved to the main newspaper, with his column and all.

Hani üçünüz, ben, Melis ve Banu Tuna.

Where are the three of you, me, Melis, and Banu Tuna?

Banu da işte...

Banu is also here...

...hafta sonu eklerinde editörde.

...in the editor at the weekend supplements.

O da benim gibi yazı işleri müdürü sıfatı aldı.

He also received the title of chief of writing affairs like me.

Ve biz buraya taşındığımız vakit...

And when we moved here...

...dediler ki Ayşe Arman...

...they said that Ayşe Arman...

...sizinle bir röportaj yapsın ve biz bunu şey yapalım...

...let him/her do an interview with you and let's do this thing...

...lans edelim. Çok da önemsemedim.

...let's announce. I didn't take it too seriously.

Ama sonrasında işin geldiği yer ve o röportaj çıktıktan sonra...

But then the place where the job went and after that interview came out...

...şimdi bizim fotoğrafımız...

...now our photo...

...şimdi o Ayşe'nin üslubu ve onun içerisine girmiş olmak falan.

...now it's about being in the style of that Ayşe and all that.

Sonra böyle mesela işte...

Then, for example...

...yani Mutlu mesela bir yazı yazmıştı işte.

...so Mutlu had written a text, you see.

Bunlar da bacaklarını açmışlar, fotoğraf çektirmiş falan.

They've also spread their legs and taken photos, etc.

Hani ben o fotoğrafa baktığım zaman...

When I look at that photo...

...ben zaten öyle fırapan giyinen birisi değilim.

...I'm not really someone who dresses flashy like that.

Öyle normal üzerimde de siyah bir elbise var.

I’m just wearing a normal black dress.

Yani şimdi Ayşe tabii fotoğraf kurgulayan...

So now Ayşe is obviously someone who edits photos...

...ve fotoğraf kurgusu üzerinden röportajlarını anlamlandıran...

...and interpreting their interviews through the photo composition...

...ve oradan kariyer yapmış bir insan.

...and a person who has built a career from there.

Ama sonuçta günün sonunda...

But in the end, at the end of the day...

...gazetenin bunu lanse etme şekli...

...the way the newspaper presents this...

...beni rahatsız etti mesela.

...for example, it bothered me.

Bitirnek olmak demiştin.

You said you wanted to finish.

Evet.

Yes.

O oydu. Aynı şey değil mi?

That was him. Isn’t it the same thing?

Evet, evet. Yani bu böyle hani...

Yes, yes. I mean, it's like this...

...biraz o şey gibi geliyor bana.

...it feels a bit like that to me.

Hani böyle gerçek değil.

It's like it's not real.

Hani vitrinde bu görünsün.

Let it be seen in the window.

Ama bunlar vitrinde göründükleri kadar...

But they are not as they appear in the display...

...içeride dikkate alınmasalardı...

...if they were not taken into account inside...

...önemsenmeselerdi, sesleri duyulmasa da...

...if they weren't taken seriously, even if their voices weren't heard...

...olur gibi bir durum oldu orada.

It was a situation that seemed to happen there.

Dolayısıyla orada o vitrindeki durumumuz...

Therefore, our situation in that window...

...yani bunlar geldiler ve gerçekten sesleri çıkıyor...

...so they came and they really make noise...

...ve haber yapım sürecinde çok etkileri var...

...and they have a significant impact on the news production process...

...durumu gerçekten yaşanmış olsaydı...

...if the situation had really happened...

...kendimi kötü hissetmezdim.

...I wouldn't feel bad.

Ama gerçekten yaşanmadı.

But it really didn't happen.

Ve çok kısa bir süre içerisinde de bunun...

And in a very short time, this...

...sadece vitrine yönelik bir hamle olduğunu...

...it is merely a move aimed at the showcase...

...algıladım bunun bir parçası olmaktan.

...I perceived this as being a part of it.

Hiç hoşlanmamaya başladım.

I have started to not like it at all.

Yazı işleri masasındaki manşet toplantılarında...

In the headline meetings at the editorial desk...

...yapılan yorumlardan...

...from the comments made...

...bize gün içerisinde hadi bir çay börek getirin...

...bring us some tea and pastries during the day...

...falan bağınıyla ikimizin yapılan...

...the connection made between us...

...kendilerince esprilerden falan...

...jokes and stuff according to them...

...son derece rahatsızlık duydum.

I felt extremely uncomfortable.

Daha da ötesinde politik duruşum...

Beyond that, my political stance...

...ve de önemsediğim konular üzerinden...

...and also on the topics that I care about...

...yine kadınlığı da hedef alan...

...again targeting femininity...

...şeylerin yapılması.

...the doing of things.

İşte bir takım kadın siyaset...

Here is a group of women politicians...

...setçiler üzerinden o masada yapılan şakalar...

...the jokes made at that table over the setters...

...yani şaka derken kendilerince şakalar...

...I mean, when they say jokes, they mean their own kinds of jokes...

...yine diyeyim falan. Beni gerçekten...

...let me say again or something. It really bothers me...

...çok çok rahatsız etti. Ve zaten...

...really bothered me. And already...

...ben bir sene içerisinde o masada...

...I sat at that table for a year...

...yazı işleri müdürlüğü fonksiyonunu...

...the function of the writing affairs directorate...

...göstermemeye başladım.

...I started to stop showing.

Yani Enis Berberoğlu'nun böyle son dönemleriydi.

So these were the final days of Enis Berberoğlu.

Sonra o bir anda istifa etti gitti.

Then he suddenly resigned and left.

Biliyordu benim bu konudaki rahatsızlığımı.

He knew about my discomfort regarding this matter.

Sonrasında da böyle Sedat Ergin...

Afterwards, there's also Sedat Ergin like this...

...yayın yönetmeni olana kadar kısa bir dönem...

...a short period until becoming the editor-in-chief...

...yaşandı. Vuslat Hanım...

...happened. Ms. Vuslat...

...hani böyle bir defakto idare durumundaydı...

...you know, it was in such a state of de facto administration...

...ve ben Vuslat Hanım'dan bir randevu alıp...

...and I will make an appointment with Ms. Vuslat...

...gidip dedim ki yani masaya arada sırada...

...I went and said that I mean sometimes to the table...

...gelip bakıyorsunuz şimdi. Hani bu ara dönem...

...you are coming and looking now. What about this interim period...

...yeni yayın yönetmeni olmadığı için.

...because there is not a new editor-in-chief.

Ve büyük bir ihtimalle beni görmüyorsunuz. Çünkü o zaman...

And most likely you can't see me. Because at that time...

...böyle büyük bir masamız vardı ve...

...we had such a large table and...

...işte orası demokratik...

...that’s where it is democratic...

...büyük bir açılım. Herkes o masada oturacak.

...a big breakthrough. Everyone will sit at that table.

Bütün yazı işleri müdürleri, açık toplantılar...

All the heads of writing departments, open meetings...

...falan. Hala da öyle olabilir bilmiyorum.

...and so on. I still don’t know if it could be like that.

Masada beni görmüyorsunuz büyük bir ihtimalle.

You probably don't see me at the table.

Oradan gelip geçerken.

Passing by from there.

Aa bu kadın bizim yazı işleri...

Oh, this woman is from our editorial department...

...müdürlerimizden biri değil mi? Neden burada...

...isn't he one of our managers? Why is he here...

...mesai yapmıyor diye merak ederseniz...

...if you're wondering why he's not working overtime...

...bunun sebebini Enis Berberoğlu biliyordu...

...the reason for this was known by Enis Berberoğlu...

...ama o gitti. Hani şimdi siz beni görmüyorsunuz.

...but he/she left. You know, now you can't see me.

Ben çok zamanlı olduğunu düşünüyorum.

I think it is very timely.

Lütfen bu sıfatı da benden alın.

Please take this title from me as well.

Çünkü ben bunu istemiyorum.

Because I don't want this.

Çok mutlu olmadım. Bir katkımın olduğunu...

I wasn't very happy. That I had a contribution...

...düşünmüyorum. Jüriyetin birinci sayfasına...

...I am not thinking. To the first page of the jury...

...ya da içerideki. Yani ben...

...or the one inside. I mean, I...

...yazar olarak kendi röportajlarımı yaparak...

...by conducting my own interviews as a writer...

...hayatıma devam edeyim ama yazı işleri...

...let me continue with my life but the writing department...

...meselesi olmadı. Burada böyle...

...wasn't an issue. It's like this here...

...böyle böyle bir bakış var.

There is such a look like this.

Ve bunun en büyük sorumlusu da sizsiniz.

And the biggest responsibility for this lies with you.

Çünkü bizi Banu'yla ikimizi...

Because it's both Banu and me...

...yazı işleri masasına koyarken...

...while placing it on the writing desk...

...bizim özlük haklarımızı, maaşımızı...

...our personal rights, our salary...

...falan da bu adamlarla eşitlemediniz.

...you didn't equate them with these guys, etc.

O adamlar da bize...

Those guys also...

...her zaman şöyle baktılar. E bunlar zaten...

...they always looked at it this way. Well, these are already...

...Fasulye'den yazı işleri müdürü oldu.

...He became the editor-in-chief from Fasulye.

Vitrin için bunları yaptılar.

They made these for the display window.

Eşit statüde değiliz. Onların...

We are not on equal status. Their...

...altlarında şoförlü arabaları yok. Eve takım...

...they don't have chauffeur-driven cars under them. The team is home...

...gazete gitmiyor. Bizim haklarımızın...

...the newspaper is not going. Our rights...

...hiçbirisi yok. Biz buranın asıl sahipleriyiz.

...none of them are here. We are the real owners of this place.

Bu çocuklar da işte...

These children too...

...hani dışarıdan tatlı görünsün diye...

...to make it look sweet from the outside...

...geldiler. Dolayısıyla biz bunların...

...they came. Therefore, we are...

...bir haber tartışırken fikirlerini...

...while discussing a news item, their opinions...

...o kadar da dikkate almazsak...

...if we don't take it too seriously...

...çok da önemli değil. Böyle bir şey yaşandı.

...it's not that important. Such a thing happened.

Siz bizi aslında eşitleyerek...

You actually equalize us by...

...o masaya oturtsaydınız...

...if you had seated him at that table...

...ama işte Cansu'cum biliyorsun...

...but you know, Cansu dear...

...şey var işte bu hiyerarşi var...

...there is this hierarchy...

...deneyim var. Kırk senelik bir insanla...

...I have experience. With a forty-year-old person...

...senin maaşın bir olur mu?

...does your salary get equal?

Olmak zorunda. Üzgünüm.

It has to be. I'm sorry.

O zaman aynı sıfatla bizi oraya oturtmayın.

Then don't seat us there with the same label.

Yani dolayısıyla aslında...

So therefore, actually...

...birbirini besleyen şeyler bunlar.

...these are things that nourish each other.

Çok iyi niyetli bir şekilde yapılmış...

It has been done with very good intentions...

...ve Vusat Hanım da kadın meselesine önem veren...

...and Mrs. Vusat also cares about women's issues...

...birisidir. Hakikaten sonuç almak...

...someone. Indeed, getting results...

...için yaptığına da eminim. Yapmak istediğiniz...

...I am sure of what he/she did for... What you want to do...

...ne? Ama siz bunu...

...what? But you this...

...bütün taraflarıyla planlayıp...

...planning with all parties involved...

...ve de açıkta kalan bir tarafı olmadan...

...and without having an exposed side...

...yapsaydınız...

...if you had done it...

...ben gerçekten kendimi eşit hissetseydim...

...if I really felt equal...

...o masadakilerle...

...with those at the table...

...o zaman oradan kalkmak yerine...

...then instead of getting up from there...

...çata çat çata çat bunun mücadelesini...

...bang bang bang, the struggle for this...

...vermenin bir anlamı olduğuna inanırdım.

I used to believe that there was a meaning in giving.

İnanmadım. Çok çok iyi anladım.

I didn't believe it. I understood it very well.

2017 yılına geçiyorum. Tansur'dan...

I am moving on to the year 2017. From Tansur...

...konuşuruz demiştik. 2017'nin...

...we said we would talk. In 2017...

...şubat ayında Orhan Pamuk'la yaptığım...

...the interview I had with Orhan Pamuk in February...

...Orhan Pamuk'un referandumda hayır diyeceğini...

...that Orhan Pamuk will vote no in the referendum...

...açıkladığı söyleşi hürriyette yenilenmiyor.

The interview in which he explained is not being renewed in freedom.

Aynı dönem Kanade'de haber spikerliği yapan...

During the same period, the news anchoring in Canada...

...İrfan Değirmenci de referandumda hayır...

...Irfan Değirmenci also says no in the referendum...

...diyeceğini açıklamış ve işinde ne olmuştu?

What had he explained he would say, and what had happened in his work?

Bu sansürden senin nasıl haberin olduğu...

How you found out about this censorship...

...sayfan yayına girmeyince mi söyleşinin sansürlendiğini...

"...was it not said that the interview was censored until the page went live..."

...anladın yoksa öncesinde haberin var mıydı?

...did you understand, or did you have prior knowledge?

Orhan Pamuk söyleşisi.

Orhan Pamuk interview.

Çok iyi biliyorum.

I know very well.

Bakıyor.

He/She is looking.

Tabii ki haberim vardı. Yani daha doğrusu şöyle...

Of course, I was aware. I mean, to be more precise...

...tabii ki haberim vardı'dan...

...of course I was aware.

...çok daha derin bir hikaye bu.

...this is a much deeper story.

Orada aslında bizim...

Actually, there we...

...çok yakın arkadaşım ve sevgili meslektaşım...

...my close friend and dear colleague...

...Şınaroska'yla bir...

...with Shinaroska...

...gerilla yani korsan bildiri...

...guerrilla, that is, pirate announcement...

...girişimimizdir o bizim. O da şöyle...

...that is our initiative. It goes like this...

...galiba ilk defa bunu anlatacağım.

...I guess this is the first time I'm going to tell this.

Kitabıma saklıyordum ama biraz anlatayım.

I was keeping it in my book, but let me explain it a bit.

Yani evet benim Washington...

So yes, my Washington...

...temsilcisi atandığımdan sonraki bir süreç...

...the process after I was appointed as a representative...

...ve mesela hayatımda...

...and for example in my life...

...en çok zorlandığım konulardan bir tanesi bu.

...one of the topics I struggle with the most is this.

Çünkü çok çok sevdiğim...

Because I love very much...

...pek çok alanda çok saygı duyduğum...

...in many fields that I have a great respect for...

...ve bu söyleşinin başında da...

...and at the beginning of this interview as well...

...seninle konuşurken ismini...

...while talking to you, your name...

...başka türlü zikrettiğim Sedat Ergin...

...the Sedat Ergin whom I mentioned differently...

...yen yönetmeni ve Sedat abiyle...

...the new director and brother Sedat...

...insan olarak...

...as a human...

...ne kadar şahane bir ilişkim varsa...

...how wonderful a relationship I have...

...galiba yani yöneticim olarak da...

...I guess as my manager as well...

...o kadar zor bir ilişkimiz oldu ve...

...we had such a difficult relationship and...

...belki de en çok kızdığım ve sinirlendiğim...

...maybe the times I got the most angry and upset...

...ve gıcık olduğum ve beni delirten...

...and the one who annoys me and drives me crazy...

...yönetici de o olmuştur.

...the manager has also been him.

Yani bunu kendisiyle de konuşmadığım için...

So, I haven't talked to him/her about this either...

...burada ne kadar konuşmam...

...how much I should talk here...

...gerektiğini bilmiyorum. Ama insan olarak...

I don't know what is necessary. But as a human...

...gerçekten çok sevdiğim, benim için çok özel ve önemli birisi...

...someone I truly love and who is very special and important to me...

...ve eskisi kadar sık görüşemiyoruz ama devamlı...

...and we can't see each other as often as before, but we constantly...

...telefonlaşırız ve her adımda...

...we'll call each other and at every step...

...yorumların desteğini benden esirgemez...

...will not withhold their support from me...

...bugünde. O yüzden hani bunu anlatmak...

...today as well. That's why, you know, explaining this...

...benim için çok zor bir alan. O yüzden...

...it is a very difficult field for me. That's why...

...zorlanıyorum zaten. Girecek miyiz dememin...

...I'm already struggling. The reason I asked if we would go in...

...sebebi de o. Yani burada hiç patron öyle...

...the reason is that. I mean, there is no boss like that here...

...yapmış falan. Buralardan işte Aydın Doğan...

...has done something or other. Here, Aydın Doğan...

...Mustat Hanım sonuçta nihayetinde onlar...

...Ms. Mustat, after all, they are...

...patrondur. Eleştiririm de. Bizim hayata...

...is the boss. I criticize too. Our life...

...başka türlü bakmamız çok normal. Fakat...

...it's very normal for us to look at it differently. However...

...Seda Tergin yani yayın yönetmenim de...

...Seda Tergin, my editor-in-chief, also...

...evet yöneticim de ama aynı zamanda da bir dost olarak...

...yes, as my manager but also as a friend...

...bir abi olarak çok sevdiğim ve önemsediğim...

...a brother whom I love and care about very much...

...birisi. Pek çok konuda aynı fikirde değiliz...

...someone. We don't agree on many issues...

...siyaseten de ama...

...politically too, but...

...çok saygıdeğer de ve sevgi dolu da...

...very respectable and full of love...

...bir ilişkimiz var. O yüzden çok zorlanıyorum...

...we have a relationship. That's why I am struggling a lot...

...bu konuyu anlatırken. Çünkü maalesef o sırada...

...while explaining this issue. Because unfortunately at that time...

...o da hayatında hiç tercih etmediği bir şey...

...it is something he has never chosen in his life...

...ama yayın yönetmeni oydu. Dolayısıyla...

...but he was the editor-in-chief. Therefore...

...ben bu çatışmayı onunla yaşamak zorunda kaldım.

I had to experience this conflict with him.

Ama o da dikey bir karar aşaması...

But that is also a vertical decision phase...

...içerisinde bu kararları uygulamak...

...to implement these decisions...

...zorunda olduğu bir aşamadaydı. O çatışmanın...

...was at a stage it was obliged to. That conflict...

...yüzü de benim açımdan o oldu maalesef.

...his face also became that for me, unfortunately.

Dolayısıyla hani şöyle ben...

Therefore, I mean...

...hürriyetlik yüz yüze röportajlarını...

...freedom face-to-face interviews...

...bitirmemiştim. Henüz Washington'a atanmıştım.

I hadn't finished. I had just been assigned to Washington.

Trump'ın yemin törenini izleyip...

...watching Trump's inauguration ceremony...

...dönmüştüm. İşte evi topluyordum.

I had returned. I was tidying up the house.

Onun taşınma süreci vardı ve artık...

He had a moving process and now...

...yüz yüze röportajlarını sonlandırdığımızı...

...that we have concluded the face-to-face interviews...

...bu görevlendirmeden dolayı...

...due to this assignment...

...ilan etmek istiyordum. O sırada da...

I wanted to announce... At that moment...

...çok uzun süre sohbetlerimiz olan...

...that we have had conversations for a very long time...

...ve biz o sırada neredeyse arkadaş olduk.

...and we almost became friends during that time.

Bana sana röportaj vermem çünkü sen çok siyasi...

I can't give you an interview because you are very political...

...röportajlar yapıyorsun diyen...

...saying that you are conducting interviews...

...Orhan Pamuk. Hadi gel artık senle bir...

...Orhan Pamuk. Come on, let's have a...

...yani dört senelik bir muhabbetin ardından...

...after four years of a relationship...

...gel sana bir röportaj vereceğim dedi.

"...come, I will give you an interview," he said.

Tabii ki onun gel sana bir röportaj...

Of course, let him come and give you an interview...

...vereceğim demesi şu anlamı taşıyordu.

...saying I will give it meant this.

O güne kadar ben siyasi röportaj...

Until that day, I had political interviews...

...yapmak istemiyorum diyen Orhan Pamuk...

...Orhan Pamuk who says I don't want to do...

...eğer Şubat 2017'de...

...if in February 2017...

...gel sana bir röportaj vereyim canım...

...come, let me give you an interview, my dear...

...diyorsa o artık ben siyaset konuşacağım...

...if he says that, then I will talk politics...

...demek anlamına geliyordu ve bu benim için...

...meant that and this was for me...

...tabii ki heyecan verici bir şeydi...

...of course it was an exciting thing...

...bir röportajcı olarak. Fakat ben bunu...

...as an interviewer. But I...

...Sedat abi bak hadi yüz yüzelerin...

...Sedat brother, come on show your face...

...finalini Orhan Pamuk'la yapalım...

Let's do the finale with Orhan Pamuk...

...dediğimde o surat ifadesini hiç unutmuyorum.

I never forget that facial expression when I said that.

Hı yani ne konuşacakmış...

Oh, so what was he going to talk about...

...gibi bir şey söyledim ona ve ben...

I told him something like that and I...

...canım öyle bir şey sorulur mu yani...

...my dear, is that something you would actually ask...?

...Türkiye'nin tek Nobel ödüllü adamı bu yani...

...This is Turkey's only Nobel Prize-winning man...

...ayrıca yetmez ama evetçiliği var...

...it also has a "yes but not enough" aspect...

...o suvar bu suvar falan. Hı filan dedi...

...that rider, this rider, etc. He said something like that...

...sonra ya istersen o yüz yüzelerin...

...later, if you want, those faces of yours...

...finalini öyle yapmayalım da...

...let's not make the final like that...

...hafta sonu Ekin'de Çınar yayınlasın...

...let Çınar publish at Ekin this weekend...

...pazar günü bu söyleşiyi, kültür sanat filan...

...this interview on Sunday, culture art and so on...

...daha uygun değil mi dedi. E tamam...

"...isn't it more suitable?" said. Alright...

...dedim yani benim için. Hani biraz tuhaf geldim ama...

...I said, I mean for me. I found it a bit strange but...

...okey. Çınar da zaten...

...okay. Çınar already...

...kendisi Orhan Pamuk'la çok fazla...

...he/she has a lot to do with Orhan Pamuk...

...edebiyat, işte hayat falan...

...literature, you know, life and stuff...

...kültür sohbeti yapmış ve bunları yayınlamış...

...had a cultural conversation and published these...

...bir insan olarak çok da sever Orhan Pamuk.

...as a person, Orhan Pamuk loves very much.

Aa şahane olur dedi. Dedim ki ya Çınar'a...

"Ah, that would be wonderful," she said. I replied, "What about Çınar..."

...yandı bu başka bir şey anladım...

...it burned, I understood this is something else...

...kadarıyla. Orhan buna hazırlanıyor.

...up to that point. Orhan is preparing for this.

Daha iyi değil mi...

Isn't it better...

...dedi Çınar falan.

"...said Çınar, and so on."

Neyse biz bu röportajı işte...

Anyway, we are doing this interview...

...benim çok sevgili dostum Sebahattin Karatukurt'la...

...with my very dear friend Sebahattin Karatukurt...

...Cihangir'deki evine gittik filan...

...We went to his/her house in Cihangir and so on...

...bir gittim yani Orhan Pamuk gerçekten...

...I really went, I mean, Orhan Pamuk...

...hazırlanmış. Notlar...

...prepared. Notes...

...çıkartılmış falan. Yani böyle iki tane insanı...

...taken out or something. I mean, like two people...

...böyle gazetecilik hayatım boyunca...

...such journalism throughout my life...

...röportaj hazırlanmış yani. Gazeteci...

...an interview has been prepared, that is. The journalist...

...hazırlanır ya söyleşiye.

...is prepared for the interview.

İki insan da böyle onlar da hazırlanmış...

Both people are like that, they have also prepared...

...ve bu hazırlandıklarını da gizlemediler ama...

...and they didn't hide that they were preparing this, but...

...notları falan. Biri Orhan Pamuk öbürü de...

...notes and so on. One is Orhan Pamuk, the other is...

...Kadir İnanır'dı mesela. Ve Kadir İnanır'ın...

...was Kadir İnanır, for example. And Kadir İnanır's...

...el yazısıyla yazdığı notlar o kadar hoşuma gitmişti ki...

...I liked the notes she wrote by hand so much that...

...ve o zaman odada da çok kritik bir zamanda...

...and at that time, it was also a very critical moment in the room...

...ve politik bir söyleşi yapmıştık.

...and we had a political discussion.

Kobani olayları sonrasında 2014'te...

After the Kobani events in 2014...

...böyle sarı küçük not kağıtlarını...

...these little yellow sticky notes...

...yazıp getirmişti. Ya eğer...

...had written and brought. What if...

...sizin için çok önemliyse ve bunları yırtıp atacaksanız...

...if it's very important to you and you are going to tear and throw them away...

...ben bunları saklamak istiyorum demiştim.

...I had said that I wanted to keep these.

Ve sağ olsun bana vermişti ve saklarım hala.

And thanks to him, he had given it to me, and I still keep it.

İnci gibi bir el yazısı var bir de.

She has a handwriting like a pearl.

Neyse Orhan Pamuk...

Anyway, Orhan Pamuk...

...ya gerçekten nükleer...

...or really nuclear...

...radyoaktif etkisi olacak...

...it will have a radioactive effect...

...laflarla bezenmiş bir söyleşi oldu...

It was a conversation adorned with words.

...bizimkisi. Ve hani biz...

...ours. And you know how we...

...şeyi çok yatırıyorum. Sebati ile devamlı...

...I invest a lot in it. Continuously with Sebati...

...göz göze geliyoruz. Ya gerçekten bunları duyuyor muyuz?

...we meet eye to eye. Are we really hearing these?

Yani gerçekten...

So really...

...2017 referandumunda...

...in the 2017 referendum...

...hayır demenin bir demokrat...

...the act of saying no is a democratic...

...bir entelektüel için bir zorunluluk o.

...it's a necessity for an intellectual.

Özetle söylüyorum. Lafları çok önemli değil.

I'm summarizing it. The words are not very important.

Yani çok önemli de hani burada onların detaylarına...

So it’s very important, but regarding their details here...

...girmeyelim. Yayınlanmamış bir röportaj...

...let's not enter. An unpublished interview...

...sonuç itibariyle. Ve ben...

...as a result. And I...

...bunun basılamayacağını o evden çıktığımda...

...that this could not be printed when I left that house...

...cihangilde biliyordum.

...I knew at Cihangir.

Basılması için de bir çaba göstermemiz gerektiği...

We need to make an effort for it to be printed...

...düşüncesindeydim. Çınar da ben de.

...I was thinking. Both Çınar and I.

Aynı fikirdeydi. Dolayısıyla biz aslında...

They were of the same opinion. Therefore, we actually...

...şu anda Sedat Ergin bu podcast'ı dinlerse...

...if Sedat Ergin listens to this podcast right now...

...ilk defa öğrenecek bunu. Biz...

...will learn this for the first time. We...

...röportajı yaptığımız Sedat Ergin'in üç günü sakladık.

We kept Sedat Ergin's three days that we interviewed.

Çünkü kendisi...

Because he/she...

...pazar eki, cuma gecesi...

...market supplement, Friday night...

...baskıya gidiyordu. O da cuma günü...

...was going to press. He was also on Friday...

...gelip provalara işte göz atıyordu...

...was just coming and taking a look at the rehearsals...

...çınarla sohbet ediyordu. Çınar dedi ki...

...was chatting with the sycamore. The sycamore said...

...ben röportajı galiba salı günü ya da...

...I think I will have the interview on Tuesday or...

...çarşamba günü yaptım. Baskı saatine kadar...

...I did it on Wednesday. Until the printing time...

...sen hala röportajı yazıyor...

...you are still writing the interview...

...olacaksın dedi. Bak şimdi Çınar'ı da...

"...you will be. Look at Çınar now..."

...satıyorum. Burada anlatıyorum her şeyimizi.

...I am selling. I am explaining everything here.

Yani yazıyor olacaksın. Kıpıs kıpıs kıpıs...

So you will be writing. Fidget fidget fidget...

...gibi mi? Ya şöyle yani...

...like this? I mean like this...

...daha bitmedi Sedat abi. Can Sohala...

...it's not over yet, Sedat brother. Can Sohala...

...yazıyor olacak o. Halbuki...

...will be writing that. However...

...şöyle bir şey. Yani cuma akşam saati...

...something like this. I mean, on a Friday evening...

...geldiğinde o gazete sayfası...

...when that newspaper page arrived...

...yapılmış. Orta göbek iki sayfa...

...made. The middle section is two pages...

...kapak, laf. Her şey bitmişti.

...the cover, talk. Everything was over.

Fakat biz Çınar'ın odasında...

But we are in Çınar's room...

...kahve içiyorduk. Ve ben hani...

...we were drinking coffee. And I, you know...

...çok böyle şey yapmaya başladım. Çünkü Sedat abiyi de...

...I've started doing things like this a lot. Because of Sedat brother too...

...kada çok seviyorum ki. Ve ondan bir şey...

...I love you so much that. And something from it...

...saklıyoruz. Ve o bu kadar ağır...

...we are hiding. And it is so heavy...

...politik bir röportaj beklemiyor. Ya işte...

...is not expecting a political interview. Well, you know...

...konuştuk yani. Kültür sanat filan demişim ben ona.

...we talked, I mean. I mentioned something about culture and arts.

Yani aslında yalan söylemişim.

So I actually lied.

Çınar yalan söylemiş. Ya da hiçbir şey...

Çınar has lied. Or nothing at all...

...söylememiş ve saklamış falan bir durumdayız.

...we're in a situation where we haven't said anything and have kept it hidden, etc.

Ve o günde kültür sanat ekinin...

And on that day, the cultural arts supplement...

...yani eski radikal kitap eki...

...that is, the old radical book supplement...

...hürriyet kültür sanata dönüşmüştü. O günde...

...freedom had turned into culture and art. On that day...

...işte İhsan Yılmaz, Sevgili Erkan...

...here is İhsan Yılmaz, dear Erkan...

...final hepsi beraber işte Bahar Çoğadar...

...in the end, it's all together, here is Bahar Çoğadar...

...bir yemeğe gidiyorlar. İşte ek çıktı...

...they are going to a meal. Here’s the extra output...

...diye filan. Biz de Sedat Aygün...

...and so on. We also have Sedat Aygün...

...o yemeğe gitmesini bekliyoruz ki...

...we are waiting for him to go to that dinner...

...karambole getireceğiz. Ve basacağız.

...we will make it chaotic. And we will press.

Yani hala biz o noktada...

So we are still at that point...

...yani o saflık ve komik...

...that innocence and funny...

...komik bir şey yani. Hala biz o noktada...

...it's a funny thing, you know. We are still at that point...

...gerilla olarak yani hani...

...as a guerrilla, I mean...

...hürriyet gazetesi koskoca...

...the great Hürriyet newspaper...

...derken yani hani onun böyle bir kurumsal...

...meanwhile, I mean, you know that he has such an institutional...

...dünyası var falan. İki tane şapşalos...

...there's a world and stuff. Two idiots...

...ben ve Çınar bunu becerebileceğimizi...

...I and Çınar can accomplish this...

...düşünüyoruz. Ya orada hani...

...we are thinking. Well, you know there...

...o sansür, ota sansür...

...that censorship, that censorship...

...neyse işte bunun içerisinde hepsi var.

...anyway, it includes all of that.

Stres mekanizmasından...

From the stress mechanism...

...malı kaçırabileceğimizi düşünüyoruz.

...we think we might miss it.

Ve hani bunun içinde planımız...

And what about our plan within this...

...Sedat Aygün yemeğe gitsin, iş...

...Sedat Aygün should go to dinner, work...

...kafasından biraz çıksın. O sırada da...

...get it out of your head a little. At that moment...

...cep telefonundan okumak zorunda...

...has to read from a mobile phone...

...kalsın yazıyı ve o kadar da işte...

...let the writing stay and that's it...

...çok da takılmasın. Biz de o sırada basalım bunu.

...let's not dwell on it too much. Let's go ahead and do this in the meantime.

Artık ondan sonra da kavga gürültü ne oluyorsa...

From then on, whatever fight or commotion happens...

...olsun diye planlamıştık.

We had planned it to be...

Olmadı tabii. Çünkü Sedat Aygün iyi...

That didn't happen, of course. Because Sedat Aygün is good...

...bir gazeteci. Olmasının ötesi...

...a journalist. Beyond that...

...çok iyi bir okur. Satır araları...

...a very good reader. The lines in between...

...falan hani onun işidir. Böyle saat...

...you know, that's his job. Such a time...

...sekiz, dokuz falan gibi. Cuma.

...like eight, nine or so. Friday.

Biz oturuyoruz. Telefonum çaldı.

We are sitting. My phone rang.

Ama o sırada benim telefon...

But at that moment my phone...

...çaldığında bilgisayarım da açık ve...

...when it rang, my computer was on and...

...telefonu görünce Sedat Aygün'ü tak diye...

...when he saw the phone, he suddenly thought of Sedat Aygün...

...göndere bastım ve e-posta gittim.

...I pressed send and the email went out.

Açtım telefonu. Yani ne oldu dedi bu...

I picked up the phone. So what happened, he said...

...röportaj ya? Bu saatte hala röportaj mı...

...an interview, huh? A interview at this hour...?

...yazıyorsun dedi. Ah dedim Sedat abi...

"...you are writing, he said. Ah, I said, Sedat brother..."

...ben de şimdi gönderdim. Açarsan...

...I just sent it now. If you open it...

...işte mail kutunda falan. Sonra...

...it's in your mailbox and stuff. Then...

...kapattım telefonu ve Çınar'la bakışmaya...

...I hung up the phone and started eyeing Çınar...

...başladım. Dıdım, dıdım, dıdım, dıdım, dıdım.

...I started. Dıdım, dıdım, dıdım, dıdım, dıdım.

Ve beş dakika sonra...

And five minutes later...

...aa! Falan yani tabii böyle...

...ah! Like that, of course...

...değil ama yani bir hani...

...not exactly, but I mean it's like a...

...bu ne? Bu ne biçim bir şey falan. Hani biz...

...what is this? What kind of thing is this? I mean, we...

...bir de orada şöyle bir şey var.

...there's also something like this there.

O sen diyorsun yani otosansörü yaptın mı...

So you're saying you made the self-elevator...

...falan. Hiç o kadar öyle bir yerden...

...something like that. Never from such a place...

...yaşamıyorum ki ben hayatı. Hiç yapmadım.

...I'm not really living life. I've never done it.

Çınar da yapmadı. Neyse o röportajın...

The plane didn't do it either. Anyway, about that interview...

...hakkı. Ne başlık atılması gerekiyorsa...

...right. Whatever title needs to be put...

...falan. Zaten o soruların hepsi sorulmuş.

...and so on. Anyway, all those questions have already been asked.

O sunuş şeyi yapılmış falan.

That presentation thing has been done or something.

Dolayısıyla işin geldiği yer. Sedat Aygün...

Therefore, the point where the job has come. Sedat Aygün...

...dedi ki ben bunu yapamam. Bu röportajı...

...said that I can't do this. This interview...

...basamam. Çünkü hükümet şu anda...

...can't do it. Because the government is currently...

...bizim. Yani bizim derken Doğan grubunun...

...ours. I mean, ours as in the Doğan group...

...referandumda hayır kampanyası...

...no campaign in the referendum...

...için düğmeye basmayı beklediğini...

...that you were waiting to press the button for...

...zannediyor. Halbuki biz aslında...

...thinks. However, we actually...

...iki tarafa da mesafeli. Bir taraf...

...distant from both sides. One side...

...tutmama yönünde bir tavır aldık...

...we took a stance not to hold on...

...ve bunu uygulamaya hazırız.

...and we are ready to implement this.

Ama maalesef bu Orhan Pamuk röportajı...

But unfortunately, this Orhan Pamuk interview...

...o dünyada şey diye okunacak.

...it will be read as something in that world.

Aha işte bakın buyurun...

Aha here look, please...

...hürriyet kampanyayı başlattı. Hayır kampanyasını.

...launched the freedom campaign. The no campaign.

Dolayısıyla bu röportaj sadece...

Therefore, this interview is only...

...bir röportaj değil. Bu sadece Orhan...

...it's not an interview. This is just Orhan...

...Pamuk'un lafı olmayacak. Referandumda...

...Pamuk won't have a say. In the referendum...

...hayır oyu kullanacağım. Orhan Pamuk...

...I will vote no. Orhan Pamuk...

...gibi kuvvetli bir ismi bu lafı söylemek...

...to say this phrase with such a strong name...

...için hürriyet vesile etti...

"...enabled freedom for..."

...diyecekler. Şimdi bu...

...they will say. Now this...

...yorumu Sedat Ergin'in...

...the commentary of Sedat Ergin...

...anormal mi ya da...

...is it abnormal or...

...yok canım daha neler artık denecek bir yorum mu?

"...oh come on, what kind of comment is that to be made?"

Hayır. Karşı tarafta zaten bunu böyle görmeye...

No. The other side already sees it this way...

...teşne ve bunu böyle yapacak...

...thirsty and will do it this way...

...olan bir siyasi iktidar olduğunu biliyoruz.

We know that there is a political power that is ... .

Ama artık işlerin geldiği yer...

But now the place where things have come...

...yani zaten bir sene sonra gazetesini...

...that is, a year later, his newspaper...

...satmak durumunda bırakılmış gazetesini...

...was forced to sell his newspaper...

...değil bütün medya imparatorluğunun...

...not the entire media empire...

...bir patronundan bahsediyoruz. Bu baskı...

...we are talking about a boss. This pressure...

...bu stres zaten üzerinde çok kuvvetliydi...

...this stress was already very strong on him/her...

...ve sonuç itibariyle yani...

...and as a result that is...

...o karar Sedat Ergin'i de aşan bir...

...that decision goes beyond Sedat Ergin as well...

...karardı. Orada grup...

...became dark. There the group...

...artık gelinen noktada ve o günleri...

...at this point and those days...

...hatırlayalım. Yani günlük bazda...

...let's remember. I mean on a daily basis...

...Aydın Doğan'ın ve ailesinin...

...Aydın Doğan and his family's...

...bir takım gazete manşetlerinden...

...from a series of newspaper headlines...

...tehdit edildiği, içeri gireceksiniz...

...you will be threatened, you will enter...

...yargılanacaksınız, şu olacak, bu olacak...

...you will be tried, this will happen, that will happen...

...falan diye. Şimdi bunlar da insan.

...and so on. Now, these are also humans.

Ayrıca çok büyük bir parayı yönetiyorlar falan.

They are also managing a very large amount of money and such.

Hani ben hayata oradan bakmıyorum.

I don't look at life from that perspective.

Ben bir emekçiyim, ben medya profesyoneliyim.

I am a worker, I am a media professional.

Ama oraya nasıl gelindiğini...

But how to get there...

...bildiğim için, yani bunu meşrulaştırmak...

...because I know it, that is to justify this...

...ve normalize etmek adına söylemiyorum.

...and I'm not saying this to normalize it.

Respiti yapıyorum ve sonuçta o röportaj basılmadı.

I'm doing reshoots and as a result, that interview was not published.

Ama ben orada Sedat Ergin'e...

But I... to Sedat Ergin there...

...tamam o zaman bu durumu sen...

...okay then you...

...ben yapamayacağım bunu çünkü...

...I can't do this because...

...Orhan Pamuk'a sen anlat.

...You tell Orhan Pamuk.

Onu soracaktım, sen konuştun mu diyecektim...

I was going to ask that, I was going to say did you talk to him/her...

...sansür sonrasında, yayınlanmadım mı...

...didn't I get published after the censorship...?

...sonrasında. Evet yani...

...after that. Yes, I mean...

...bunu basmama sebebinizi ve gerekçelerinizi...

...your reasons and justifications for not printing this...

...Orhan Pamuk'a sen anlat. Bunun...

...You tell Orhan Pamuk. This...

...sorumlusunun ben olmadığımı o bilsin...

...let him know that I am not the one responsible...

...ben sonra arayacağım dedim. Tamam dedi ve...

...I said I would call later. "Okay," he said, and...

...yani çok medeni bir telefon konuşması...

...so a very civilized phone conversation...

...geçmiş aralarında. Mesela ben...

...there is a past between them. For example, I...

...Orhan Pamuk olsam, bu tür bir sansüre...

...If I were Orhan Pamuk, I would oppose this kind of censorship...

...yurayan bir yazar olsam ve o...

...if I were a wandering writer and that...

...düzeyde bir yazar olsam, ben bu kadar...

...if I were a writer at this level, I wouldn't be this much...

...medeni bir konuşma yapmazdım beni arayan...

...I wouldn't have made a civilized conversation if I were to be called...

...yen yönetmeniyle. Süper medeni...

...with the new director. Super civil...

...bir konuşma geçmiş aralarında. Hani ikisi de...

...there was a conversation between them. You know, both of them...

...ah canım işte böyle de bir dönem yaşıyoruz...

...oh my dear, we are living in such a period like this...

...deyip kendi aralarında anlaşmışlar diyeyim.

I'll say they agreed among themselves.

O da beni hayrete düşürdü.

That also amazed me.

Ben bu kadar bu işi yazan taraf olarak...

As the party writing this work, I...

...üzülürken ve sıkılırken...

...while being sad and bored...

...bu durumdan, Orhan Pamuk'un da bu durumu...

...from this situation, Orhan Pamuk also...

...ne yapalım canım, hayatta böyle ben de sizi...

...what can we do, my dear, life is like this, I feel the same about you...

...anlıyorum diye kabullenmiş olması da benim canımı...

...the fact that they have accepted it just because I understand it also hurts me...

...sıktı. Ne yapılabilir...

...it was tight. What can be done...

...günün sonunda korkmayacak...

...at the end of the day, they won't be afraid...

...bir sermaye lazım. Gazetecilik...

...a capital is needed. Journalism...

...yapıyorum diye korkmayacak. Haberini...

"...won't be afraid because I'm doing it. The news..."

...yazısını hak ettiği derecede...

...to the extent it deserves...

...basmaktan korkmayacak bir sermaye...

...a capital that won't be afraid to invest...

...yapısı lazım. İktidar kim olursa olsun.

...a structure is needed. No matter who is in power.

Yoksa öyle olmadığını bilen...

Otherwise, those who know it isn't like that...

...herkes kendi arasında anlaşıyor.

...everyone understands each other among themselves.

Gazete yöneticisi de...

The newspaper manager also...

...ne yapalım şekerim oluyor.

...what can we do, my dear?

Nobel ödüllü yazar da evet anlıyorum...

The Nobel Prize-winning author also says yes, I understand...

...şekerim oluyor. Böyle tuhaf bir şey çıkıyor...

...I get a sugar rush. Something strange comes out like this...

...bunun sonunda. Sizin Orhan Pamuk'la...

...at the end of this. Your Orhan Pamuk with...

...konuşmanız nasıl geçti? Daha sonrasında...

...how did your speech go? Afterwards...

...Sedat Ergin'le konuştuktan sonra.

...after talking with Sedat Ergin.

Benim çok basit geçti.

It went very simply for me.

Yani hani anlatıldı herhalde size.

So, I guess it must have been explained to you.

Hani böyle bir şey. Evet biliyorum. Çok üzücü.

It's like this. Yes, I know. It's very sad.

Hani bu iş bu noktaya gelmiş olması...

You know, it’s hard to believe that it has come to this point...

...çok üzücü ama sebeplerini de anlıyorum...

...it's very sad, but I understand the reasons...

...dedi. Ama sonrasında tabii ne oldu?

...he said. But of course, what happened afterward?

Biz bu konuda da Sedat Ergin...

We also have Sedat Ergin on this issue...

...o gece Çınar'la. Yani Orhan Pamuk'un...

...that night with Çınar. I mean Orhan Pamuk's...

...bunu Türkiye içerisinde büyük bir mesele...

...this is a major issue within Turkey...

...yapmamış. Sonuçta bu haber duyuldu.

...hasn't done it. As a result, this news spread.

Hürriyetin bunu basmadı. Uluslararası...

Hürriyet did not publish this. International...

...medyada haber oldu. New York Times'e...

...became news in the media. To the New York Times...

...kadar gitti. Dünyanın bütün her yerinden...

...went as far as. From all over the world...

...gazeteciler bana...

...journalists tell me...

...mesajlar attılar. Senin bu...

...they sent messages. Your this...

...basılmayan röportajını gel biz...

...come, let's do your unpublished interview...

...basalım. İşte Finca...

...let's press. Here is Finca...

...Sanskritçe neyse işte...

...It's just like Sanskrit...

...Fransızca bizim gazetelerimizde var. Yani bir...

...French is available in our newspapers. So, a...

...gazetecilik dayanışması olarak.

...as journalistic solidarity.

Ama tabii yani o sonuçta Hürriyet Gazetesi'nin...

But of course, that's ultimately Hürriyet Newspaper's...

...tırnak içerisinde söylüyorum malıydı.

...I'm saying this in quotes, it was supposed to be theirs.

Çünkü sonuçta ben orada çalışırken...

Because after all, when I was working there...

...yaptım bu röportajı. Ve de ben...

...I did this interview. And I...

...Hürriyet Gazetesi'nin Washington temsilcisi...

...the Washington correspondent of Hürriyet Newspaper...

...olarak sonuçta Hürriyet'te çalışmamaya...

...ultimately not working at Hürriyet...

...bu röportaj basılmadı diye...

...because this interview was not published...

...devam etsem, yani istifa etsem...

...if I continue, that is, if I resign...

...o zaman evet. Hani dünyadaki...

...then yes. You know, in the world...

...yani o çok zor bir karardı.

...so it was a very difficult decision.

Bunu yaşadıktan sonra...

After experiencing this...

...yola devam etmek ve bunu sana...

...to continue on the road and to do this for you...

...yapan gazetenin yurt dışı...

...the newspaper that does it overseas...

...temsilcisi, yurt dışı yöneticisi olarak...

...representative, as an overseas manager...

...yola devam etmek falan.

...continuing on the road and so on.

Ben olayı biraz şöyle gördüm. Artık yolun sonuna...

I saw the situation like this: It's now the end of the road...

...gelirmişti zaten. O Orhan Pamuk olayında da...

"...it was already coming. In that Orhan Pamuk incident as well..."

...ben çok net gördüm. Ve zaten...

...I saw it very clearly. And anyway...

...tam da bu yüzden yani ben o görevi...

...that's exactly why I... that duty...

...kabul ettikten sonra etrafımda herkes...

...after accepting it, everyone around me...

...bana kaç seneliğine Amerika'ya gidiyorsun...

...for how many years are you going to America...?

...diye sorduklarında. Vusat Hanım'la...

...when they asked. With Ms. Vusat...

...aramızdaki konuşma şöyleydi.

...the conversation between us went like this.

Vusat Hanım, ya hani bu işin optimumu...

Ms. Vusat, so what about the optimum of this job...

...beş sene Cansu. Beş seneden fazla...

...five years Cansu. More than five years...

...kalınınca da işte bir şehir...

...when it becomes, here is a city...

...ya da bir politik dünyanın içerisinde...

...or within a political world...

...o zaman mesleki körlükler de oluşuyor.

...then professional blindness also occurs.

Çok da katıldığım bir yorumdur bu arada.

This is a comment I very much agree with, by the way.

Demiş olmasına rağmen yani beş sene gibi...

Despite having said that, like five years...

...aşağı yukarı bir dönemden konuşulmuş...

...approximately a period has been talked about...

...olmasına rağmen ben etrafıma hep şey dedim.

...despite that, I always said things about my surroundings.

Yani benim Washington temsilciliğim...

So my Washington representation...

...Doğan ailesinin nefesiyle...

...with the breath of the Doğan family...

...nefesinin ne kadar yettiğiyle...

...how far your breath can take you...

...ilişkili bir konudur. Ben o işin...

...is a related subject. I am...

...çok uzun süreceğine inanmıyorum. Demiştim ki...

...I don't believe it will take very long. I said that...

...nitekim benim açımdan çok kritik...

...indeed, it is very critical from my standpoint...

...tarih olduğu için de hatırlıyorum.

I remember it because it was a historical date.

Ben Washington temsilcisi olarak...

As a representative of Washington...

...ailemle uçağa binip...

...boarding the plane with my family...

...5 Nisan 2017'de gittim.

I went on April 5, 2017.

6 Nisan 2018'de...

On April 6, 2018...

...bir sene bir gün sonra...

...one year and one day later...

...televizyonda yani internette...

...on television, that is, on the internet...

...ben Aydın Doğan'ın grubu...

...I am Aydın Doğan's group...

...Demir Öğren'e teslim ettiğini...

...that you handed over to Demir Öğren...

...bir sene bir gün sonra gördüm. Yani zaten...

...I saw you one year and one day later. I mean, already...

...tam da öngördüm, tahmin ettiğim...

...exactly what I predicted, what I expected...

...şey oldu. Yani benim için o Orhan Pamuk...

...something happened. I mean, for me, that Orhan Pamuk...

...meselesi ve yine de her şeye rağmen...

...the matter and yet despite everything...

...Washington'a gitmeye karar vermek...

...deciding to go to Washington...

...şöyle bir şeydi. Bu artık bu iş...

...it was something like this. This job...

...kepazeliğe doğru gidiyor. Sen bu işi...

...is heading towards disgrace. You...

...zaten yürütemezsin. Bu tipte...

"...you can't manage it anyway. This kind of..."

...bir insan olduğun için bu tip...

...because you are a human being, this kind of...

...de gazeteciliğe inandığın için. Fakat...

...because you believe in journalism. However...

...Washington'da Trump var...

...Trump is in Washington...

...ve Trump dönemi bir gazeteci için...

...and for a journalist during the Trump era...

...çok enteresan bir dönem. Sen...

...a very interesting period. You...

...bu dönemi de bir deneyimlemiş olarak...

...having experienced this period as well...

...artık bu yolculuğundan...

...from this journey of yours anymore...

...şey yaparsın. Yani buraya veda edersin...

...you do something. In other words, you say goodbye to this place...

...hürriyete. Hani yoksa aslında...

...to freedom. Or is it actually not...

...o Orhan Pamuk meselesi...

...that Orhan Pamuk issue...

...artık işin gelip tıkandığı yer...

...is now the point where the work gets stuck...

...ve aslında bırakılması gereken yer belki de...

...and perhaps the place that should have been left is...

...oydu. Ama öngörümde de...

...he did. But in my foresight...

...şu açıdan haklı çıktım. Gerçekten...

...I turned out to be right in this respect. Really...

...Trump Amerika'sı, Trump Erdoğan...

...Trump's America, Trump Erdoğan...

...ilişkileri filan...

...relationships and so on...

...bütün bunları yaşayıp, bütün bunları deneyimlemek de...

...to live all of this and to experience all of this...

...bana ve sonrasında yine...

...to me and then again...

...bu siyasi meseleler nedeniyle...

...due to these political issues...

...o kararı almak durumunda almak da...

...having to make that decision...

...çok da şey kattı. Peki...

...added a lot as well. So...

...o söyleşi, Orhan Pamuk söyleşisi...

...that interview, the Orhan Pamuk interview...

...şu anda senin midir, hürriyetin midir?

...is it yours right now, or is it your freedom?

Yani kitaptan bahsettin...

So you mentioned the book...

...sorunun başında. Kitabıma saklıyordum diye.

...at the beginning of the problem. I was hiding it in my book.

Belki o günkü etkisi tabii ki olmayacak ama...

Maybe it won't have the same impact as that day, but...

...o söyleşiyi yayınlamayı düşünüyor musun?

Are you considering publishing that interview?

Yani bunu sormadım avukatıma da...

So I didn't ask my lawyer about this either...

...ama bunu bir bakmak lazım.

...but we need to take a look at this.

Kimindir bu söyleşi diye. Ama her şeyden...

"Whose interview is this, they ask. But above all..."

...önce sanıyorum benim bunun...

...I think my this before...

...Orhan Pamuk'la konuşmam gerekir.

I need to talk to Orhan Pamuk.

Onun onayı varsa, ben bir noktada...

If he/she has approval, I...

...bir kitap için, o zaman hürriyet...

...for a book, then freedom...

...kimin gazetesi ise artık olursa...

...whatever newspaper it is...

...bilmiyorum. Bunu yayınlama...

I don't know. Don't publish this...

...düşüncesinde olursam. Onların da bana...

...if I think so. They also...

...dava açması riski filan da alınarak...

...taking into account the risk of filing a lawsuit...

...ben bunu yayınlamayı düşünebilirim. Ama bütün...

...I might consider publishing this. But all...

...bunları tek başına o röportajı...

...he alone the interview...

...yayınlamak değil. Ben biraz daha...

...it's not about publishing. I'm a bit more...

...dönem çalışmayı ve dönemlerin...

...working during the period and the periods...

...üzerine bir şeyler söylemeyi...

...to say something about...

...seven bir gazeteciyim. Dolayısıyla...

...I am a journalist. Therefore...

...onu bir perspektife oturtmuş...

...he has placed it in a perspective...

...bir kitap çalışması içerisinde...

...within a book project...

...aslında yani. Bunun bir taslağı var ve bunun...

...actually, I mean. There is a draft of this and this...

...içerisinde de o Washington'a gidiş...

...the trip to Washington within it...

...hangi ruh haliyle gidildi...

...with what state of mind it was approached...

...mesela benim hayatta sen sormadığımı söyleyeyim...

...for example, let me tell you something in my life that you never asked...

...en alındığım şeylerden bir tanesi kendi...

...one of the things I was most affected by is my own...

...yolculuğumda. Benim hürriyetim Washington...

...on my journey. My freedom is Washington...

...temsilcisi olduğumu kamuoyu...

I am the representative of the public...

...Cem Küçük'ten öğrendi.

...He learned from Cem Küçük.

Bu mesela benim için çok yaralayıcı...

This is very hurtful for me...

...bir şeydi. Çünkü öyle bir şey oldu ki...

It was something. Because something like that happened that...

...sanki hani benim meslektaşım Tolga Tanış...

...as if my colleague Tolga Tanış...

...da bir dolu sıkıntı yaşamış birisidir...

...has been someone who has experienced a lot of trouble...

...iktidarla. Tolga'yı...

...with the government. Tolga...

...iktidarı rahatsız etmemek için çekiyorlar...

...they are pulling back to avoid disturbing the government...

...dediğim gibi zararsız birini gönderiyorlar...

...as I said, they are sending an harmless person...

...falan gibi bir hava çıktı. Yani Cem Küçük...

"...a certain atmosphere emerged. I mean, Cem Küçük..."

...böyle saçma sapan bir tweet atlayacak.

...will post such a nonsensical tweet.

Cem Küçük zaten bu konu nereden varıyor?

Where does Cem Küçük even come up with this topic?

Hani öyle bir noktadaydı ki...

It was at such a point that...

...Tolga'ya konu daha aksettirilmediği için...

...the subject hasn't been conveyed to Tolga yet...

...gazete yönetimi benden...

...the newspaper management from me...

...yani orada bir bayrak değişimi olacağını...

...that there will be a change of flags there...

...ya biz Tolga'yı anlatalım da sen o zamana kadar...

...or let's talk about Tolga and by that time you...

...annenle babanla bile konuşma. Eşinle beraber...

...don't even talk to your mother and father. With your spouse...

...değerlendirin. Okey sen...

...evaluate. Okay, you...

...biz Tolga'yla konuşalım. Tolga'yı da çünkü...

...let's talk to Tolga. Because we also need to talk to Tolga...

...İstanbul'da bir yönetici ya da işte...

...A manager or in a job in Istanbul...

...nasıl istiyorsa o şekilde Tolga'yı...

...the way he wants, Tolga...

...gazeteden ayırmak falan gibi bir düşüncesi...

...a thought like separating it from the newspaper...

...yoktu o zaman yönetimin. Ama Tolga kendisi...

...there was no management at that time. But Tolga himself...

...Amerika'da kalmayı ve başka bir şeyi...

...staying in America and something else...

...takdir etti. Hürriyetle yollarını ayırmayı...

...appreciated. To part ways with freedom...

...takdir etti. Fakat hani Cem Küçük...

...appreciated it. But what about Cem Küçük...

...bunu yazınca niye hani bu kadar...

...why is it like this when I write it...?

...ilgiliydi yani Tolga gidiyor, Cansu geliyor...

...it was related, so Tolga is leaving, Cansu is coming...

...falan böyle saçma sapan işte böyle...

...this kind of nonsense and stuff...

...bunlarla ilgilenen bir gazeteci dünyası...

...a world of journalists interested in these...

...var mesela. Neyse o benim için...

...there is, for example. Anyway, that is for me...

...çok böyle çok sevdiğim arkadaşlarım da...

...my friends that I love very much...

...Tolga'nın gidişinde üzüldükleri için...

...because they were sad about Tolga's departure...

...tuhaf tuhaf sosyal medya mesajları attılar...

...they sent strange social media messages...

...mesela. Hani sanki çok kıymetli...

...for example. You know, as if it were very precious...

...bir gazeteci gitti de yani işte böyle...

...a journalist went and that's how it is...

...yani bu da böyle yandaş bir şey geldi...

...so this also came as a kind of supporting thing...

...falan gibi. E yani ben de gittim işte...

...and stuff like that. So I just went...

...gitmek zorunda kaldım Tolga gibi. Hani...

I had to go like Tolga. You know...

...ve de sadece iki sene sonra. Tolga sonuçta...

...and only after two years. After all, Tolga...

...dokuz seneye yakın Amerika'daydı. Dolayısıyla...

...he had been in America for nearly nine years. Therefore...

...ya böyle gerçekten...

...so really...

...o dönemi sadece Orhan Pamuk röportajıyla...

...that period only with the Orhan Pamuk interview...

...değil daha detaylı ve...

...not more detailed and...

...başka türlü yazmayı istiyorum.

I want to write it differently.

Kitap çalışmam da biraz o yönde.

My book work is also somewhat in that direction.

2018'in Mart ayında Doğan Medya Grubu...

In March 2018, Doğan Media Group...

...Demirören Medya Grubu'na satıldığında...

...when it was sold to Demirören Media Group...

...Demirören'in hürriyetinin sana ve senin...

...Demirören's freedom belongs to you and your...

...Washington DC temsilciliği görevine...

...to the position of representation in Washington DC...

...etkisini o günlerde nasıl tahayyül ediyordun?

...how did you envision its impact during those days?

Ne olacağını tahmin ediyordun?

What did you expect to happen?

Yani tam tahmin ettiğim...

So it’s exactly as I guessed...

...şeyler oldu. Hiçbir...

...things happened. No...

...şüphem de yoktu. Çok da hızlı olacağını...

...I had no doubt. It would happen very quickly...

...biliyordum bunun. Tam da bu yüzden...

...I knew this. That's exactly why...

...Vuslat Hanım'dan bu devir teslimimi...

...my handover from Mrs. Vuslat...

...televizyonda gördükten sonra...

...after seeing it on television...

...ya Vuslat Hanım ben kalmak istemiyorum.

...but Ms. Vuslat, I don't want to stay.

Öyle bir şansımız olabiliyor mu? Hani bu kadar...

Do we have such a chance? I mean, this much...

...on senedir de buradayım. Hani haklarımı da alıp...

I've been here for ten years. You know, I want to get my rights as well...

...ayrılsam ben gibi bir diyaloğumuz da oldu.

...we also had a dialogue like "if I were to part ways."

Hani bunun mümkün olmadığını...

You said this was impossible...

...söyledi. Yani bu tür tasarrufları artık...

...said. So these kinds of savings are now...

...aile olarak kendilerinin değil demirörenlerin...

...as a family, not theirs but the Demirörens...

...yapacağını orada çalışanlarla ilgili olarak...

...what you will do regarding those who work there...

...söyledi. Hatta biraz da...

...he said. In fact, a little bit...

...o da çok üzgündü ve biraz bekle bakalım...

...he was very sad too and said, let's wait a little...

...belki tahmin ettiğimiz kadar kötü olmaz...

...maybe it won't be as bad as we think...

...dedi. Ya da şimdi o cümleyi şöyle...

...he said. Or now that sentence like this...

...kurmuş olabilir. Onu da bir şeyin altında bırakmayayım.

...he may have set it up. I shouldn't leave that under anything.

Tahmin ettiğin kadar kötü olmaz...

It won't be as bad as you think...

...belki demiş olabilir. Ama yani...

...maybe they could have said. But I mean...

...tahmin ettiğim kadar kötü oldu ve çok hızlı...

...it turned out as bad as I guessed and very fast...

...oldu. Zaten ilk en büyük...

...it happened. Already the first biggest...

...krizimizi onlar işte...

...they are our crisis...

...Fart ayında, Nisan ayında aldılarsa zaten...

...If they bought it in the month of April, then...

...bir iki ay bir gözlerini açıp hani nerede ne var...

...for a month or two, you open your eyes and see what's around...

...kim kim filana baktılar. İlk önce...

...who looked at whom. First...

...internet tikitlemeye...

...to freeze the internet...

...çalıştılar. Çünkü internet çok...

...they worked. Because the internet is very...

...hızlı akış olduğu için. Yani oraya...

...because there is a fast flow. So there...

...bir takım adamlarını ve bir takım...

...a team of his men and a number of...

...frenleri yerleştirdiler.

...they installed the brakes.

Sonra yavaş yavaş gazeteye geldiler. Fakat...

Then they slowly came to the newspaper. But...

...internette kitlemelerinin bana şöyle...

"...their mass gatherings on the internet are like this to me..."

...bir etkisi oldu. Arada yedi sekiz saat...

...had an effect. There were seven or eight hours in between...

...farkta ben habercilik yaptığım için...

...the difference is that I am a journalist...

...ve mesela dediğim gibi bu Suriye meselelerinden...

...and for example, as I mentioned, these issues related to Syria...

...dolayı Pentagon, oraya Beyaz Saray'a gidiyorum...

...because of that, I am going to the Pentagon, to the White House...

...ve benim orada yazdığım bir şey...

...and something I wrote there...

...son dakika diye giriyor Hürriyet.com.tr'ye...

...it's entering Hürriyet.com.tr as breaking news...

...o zaman internette zaten benim ayağım...

...then my foot is already in the internet...

...kesilmeye başlamıştı. E işte sonrasında da...

...had started to cut off. Well, and then...

...bir dört beş ay sonra...

...after about four or five months...

...ben bir Halkbank yazısı yazdım.

...I wrote a Halkbank article.

Yanlış anlaşılmam ama Halkbank mı?

I don't mean to be misunderstood, but is it Halkbank?

Başlıklı yazılı yazı değil mi? Evet.

Isn't it a written document with a title? Yes.

Ve bu işte doların altıya fırlaması...

And the dollar skyrocketing to six in this situation...

...sebebi işte o zaman Amerika Beşiktaş Devletleri'nin...

...the reason is that at that time the United States of Beşiktaş...

...bir takım yaptırımlar açıklaması.

...a statement of a series of sanctions.

Trump'ın, Erdoğan'ın tırnak içerisinde...

Trump's, Erdoğan's in quotation marks...

...dostunun. O yazı kaldırıldı.

...of your friend. That article was removed.

İşte bir dolu kepazelik oldu.

Here, a whole lot of nonsense happened.

Ve bunu insanlar fark ettiler.

And people noticed this.

O yazının kaldırıldığını. İşte sosyal...

That the article has been removed. Here is social...

...medyada trending topik oldu.

...it became a trending topic in the media.

Türkiye'de siyasetçiler ve siyaset...

Politicians and politics in Turkey...

...takip eden insanlar ben çok ilk önce...

...the people who follow I first of all...

...anlamadım. Hani bir teknik bir sorun var zannettim ama...

...I didn't understand. I thought there was a technical problem, but...

...herkesten bana mesajlar yağdı.

...messages poured in to me from everyone.

Senin bu yazını bulamıyorum. Çünkü bu yazı şu yüzden önemli oldu.

I can't find your article. Because this article became important for this reason.

Senin de böyle haberin oldu kaldırıldığından.

You were also informed that you were removed like this.

Evet evet. Benim yani ben hakikaten ben...

Yes, yes. I mean, I really...

...yani ya şimdi yanlış hatırlamayayım...

...so, let me not misremember now...

...ama ya Ertuğrul Kürkçü ya da...

...but either Ertuğrul Kürkçü or...

...Sezgin Tanrıkul'un bana attığı...

...that Sezgin Tanrıkul sent to me...

...yazı nerede gibi bir mesajdan...

...like a message asking where the writing is...

...oradaydı ya diye.

...I thought maybe it was there.

Öyle oldu. Sonrasında da...

It happened that way. After that...

...işte yani ben artık...

...so I mean I am now...

...zamanlamaya bakıyordum. Çünkü küçük bir çocuğum var...

...I was checking the timing. Because I have a small child...

...ve ailece oraya taşınmışız.

...and we have moved there as a family.

İşte okul var.

Here is the school.

Kira kontratı var. Bunları nasıl hallederim de...

There is a rental contract. How can I deal with these...

...Türkiye'ye dönerim? Ama bir taraftan...

...Should I return to Turkey? But on the other hand...

...içerideki işte tazminatım var.

...I have compensation for the job inside.

Yani o Halkbank olayından sonraki...

So after the Halkbank incident...

...işte 3-5 ay tamamen bunun...

...well, this is just for 3-5 months...

...Türkiye'de olsaydım, Amerika'da olmasaydım...

...If I were in Turkey, I wouldn't be in America...

...ve bu söylediğim lojistik sorunlar olmasa...

...and if it weren't for the logistical issues I mentioned...

...o gün istifa etmiştim. Arkama bile...

...that day I had resigned. Not even looking back...

...bakmamıştım. Ama o lojistik planlamadan...

...I hadn't looked. But about that logistics planning...

...dolayı zaman kazanmaya çalışırken...

...while trying to save time because of...

...bu sefer de işte o olaydan 2-3 ay sonra...

...this time, 2-3 months after that incident...

...Rahip Brunson röportajımla ilgili...

...Regarding my interview with Pastor Brunson...

...ayrı bir kriz yaşandı.

...a separate crisis occurred.

O zaman artık zaten işte...

Well, then it's already...

...1 ay sonra falan, 1,5 ay sonra dönüp...

...after about 1 month, 1.5 months later...

...ben müsaademi istiyorum dedim.

...I said I want my permission.

Tazminatından vaz mı geçmiş oldun böyle olunca?

Have you given up your compensation because of this?

Hayır, o da çok enteresan bir hikaye. Geçmedim.

No, that's also a very interesting story. I didn't pass.

Ve aslında bunu anlatırken biraz...

And actually, while explaining this a bit...

Doğru, tamam. Evet, evet. Yani çok enteresan.

That's right, okay. Yes, yes. So it's very interesting.

Çünkü bunu anlatırken biraz da üzülüyorum.

Because I feel a bit sad while explaining this.

Çünkü benim çok sevdiğim ve yakın arkadaşlarım...

Because they are my very beloved and close friends...

...biraz önce ismini de zikrettiğim Çınaroskay'ın...

...the Çınaroskay that I just mentioned...

...Sebati Karakurt'un filanın içerisinde olduğu...

...in which Sebati Karakurt is involved...

...45 kişi bir gecede tazminatsız atıldılar.

...45 people were dismissed without compensation overnight.

Hani o yüzden de çok üzgünüm.

That's why I'm very sad.

Hani onlara yaşatılan şeyden dolayı.

Because of what they were made to experience.

Sonra o davayı kazandılar çok şükür ama daha hala...

Then they won that case, thank God, but still...

...paralarını almaları için bir hukuki süreçin...

...a legal process for them to get their money back...

...geçmesi bekleniyor. Fakat oraya gelmeden önce...

...is expected to pass. However, before getting there...

...hatta bunu biz Çınar'la çok da konuşuruz aramıza.

...in fact, we talk about this a lot between us and Çınar.

Bak Çınar ben sana diyordum işte...

Look Çınar, I was telling you...

...bu iş buraya gidiyor diye. Hani o da bana...

"...because this job is going here. You know, he also said to me..."

...ya sen iyi karar aldın. Neyse.

...well, you made a good decision. Anyway.

Yani orada şöyle bir şey var. Ben...

So there is something like this there. I...

...tazminatımı bana verin. En azından...

...give me my compensation. At least...

...hani kıdem tazminatımı alayım ve...

"...I just want to receive my severance pay and..."

...ben gideyim demek için o görüşmeye gitmiştim.

...I went to that meeting to say that I should go.

O zaman genelliği ötmeni vahap bunyardı.

Then the generality would be harmed by the "ötemen" Vahap.

Fakat öyle bir şey oldu ki o kadar memnun oldular ki...

But then something happened that made them so happy...

...benim kendi kendime...

...to myself...

...gitme kararım vermemden.

...from my decision to leave.

Hatta şöyle ki bana denildi ki zaten...

In fact, it was even said to me that...

...oraya doğru gidiyordu işte. Atacaklardı seni...

...that’s where they were heading. They were going to throw you there...

...ve hani zaten hiç hoşlanmıyorlardı seni.

...and they never liked you anyway.

Biliyorum bütün detaylarını arka planda.

I know all the details in the background.

Dolayısıyla yönetim...

Therefore, management...

...havai fişekleriyle karşıladı. Benim kendi kendime...

...greeted with fireworks. I to myself...

...sessizce gidiyor olma ihtimalimi...

...the possibility that I might be leaving quietly...

...ve bana kıdem tazminatımı da...

...and my severance pay as well...

...ihbar tazminatımı da vererek...

...by also providing my notice compensation...

...sanki kendileri işten atmış...

...as if they had been fired themselves...

...muamelesi yaptılar. Ama üç senelik...

...they treated me like that. But three years...

...bir dava süreci de oldu değil mi?

...there was also a legal process, right?

O dava süreci başka bir davası.

That legal process is another case of his.

O benim fazla mesailerim için...

That's for my overtime...

...açtığım bir davaydı. O zaman da...

...it was a case I filed. At that time...

...benim avukatım ya tamam imzala...

...my lawyer, okay, sign it...

...alalım gidelim. Ondan sonra bakarız...

...let's take it and go. After that, we will see...

...sana verilmeyen haklara ya da gasp edilen...

...rights not granted to you or seized...

...haklara demişti. İyi ki de öyle demiş.

...she said about the rights. Good thing she said that.

O dava süreci onunla ilgili. Yani ben aslında...

That legal process is about him. So I actually...

...o gün otomatik olarak bana verilen...

...automatically given to me that day...

...tazminatı şeysiz kabul ettim.

I accepted the compensation without any conditions.

Tartışmadan. Fakat oraya da...

Without discussion. But there too...

...tabii bir şey düştük biz.

...of course we dropped something.

Şerh düştük. Bütün haklarım...

I have made a comment. All my rights...

...saklı kalma şeyle imzalıyorum...

...I sign with the thing that remains hidden...

...diye ve sonrasında da Türkiye'ye döndükten...

...and then after returning to Turkey...

...dan sonra detaylı bir çalışma yaptıktan sonra...

...after doing a detailed study...

...işte fazla mesailerimin filan...

...well, my overtime hours and so on...

...aslında verilmediği anlaşıldı.

...it was actually understood that it was not given.

Bununla ilgili bir davaydı. O davayı da kazandım...

It was a case related to that. I also won that case...

...işte hala onlar temize götürdüler ama...

...well, they still took them to the clean place, but...

...o bütün bu fazla mesai...

...that all this overtime...

...ve hakları verilmeyen...

...and their rights are not granted...

...tazminatı verilmeyenleri açısından bir...

...in terms of those who are not given compensation...

...imzal olmayabilir. Çünkü farklı...

...may not be signed. Because it is different...

...hukuki süreçler ama...

...legal processes but...

...tazminatı verilip de eksik verilen...

...compensation has been paid but is insufficient...

...eksik hesaplamalar için...

...for incomplete calculations...

...önemli bir imzal davası olacak.

...it will be an important signature case.

2019'da Duvar'da çalışmaya...

I started working at Duvar in 2019...

...başlıyorsun. Duvar İngilizce'nin...

...you are starting. The wall is in English...

...kurucu yayın yönetmenisin. 2021'in...

...you are the founding editor-in-chief. 2021's...

...Ekim ayında Duvar'ın genel yayın yönetmeni...

...In October, the editor-in-chief of Duvar...

...Ali Duran Topuz, yayın sahibi Vedat Zeyncir'le...

...Ali Duran Topuz, with the publisher Vedat Zeyncir...

...yaşadığı editoryal bağımsızlık tartışmaları...

...discussions on editorial independence...

...sonrası Duvar'dan ayrılıyor. Bu bir istifa...

...afterwards, he is leaving Duvar. This is a resignation...

...dalgasına neden oluyor. Sen de bu dalgada...

...is causing a wave. You are also in this wave...

...istifa edenlerdensin. Duvar'ın...

...you are one of those who resigned. The Wall's...

...editoryal bağımsızlığına dair süre gelen...

...ongoing editorial independence...

...tartışmaların ana başlıkları nelerdi?

What were the main topics of the discussions?

Ya süre gelen değildi aslında.

It wasn't actually ongoing.

Çünkü Ali...

Because Ali...

...o süreci çok kendi içinde yaşadı.

...he/she experienced that process very internally.

Ve aslında bana da çok aksettirmedi.

And actually, it didn't reflect much on me either.

Ve ben ve kendi ekibim...

And I and my own team...

...biz bir şey yaşamadık. Duvar İngiliz...

...we didn't experience anything. The wall is English...

...bir editoryal müdahaleyle...

...with an editorial intervention...

...karşı karşıya kalmadı. Ama bunun en büyük sebebi...

...did not face. But the biggest reason for this is...

...zaten patronun İngilizce...

...already the boss's English...

...ne kadar bildiği. Yani...

...how much he knows. I mean...

...hani biliyorum ki bir Google Translation...

...you know I know it's a Google Translation...

...durumu vardı dolayısıyla.

...there was a situation accordingly.

Bir de hani bize gelene kadar esas mesele...

The main issue is until we actually arrive.

...orada Ali'yleydi. Ya bu editoryal...

...he was there with Ali. Well, this editorial...

...bağımsızlık meselesi...

...the issue of independence...

...bizim Türkiye'de hep şey diye anlaşılıyor. Doğal olarak...

...it's always understood as such in our Turkey. Naturally...

...çünkü biz bir AKP şeyi...

...because we are an AKP thing...

...yaşadığımız için, süreci yaşadığımız için...

...because we live it, because we experience the process...

...ha işte editoryal bağımsızlık dediyse...

...well, if they mentioned editorial independence...

...bir genelliğe yönetmeni kesin hükümet...

...a generality governs the certain government...

...müdahale etmiştir. Patron da işte...

...has intervened. The boss is...

...buna boyun eğmiştir. Hani editoryal...

"...has submitted to this. You know, editorial..."

...bağımsızlık o yüzden zedelenmiştir.

...independence has therefore been compromised.

Yo, editoryal bağımsızlık sadece...

Yo, editorial independence is just...

...siyasi, politik baskıyla...

...political, political pressure...

...tanımlanabilecek bir şey değil. Yani siz...

...it's not something that can be defined. I mean you...

...ya o muhabir orada ne yapıyor? Editöre de...

...so what is that reporter doing there? To the editor...

...niye bu kadar para verdin? Filan gibi işlere...

...why did you spend so much money? For things like that...

...giriyorsanız ve de küçük bir mecranın...

...if you are entering and also a small channel...

...başındaki patron olarak. E bunlar da...

...as the boss in charge. Well, these are...

...yani o senin tasarrufun değil ki.

...so that's not your decision.

Sen bugüne kadar gazetecilik mi yaptın da...

Have you worked as a journalist until now...?

...o muhabir orada ne yapıyor sorusunu...

...what is that reporter doing there question...

...bana soruyorsun. Yani şimdi ben...

...you are asking me. So now I...

...sevgili Ali adına konuşmuyorum ama biraz böyle...

...I'm not speaking on behalf of dear Ali, but a little like this...

...alanlardı bunlar. Ve ben Ali'nin...

...they were the ones who took. And I...

...bu konulardaki tavrını çok iyi bildiğim...

...I know very well your stance on these matters...

...için bana da çok...

"...it's very much for me too..."

...önemli bir alan açmıştır sağ olsun.

...it has opened an important area, thanks to him.

Hiçbir gün bile düşünmedim. Yani bu çünkü...

I never thought about it for even a day. I mean, this is because...

...bizim vermemiz gereken bir mücadele.

...it is a struggle that we need to take on.

Hani o biz sadece politik...

Where is that we are just political...

...baskıdan kaçalım da patronların...

...let's escape from the pressure of the bosses...

...diğer hastalıklarını idare edelim...

...let's manage their other illnesses...

...gibi bir şey Türkiye medyasını kurtarmaz.

...something like that won't save the Turkish media.

Dolayısıyla ben...

Therefore, I...

...zaten diğer yazarlardan...

...already from other writers...

...evet gazete duvar yazarıydım ama diğer...

...yes, I was a newspaper wall writer, but the other...

...yazarlardan daha hızlı bir şekilde bu kararı verdim.

I made this decision faster than the writers.

Çünkü ben aynı zamanda yöneticiydim de.

Because I was also the manager.

Ali'nin yönettiği gazete duvarın...

The newspaper run by Ali is on the wall...

...kardeş kuruluşunun başındaydım.

I was at the head of the sister organization.

Evet daha küçük bir ekibim vardı ama...

Yes, I had a smaller team but...

...beni oraya davet eden ve bana...

"...who invited me there and gave me..."

...bu imkanı sağlayan yöneticinin...

...the manager who provides this opportunity...

...böyle kaygıları varken...

...when there are such concerns...

...o kaygılar eğer ben göz ardı etseydim...

...if I had ignored those concerns...

...çok kısa bir süre sonra bana da...

...very shortly thereafter, to me as well...

...sirayet etmeye başlardı. Nitekim gördüğüm...

...would begin to influence. Indeed, what I saw...

...kadarıyla gazete duvar...

...up to the wall of the newspaper...

...devam ediyor yoluna işte yani...

...it's just continuing on its way...

...ama duvar İngiliz ve zaten...

...but the wall is English and already...

...çok başıydı. Daha yeni ayağa...

...was just beginning. Just got on their feet...

...kalkmıştı. İki senelik. Ve de bebeğim...

...had gotten up. Two years old. And my baby...

...gibiydi. Çok da severek çalıştım.

...it was. I worked with great enjoyment.

Hakikaten çok da...

Indeed, very much...

...isterdim daha iyi ben ve...

...I would have liked it better if I and...

...ekibim gittikten sonra daha kuvvetli bir şekilde...

...after my team left, more strongly...

...yola devam etmesin. Çünkü oranın çok...

...should not continue on the road. Because that place is very...

...Türkiye'de eksik olan bir alan. Dünyaya...

...an area that is lacking in Turkey. To the world...

...konuşan bir gazete, bir medya...

...a newspaper that speaks, a media...

...kuruluşunun Türkiye'de çok eksik olan bir alan...

...an area that is very lacking in Turkey...

...olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla oranın...

I think it is... Therefore, that place is...

...kuvetlenerek devam etmesini isterdim ama...

I would have liked it to continue strengthening, but...

...gördüğüm kadarıyla orası bir tabela...

...from what I can see, that's a sign...

...şeyine dönüştürmüş durumda. İşte günde...

...has turned into something. Here it is every day...

...birkaç tane haber giriliyor. Şöyle...

...a few pieces of news are being entered. Like this...

...şeyler duydum. Onun domeyini çok...

...I heard things. His dome is very...

...kıymetli. O yüzden orayı öldürmüyoruz ama...

...valuable. That’s why we’re not killing it there but...

...işte bir tane genç editörle iş devam ediyor falan.

...well, a project is continuing with a young editor and so on.

Dolayısıyla da aslında Ali'yle...

So actually with Ali...

...beraber o kararı almakta da...

...to make that decision together...

...dönüp baktığımda haklıymışım. Keşke...

...when I look back, I was right. I wish...

...haksız olsaydım Türkiye medyası adına.

...if I were wrong, on behalf of the Turkish media.

Beş yıl boyunca hürriyet için siyasi...

For five years, political freedom for...

...söyleşiler yapıyorsun. Yüz yüze pazartesi söyleşileri.

...you are having interviews. Face-to-face interviews on Mondays.

2023'ün Ocak ayından beri de...

Since January 2023...

...bu söyleşilere T24'te devam ediyorsun.

...you continue these conversations on T24.

2010'lu yıllarda hürriyet için...

For freedom in the 2010s...

...söyleşi yapmakla güncel olarak T24...

...is currently having an interview with T24...

...çin söyleşi yapmak arasında...

...between having a conversation and...

...ne gibi farklılıklar var? Hürriyet ve...

What are the differences like? Freedom and...

...T24'ün imkanlarını, kısıtlılıklarını...

...the possibilities and limitations of T24...

...söyleşi yapmak istediğin...

...you want to have an interview with...

...ve yaptığın kişilerdeki hürriyet ve...

...and the freedom in the people you have created and...

...T24 algısını nasıl karşılaştırırsın?

How would you compare the T24 perception?

Orada iki tane ana konu var.

There are two main topics there.

2010'lar değil de bıraktığım...

Not the 2010s, but what I left behind...

...noktayı söyleyeyim. Yani 2017'de...

...let me get to the point. I mean in 2017...

...işte Orhan Pamuk röportajıyla...

...here is the interview with Orhan Pamuk...

...hürriyetteki...

...in freedom...

...söyleşicilik macerama...

...to my adventure of being a talker...

...nokta koymuş oldum. Çok kalbim...

...I have put a point. My heart is very...

...kırık bir şekilde o işi bıraktım. Yani...

...I left that job in a broken way. I mean...

...Washington temsilciliği gibi önemli...

...important like the Washington representation...

...o zaman için.

...for that time.

Önemli görülen bir göreve gitmeme...

Not going to an important task…

...rağmen. Çok kalbim kırıktı.

...despite that. My heart was very broken.

Çünkü hak ettiği gibi yapamıyordum...

Because I couldn't do it as it deserved...

...o sırada söyleşiciliği.

...at that moment, the act of being an interlocutor.

Gazete röportajlılığı.

Newspaper interview style.

Ya da gazete hak ettiği şekilde...

Or the newspaper in the way it deserves...

...yayınlamıyordu onları. Bırakın...

...was not publishing them. Let it go...

...konurda konuştuğunuz şeyleri.

...the things you talked about in that regard.

Konuk tercihiniz bile sansüre...

Even your guest preference is subject to censorship...

...otosansüre takılıyordu.

...was caught in self-censorship.

O benim kabul edebileceğim bir şey değildi.

That was not something I could accept.

O yüzden çok böyle şeydim. Çok yaralıydım...

That's why I was very much like that. I was very hurt...

...o konuda. Dolayısıyla aslında ben...

...about that. Therefore, actually, I...

...bir süre daha yani Doğan ve...

...for a while longer, that is Doğan and...

...yine sevgili arkadaşım Murat Samurcu...

...again my dear friend Murat Samurcu...

...hadi gel bunu burada yap.

...come on, let's do this here.

Bu konuda bir eksiklik var Türkiye medyasında şu anda...

There is a deficiency in the Turkish media on this issue right now...

...dediğinde. Aslında o görüşmeye giderken...

...when he said. Actually, when he was going to that meeting...

...çok da şey değildim.

...I wasn't really that much.

Ya ben biraz daha yazmamaya...

Well, I guess I should stop writing a bit more...

...devam edeyim. Biraz daha yazmayayım diye düşünerek...

...I'll continue. Thinking that I shouldn't write a little more...

...gittim ama beni öyle özlediğim ve...

...I went, but I missed him/her so much and...

...yaralı olduğum bir yerden vurdular ki. Çünkü...

...they shot me from a place where I was injured. Because...

...yazı yazmak bir şey. Ama onlar bana dediler ki...

...writing is one thing. But they told me that...

...yazı da yaz ama Doğan.

...write something too, Doğan.

İlk önce şu söyleşileri yapalım. Orada benim...

First, let's have these interviews. There, my...

...çok istemediğim şekilde bıraktığım...

...in a way that I really didn't want to leave...

...ya da bıraktırıldığım...

...or I was made to leave...

...hatta belki el çektirildiğim...

...perhaps I was even pulled back...

...Washington'a gönderilerek bir alan olduğu için...

...because it is an area sent to Washington...

...tamam dedim. Dolayısıyla...

I said okay. Therefore...

...aradaki temel fark bıraktığım yerle...

...the fundamental difference is with the place I left...

...bugün arasındaki kimse bana...

...no one among them today tells me...

...şunu sor, bunu sorma. Ay onunla mı konuştun?

...ask this, don't ask that. Oh, did you talk to him/her?

Niye konuştun? Aa ne biçim şeyler konuşmuşsunuz?

Why did you talk? Oh, what kind of things have you been discussing?

Siz üstüme iyilik sağlık...

You are too kind to me...

...interneti mi kapatacaklar?

...are they going to shut down the internet?

Sistemi mi kapatacaklar? Böyle şeyler yok. Oradaki o...

Are they going to shut down the system? There are no such things. That... over there...

...özgürlük çok bambaşka bir şey.

...freedom is something completely different.

Tam da bu yüzden zaten yeniden yapmaya...

That's exactly why I am going to do it again...

...karar verdim. Fakat tabii şöyle bir şey var.

...I have decided. But of course, there is something like this.

Şimdi o kadar bagajlı...

Now there's so much baggage...

...oldu ki o bıraktığımdan...

...it happened that from what I left behind...

...şimdiye de altı sene var arasında.

...there are six years between now and then.

Hani herkesin bagajı da arttı. Herkesin...

Well, everyone's baggage has increased. Everyone's...

...ön yargısı da arttı.

...prejudice has also increased.

Birbirine falan. Orası sol mu?

Together or something. Is that the left side?

Orası liberal sol mu? Orası bir şey mi?

Is that leftist liberal? Is that something?

...ler var. Bir de...

...there are. And also...

...bizim mesela siyasetçilerimizin...

...for example, our politicians...

...televizyon sevgisi var.

...there is a love for television.

Ben orada mesela şöyle bir iddiada yapıyorum...

For example, I am making such a claim there...

...o işleri. Ne kadar da gider bu iş...

...those things. How long will this take...

...bilmiyorum böyle. Şimdilik iyi gidiyor anladığım...

I don't know like this. For now, it seems to be going well as far as I understand...

...kadarıyla rakamlardan ama...

...as far as the numbers are concerned, but...

...herkesin otuz saniyelik video izlemeye...

...everyone watching a thirty-second video...

...kendisini kurguladığı bir dönemde...

...in a time he has constructed for himself...

...dünyanın en uzun söyleşi formatında...

...in the world's longest interview format...

...hiçbir görsel yani iki üç tane...

...no visuals, i.e., two or three...

...fotoğraf dışında görseli olmayan...

...without any visuals other than the photograph...

...ve böyle ağır çatır çutur...

...and such heavy cracking and snapping...

...konuların konuşulduğu bir metin yazıyorum.

I am writing a text in which the topics are discussed.

Hatta hiç unutmuyorum...

I even remember it clearly...

...Deprem'den hemen sonra yaptığım Deprem Söyleşileri'nde...

...In the Earthquake Talks I held shortly after the earthquake...

...Celal Şengör'e gittiğimde Celal Hoca bana şey dedi...

...When I went to Celal Şengör, Professor Celal said to me...

...on bir sayfa!

...it's eleven pages!

Yani basmış onu printer'dan...

So he printed it out from the printer...

...kim okuyor bunları? Okuyorlar mı?

...who is reading these? Are they reading?

...filan gibi bir şey söyledi bana.

...said something like that to me.

Ama inanamazsınız okuyorlar hatta yani.

But you won't believe it, they are actually reading.

Yani neyse.

So, whatever.

Yani aslında birazcık böyle...

So actually, it's a little bit like this...

...zamanın ruhuna ters de bir şey yapıyorum orada.

...I am doing something that goes against the spirit of the times there.

Çok uzun yazıyorum.

I am writing very long.

Sadece yazılı yapıyorum falan. Ve o hoşuma gidiyor.

I only do it in writing and stuff. And I like it.

Bu dijital şeye rağmen.

Despite this digital thing.

Tabii ki milyonlar okumuyordur...

Of course millions are not reading...

...ya da işte birkaç milyon okuyordur...

...or maybe it reads a few million...

...seksen beş milyon okumuyor ama...

...eighty-five million is not reading but...

...o iddianın sürdürülmesi gerektiğini düşünüyorum.

I think that claim should be pursued.

Yani yazılı habercilik, yazılı detaylı...

So written journalism, written in detail...

...uzun form, long form dedikleri şeyin...

...the long form, what they call long form...

...devam ettirmesi gerektiğini düşünüyorum.

I think it should continue.

Ama bu şeyi de kırmak zor oluyor.

But it's hard to break this thing too.

Mesela öyle bir şey geçti aramızda.

For example, something like that happened between us.

Bu Muharrem İnce'nin şeyinde...

This is about Muharrem İnce's thing...

...kendisi söyleşi yapmak istediğimde...

...when he/she wanted to have an interview...

...ya işte ben bir süre konuşmayacağım dedi.

"...well, I won't talk for a while," he said.

Ben de ona dedim ki tamam anlıyorum elbette...

I also told him that I understand, of course...

...sizin tercihiniz ama zaten konuşmaya...

...it's your choice, but we're already talking about it...

...karar verdiğinizde de ya Fatih Altaylı'ya...

...when you make a decision, either to Fatih Altaylı...

...ya İsmail Küçükkaya'ya çıkarsınız eminim ki dedim.

...or you would definitely reach İsmail Küçükkaya, I said.

Tam da öyle oldu Fatih Altaylı'ya çıktı.

It happened just like that, he appeared on Fatih Altaylı's show.

Ertesi sabahta kendisine...

The next morning, to him...

...hiç şaşırtmadınız. Tam da öyle oldu Fatih Altaylı.

...you didn't surprise me at all. That's exactly how it was, Fatih Altaylı.

Yani hani bu arada ben...

So, I mean, by the way, I...

...diğer arkadaşlarım gibi çatışmalı bir şey yazamadım.

I couldn't write something controversial like my other friends.

Bana hani benimle arasında gergin bir şey olmadı.

Tell me, there was nothing tense between us.

Böyle esprili bir yazışma geçti ama...

Such a humorous correspondence took place, but...

...çok seviyorlar televizyonu.

...they love television very much.

Tabii ki televizyon çok hızla...

Of course, television very quickly...

...çok kitlelere yayılan bir şey falan ama...

...something that spreads to large masses or something...

...bir de tabii böyle ben...

...and of course, like this, I...

...biraz o televizyonlardan da farklı olarak...

...somewhat different from those televisions as well...

...biraz böyle insanın içine oyan bir şey yapıyorum.

...I'm doing something that slightly digs into a person's insides.

Ona da çok gelemiyorlar.

They can't come to him/her very often either.

İstemiyorlar. Ona çok gelememe ve istememeyi de...

They don’t want it. They also can’t come to him/her very much and don’t want to...

...ya aslında televizyon daha çok insana ulaşıyor diye...

...well, actually because television reaches more people...

...şey yapıyorlar falan.

...they are doing something, and so on.

Ama yani ben o tür en...

But I mean, I am not that kind of...

...yani hani sen dedin ya bunun farklılıkları...

...I mean, you said there were differences in this...

...şimdi hürriyet eskiden çünkü şeydi...

...now freedom was different than it used to be...

...hürriyet. Yani hürriyet röportaj verilir canım...

...freedom. I mean, freedom is given in an interview, darling...

...yani bir mesaj vermek istiyorsan...

...so if you want to give a message...

...hani tabii mesela gezi protestoları sonrasında...

...you know, of course, for example, after the Gezi protests...

...Adalet ve Kalkınma Partisi yöneticileri...

...Officials of the Justice and Development Party...

...bakanları falan açısından...

...in terms of ministers and so on...

...kesinlikle konuşulmaması gereken...

...that should definitely not be talked about...

...gazeteciler listesinde olduğum için...

...because I am on the list of journalists...

...o hiç zaman zaten oralara gidilemedi.

...it was never possible to go there anyway.

Yasaklıydı.

It was prohibited.

Fakat bugün de ya orada o kadar okunuyor mudur?

But is it read that much there today?

Onun yerine şuraya çıkayım.

Let me go up there instead.

YouTube'a mı gitsem? Filancılar çok siyasette.

Should I go to YouTube? Those guys are very political.

Ama ben Halim'den çok memnunum.

But I am very pleased with Halim.

Çünkü zaten aslında...

Because actually...

...yapmak istediğim şey daha az konuşan...

...the thing I want to do is to talk less...

...daha az bir tarafını öğrendiğimiz...

...we learned less of one side...

...daha az sorgulanmış...

...less questioned...

...daha az yüzünü gördüğümüz insanlarla...

...with people whose faces we see less...

...daha derin sohbetler, söyleşiler yapmak.

...to have deeper conversations and discussions.

O yüzden yani ben Halim'den hiç...

So that's why I never... from Halim.

...şikayetçi değilim. En çok da...

I am not complaining. Most of all...

...bu kadar uzun yazıyor olmama rağmen...

...despite writing this long...

...okunmasından memnunum. İyi ki...

...I am glad to have read it. Good that...

...evet demişim Doğan'a.

...I said yes to Doğan.

İyi ki de tanıştık. Çok çok teşekkür ediyorum...

I'm glad we met. Thank you very much...

...bugün konuğum olduğun için.

...for being my guest today.

Senin söylemek, sormak, eklemek istediğin...

What do you want to say, ask, or add...?

...bir şey varsa onu alayım. Yoksa eğer...

...if there is anything, I will take it. Otherwise...

...bölümü kapatacağım. Ben de seni tanıdığım için...

...I will close this section. Because I know you...

...çok memnun oldum. Yeni nesil...

...I am very pleased. The new generation...

...gazetecilikte bir kere podcast...

...journalism once podcast...

...çok seviyorum. Sizi de her zaman...

...I love you very much. Always...

...pod B'yi de severek dinliyorum.

I also enjoy listening to pod B.

Yeni nesil gazetecilikte senin gibi...

In the new generation of journalism, like you...

...feminist gençleri...

...feminist youth...

...görmekten de çok çok memnunum.

...I am very, very pleased to see (you).

Daha çok olun, daha sesli olun.

Be more, be louder.

Biz de işte sizden bir önceki...

We are just before you...

...jenerasyon mu artık ya da neyse...

...is it the generation or whatever...

...yarım önceki jenerasyon mu filan...

...the generation before the last one or something...

...işte biz de sizi olabildiğince böyle destekleyelim...

...so let's support you as much as we can...

...istiyorum. Çok teşekkür ederim...

...I want. Thank you very much...

...beni davet ettiğin için. Çok keyifli...

...for inviting me. It's very enjoyable...

...bir sohbet oldu. Benim için de öyle.

...it was a conversation. It was the same for me.

Çok çok teşekkürler tekrardan. O zaman...

Thank you very much again. So...

...bir sonraki bölümde buluşmak üzere.

...see you in the next chapter.

Altyazı M.K.

Subtitle M.K.

Continue listening and achieve fluency faster with podcasts and the latest language learning research.